Anasayfa Blog

Biblo ile Amerika’da Doğum

0

Biblo ile 24 saat beraberiz. Sabah kalkar işe beraber gider, öğlen beraber yemek yer, akşam mesaiyi beraber tamamlarr, eve döneriz, beraber uyuruz. Tatiller beraber gider, her şeyi beraber yaparız. Bazen düşündüğüm zaman pek çok kişinin sevgili çoçuklarıyla geçirdikleri vakitten çok daha fazlasını Biblo ile geçiririz.

Nuray hamile kaldığından bebeğimizi Amerika’da dünya’ya getirmeye karar verdik. Hal böyle olunca hep beraber Amerika’ya gitmeye karar verdik. Tabiki her şeyi Biblo ve Nuray’ın rahatına uygun şekilde oluşturduk. Hep beraber gidip 2.5-3 Ay gibi bir süre işten ve evimizden Amerika’da yaşayacaktık. Çok kolay bir karar olmamasına karşın iyi bir plan yaparak ve organizasyonu detaylı planlayarak Amerika’ya gitmeye karar verdik. Ancak bunu oluşturmak çok da kolay olmadı.

İlk önce hangi doktor ve nereye gideceğimize karar vermeliydik. Bu işi yapan şirketlerle konuştuk. Ancak bizi tam olarak tatmin eden bir organizasyon ile karşılaşmakdık. Yetkili birisiyle görüşmemiz uzun zaman aldı. Doktor isimlerini vermekte tereddüt edenler, sorularımızı yanıtlamakta çekinenler olunca gezgin ailesi olarak bu işi kendimizin yapmasına daha iyi olacağına karar verdik. (Aslında yanılmışımız. Düşündüğümüzden her şey daha zor oldu)

Bu karar sonrasında ilk işimiz doktor araştırmak oldu. İnternet’i araştır, çevremizi haberdar et.. Bulduklarını araştır, sor..Sonunda dostum Ersin imdatımıza yetişti. Doktorumuzu onun sayesinde bulduk. Doktor belli olduğuna göre yeri de belirlemiştik. Artık New York’un dibinde New Jersey’e gitmeye karar vermiştik. New Jersey son derece iyi bir nokta. Chicago gibi çok soğuk değil. Saat farklı San Diego gibi değil. Türkiye ile haberlşemek ve işlerimizi hallettmek için 8 saatlik fark daha uygun. Aynı zamanda New York ve New Jersey civarında yapacak çok şey var.

Vize vs. gibi resmi işlemler sonunda kalacağımız kiralık ev aramaya başladık. Düşündüğümüz kadar kolay olmadı. Pek çok alternatife baksakta ancak oraya gittiken sonra evi görerek kiralamanın daha iyi olacağını düşündük. Bu yüzden booking.com’dan otelimizde yerimizi ayırttık. Arkasında uçak biletimizi aldık ve otel rezervasyon zamanlarını da buna güncellerek yolculuk vaktini beklemeye koyulduk. İşte tam bundan sonrası heyecanın arttığı nokta.. New York ve New Jersey’i ne Nuray ne de ben daha önceden gitmedik. Nuray daha önceden 2 Ay Flordi’da da kalmış ve bende iş amaçlı bir haftalığına San Fransisco’ya gitmiştik. Havaalanından inip doğrudan otele gidip, arkasından kiralık ev aramak dışında bir planımız yok.

Günler çabuk geçti…Evimizi kilitleyip bavulları bizi götürecek taksiye yerleştirirken heyecanımız daha dorukta.. Biblo ise gezi sevinci ile bizlere bakıyor. Ancak onu zorlu bir yolculuk bekliyor Çünkü 11 saatlik yolculuk boyunca bizimle beraber kabinde yolculuk edecek. Bu arada tuvalet ihtiyaçının gelmemesi için ona su ve yiyeceği son anlara kadar vermemiz gerekiyor. O içmezken benimde yememem ve içmeme veya onunla azda olsa paylaşmam anlamına gelmekte.

Her zaman olduğu gibi ilgi Biblo üzerinde. Atatürk Havalimanında beklerken:

Uçaktayız:

Amerikada Doğum için yolculuk

Biblo ile Amerika'ya uçuyoruz

Yaklaşık 11.5 saat sonra JFK Havalanına  indik. Pasaport kontrolünü hızla geçtik ancak Biblo’yu ülkeye sokmak için evrakları göstermek için 10-15 dk bekledik. Sonra Biblo’yu gören görevli “Gerek yok” diyerek Biblo’nun Amerika’ya girişini onayladı..

Otele ulaşmamız New York trafiğinde yaklaşık 3 saatimizi aldı. Her şey çok iyiydi ancak bu 3 saat son derece yorucu oldu..Sonradan yolları öğrendikten sonra taksi şöförüne az bile kızdığımı anladım..Bizi Times Meydanının yakınından getirip trafiğin içinde seyahat ettirmesi ve Limuzin servis ücreti olan 190 USD’a getirmesine halen kızarım.

Otele yerleştiğimizin ertesi günü hemen 1 haftalığına araç kiraladık. İyiki de 1 haftalık süreli kiralamışım. Sonrasında çok daha uygun fiyatlarla aylık olarak kiraladım.

Bu süreçte Nuray feci hasta oldu..Hamiliyken hasta olmak hele hele otelde hasta olmak çok kolay değil. Neyseki doktorumuz farklı bir doktora yönlendirerek Nuray’ı zar zor iyi ettik. Bu süreçte kiralık ev arayışı da aksadı. Oldukça ümitsiz hale gelmiştik..Neyseki burada Türkiye’den ablam imdadımıza yetişti. Ablamın arkadaşı Nurhayat abla bize güzel bir ev buldu. Onun sıcak kanlı ve yardımcı yaklaşımı bizim içimizi ısıttı adeta. Bu arada eve yerleşinceye kadar otelimiz değiştirerek biraz keyif yapmaya karar verdik.

Parsippany Sheraton köpekleri kabul ettiği gibi onlara birer yastık ve su kabını da odayla birlikte veriyor. Biblo bu oteli çok sevdi.

Kar yağmaya başladığı Pazar günü Little Ferry’deki evimize yerleştik. Hemen Teterboro havalimanın yanında bulunan evimiz son derece şirin. Geç kalmadan hemen alt komşumuz Burak ve kardeşi Tayanç ile tanıştık. Burak ve Tayanç oradaki kardeşimiz ve Türk dayanağımız oldu..Onların sayesinde sanki o ev hep bize Türkiye toprakları gibi geldi..

Evimizde ilk günümüz:

Eve yerleştikten hemen sonra ShopRite ‘dan alışverişimizi yaparak buzdolabımızı doldurduk..Nuray iyileşti ancak Biblo bu seferde hastalandı. Hava öyle soğukki geceleri -10’u görüyoruz. Gündüzleri ise 3-4 derece olursa sevinecek gibi oluyoruz..Hatta bugün sıcak diyoruz..

Hava soğuk ama öyle güzel bir zamandayız ki..Thankgiving, Christmas, yılbaşı..Her yer rengarenk, her yer ışıklarla süslenmiiş. Her yerde sanki bir tatlı bir telaş, koşuşturma, gülen bol insan.. Hava soğuk ama güzel bir zamanda buradayız.. Mutluluğun en tepe noktasında mutlu insanların arasındayız..

Havalar iyi olunca Manhattan yarımadasına doğru yol alıyoruz. Hani Manhattan’a New Jersey kıyısından bakıyor yüksek gökdelenleri gördüğümde hani bizim Levent ve Maslak var ya. Orası canlanmıştı. Gidince anlayamadığımızı anladım. Devaa gökdelenler sadece yüksek değil, aynı zamanda bir o kadar geniş ve büyükler.. Etkileyici.

Union Square:

Hani şu hep adını duyduğumuz ünlü Times Square. Güzel ama öyle bir esiyorduki, kar suyunda yüzen ben üşüdüm.

Central Park’da Biblo ile bol bol gezdik.

Günler günleri kovaladıkça biz iyice ortama alıştık. Alışverişimizi yapıyoruz, çevre ilçeleri geziyor her gün New Jersey’deki yaşam hakkında daha fazla fikir sahibi olduk. New Jersey’de sıkılmak olası değil. Pek çok ünlü alışveriş merkezi burada. New York hemen dibinizde. İster kiralık aracınızla, ister otobüsle, ister Lumizin servisi ile kolayca ulaşabiliyorsunuz.

Bu arada semtleri, semtleri değerlerini, kafe keyiflerini, Amerikan yemeklerini öğrendik. Hani alıştıkta güzel Amerikan yemeklerine. Çok canımız isterse Paterson’a gidip Türk marketlerinden alışverişimi yaptık. Türk markalarının bulunduğu marketlerde pek çok şeyi bulabilmek mümkün. Herkesde Türkçe konuşuyor ama Türk marketlerinden  alışveriş yapan Amerika’lılarda gördüm.

Genelde doğada bulunmay seviyoruz. Bu yüzden şehirleri çok sevmiyorum. Ancak İstanbul arkasında New York farklı. Hatta New York’dan büyük keyif aldık.

New York metrosunda:

Alışverişi çok sevmiyoruz. Ama alışveriş severler için inanılmaz güzel.. Pek çok turist sadece alışveriş için New York ve New Jersey’e geliyor. Hatta alışverişleri bavulları ile gezerken görebiliyorsunuz. Çok da haksız değiler. Her şey var. Hem de oldukça uygun fiyata. Büyük bavullarla dönerseniz büyük tasarruf sağlayacağını garanti.

Brooklyn Bridge:

iHop’da kahvaltı keyfi.

New York Times hatırası:

Broadway:

Mahallemizde bulunduğumuz pek çok ev güzel süslemelerle bahçelerini ışıklanmıştı. Ama bizim sokağın başındaki evin süslemeleri herhalde en güzelleriydi:

Evimizde:

Hazır Amerika’dayken Biblo’yu tecrübeli veterinerlere göstermek istedik. Nutley’de bir veterinere’i gidip Biblo’nun karaciğerindeki tümorü gösterdik. Amerika ‘da 100 milyonu aşkın kedi ve köpek evcil hayvan bulunuyor. Durum böyle olunca veterinerlerde uzmanlaşma imkanı bulmuşlar. Şunu da söylemeden edemiyorum bizim Türkiye’deki veterinerimiz ve dostum Feridun Kalyoncu’nun deneyimi ve tecrübesi hiç de buradan aşadağı değil. Hatta daha iyi diyebilirim.

Bizi üzen, endişenlendiren olaylarda oldu. Biblo orada bir kere ciddi rahatsızlandı. Bir cumartesi sabahı Biblo kollarımda bayıldı. Hemen yakımızdaki Veteriner kliğine götürdük.  Kore’li Dr.Kim hemen Biblo’ya baktı. Aynen şunları söyledi “Son anlarını yaşıyor. Uyutmamız en doğru seçenek” dedi. Ben Nuray’a dönerek sen girişte beklermisin dedim. Dr.Kim’le yalnız kaldığımda “Biblo’yu yaşatmak zorundasın. Öncelikle o bizim kızımız ve Nuray hamile. Bunu beraber başarmak zorundayız.” dedim. Dr.Kim oldukça şaşırdı. Sonra yüzümdeki ifadeyi görerek deneyebileceğimizi söyledi. Bu süreçte Türkiye’den Feridun Kalyoncu ile konuşarak neler yapabileceğimizi konuştuk.

Çok kısa sürede Biblo’ya uygun kan ayarlandı ve kan verilmeye başlandı. Yılbaşı akşamında Dr.Kim ve ekibi Biblo’nun başında bekleyerek Biblo’nun iyi olmasını sağladı. Nasıl anlarda, nasıl duygularda anlatmak ve tariflemek çok kolay değil.

 

 

 

Serin akvaryumda yüzmek

0

Ben Biblo..Murat ve Nuray günlüğümüzü tutmayınca bu işe ben el attım. Bu yazıları okuyunca benim bir yazar ve okur olduğumu anlar ve kalplerine iner sanırım. Murat ve Nuray bu sene neredeyse durmadan Atlas Dergisi yazar ve fotoğraf sanatçısı Ali Ethem’in Atlas Dergisinde yayınladığı Kadın Azmak dergisinden söz ettiler. Ha burada Ali Ethem ve evini iyi bilirim ve acayip severim. Akşamları bol mumlu evinde ısmarlanan Sampi pideler unutamam. Mum ışığında pide…Neyse konumuza dönersek Kadın Azmak deresinde Nuray ve Murat yüzmek için can atıyorlar. Deniz olsa ben yanaşmam ama dere olduğu için merak etmiyor değilim.

Neyse bizim baişko ve annenin iyi tercihyaptıklarını her şekilde anlıyorum.. Serin diyorlar dere diyorlar zaten bunlar bana yeter. Kadın Azmak’ı Murat öyle anlatıyorki ben size özet geçeyim.. Onun anlattığı gibi anlatsam bütün yazı Kadın Azmak olur.Çok merak ediyorsanız Google’da arayın. Gerçi ilk sırada bizim sitemiz gelip kaos’a girebilirsiniz.. Siz ikinci sıradaki siteye tıklayın.

Kadın Azmak Gökova körfezinde yer alıyor. Burasını çok iyi biliyorum.Bodrum’un rüzgarını tanımıyan mı var. O güzel rutubetsiz havası tam bana göre. Hani o yaz bunaltıcı sıcakları var ya burada sıcağı var bunaltıcılığı yok.

Kadın azmak Akkaya’da:

Şimdi Murat’ın o kadar laf kalabalığı arasında ve arkadaşlarından edindiği bilgiyi özetleyeyim. Kadın Azmak deresi yaklaşık 2 km uzunluğunda. Tekne ile gidilen mesafesi 900 metre. Suyun derinliği ise 20 cm ile 10 metre arasında değişiyor.Suyun sıcaklığı ise yaz kış 15 dereceymiş.. İnanın bence daha soğuk…

Uzun bir araç yolculuğundan sonra konaklayacağımız bu geçici eve varıyoruz. Akşam sağlam bir uyku çekiyoruz. İlk kalkan her zamanki gibi benim. Yatakta Murat’ın tarafına gidip bir havlayınca Murat kalkar gibi oluyor ama Nuray uyanıyor. Biraz daha havlayıp hırlayınca ikisi de hazır olda ayağa dikiliyorlar. Çünkü bu geçiçi evde mahçup olmak istemiyorlar.

Nuray ile Murat bildiğiniz gibi değil. Öyle heyecanlılarki kahvaltı yapıp deri kenarına koşuyoruz. Dere kenarında dururken serinliği hissetmek mümkün. Derenin nasıl olduğunu anlamak için önce Murat’ı yolluyoruz. Çıkan seslerden derenin çok da sıcak olmadığını anlıyorum. Bir kaç adım geri adım atıp ben almayayım hareketi yapıyorum. Arkasında Nuray dereye girince çığlıklar başka bir yükseliyor.Artık 100 metre çevremiz hiç bir yabani canlı kalmamasını garantiliyoruz.

Şimdiki planları derenin en girilebilir yerinde girip en aşağıdan çıkacaklar. Uzun sürecek bu sürece dayanmaları için dalış kıyafetlerini, maskelerini, bıcaklarını, eldivenlerini hazırlıyorlar.

Kadın Azmak öyle zenginki.. Bitkileri, barındırdığı yılanlar, yılan balıkları, levrek ve kefallar ile yeterince zengin. Göremesek de su samuru’un olduğunu biliyoruz. Bir görsem havlayacağım.İşte Kadın Azmak fotoğrafları:

Kadın Azmak

 

 

Kadın Azmak

Kadın Azmak

Kadın Azmak

Kadın Azmak

 

Kadın Azmak

Kadın Azmak

Kadın Azmak

 

Kadın Azmak

 

Kadın Azmak

 

Kadın Azmak kıyısı hep serin. Yazın en yüksek sıcaklığında bile dere kenarı serin. Akşamları gerçekten serin oluyor. Çoğu zaman Nuray üzerinde hırka almak zorunda kaldı. Üşümze Murat bile serinledi. .

 

Ben ise serin dere kenarında oldukça mutluyum. Bunaltıcı sıcaklık ve nem burada yok.Dere öyle serinki çevreside aynı şekilde serin.

 

Sıcaklığın etkisinden kurtulmak için Nuray zaman zaman doğrudan wetusit giymeden suya atladı:

Bizim cengaver Murat bu sıcakda ne içiyor biliyor musunuz? Tahmin edin..Sıcak nescafe içiyor..

 

 

 

Kahvaltı mekanları öyle güzelki.Bana verdiklerini bile sayamıyorum. Cimri Murat çok beğendi buraları çünkü bu enfes kahvaltı kişi başına 12 TL sadece…

 

Dereyi sık sık gezi tekneleri ziyaret ediyor.. Neyseki bu tekneler kontrol altına alınıyormuş.. Elektrik motorlu ve belirli saatlerde tekne gezisi düzenlenecekmiş. Bu güzelliğin korunması açışından büyük önem taşıyor.

Kadın azmak kıyısında bulunan pek çok restaurant bulunmakta. Sabah kahvaltısı oldukça zengin olan bu restarurantlarda serpe kahvaltı sunuluyor. Yani masaya belirldiğiniz kişi adetinde kahvaltı ile donatılıyor. Kahvaltılar son derece ekonomik ve lezzetler ise oldukça güzel. Kadın azmak’ın serin ve hızla akan berrak suyunun kenarında kahvaltı yapmak son derece keyifli. Limana yakın bulunan Kordon Restaurant’ı özellikle tavsiye ederiz. Beni burada çok güzel ağırladılar.

Kadın Azmak için söylenecek her söz az. Gidip görün ama çevreyi kirletmeyin. Araçlarınızın dışından attığınız her çöp, içtiğiniz sigaranın her izmariti burayı kirletiyor bunu unutmayın.

 

Dere’nin berraklığı ve zenginliği dışarıdan da kolaylıkla görülüyor.

 

 

Bol bol yemeklerini afiyete yediğimiz restaurant ViraVira:

 

 

 

 

 

Kaldığımız güzel apart olan geçiçi evimizin adı “Yeşil Apart”

Son olarakda bu yaz sıcağında bu kadar serin bir yer bulunduğumuz için mutlu ben:

 

Karadeniz’in sessizliği

0

Bu hafta sonu Batı Karadeniz’in şirin ve modern kasabası Kdz.Ereğli’deyiz. Liseye kadar tüm hayatım Kdz.Ereğli’de geçti. Bu güzel sanayi kenti kasaba çok göç alır ve göç verir. Genellikle Ereğli Demir Çelik Fabrikaları kalifiye personeli şehirdışından transfer ederdi.Emekli veya işten ayrılanlar ise bu şirin kasabayı terk ederek büyük şehirlere ve memleketlerine dönerler. Ereğli’ye bağlananlar ise hayatları boyunca bu güzel kasabadan kopamazlar. Her ne kadar pek çok kişi Ereğli’de kalmayı tercih etsede yüzler sürekli değişmektedir.

Kdz. Ereğli’yi pek çok kez farklı yönleriyle tanıtmıştık. Bu güzel kasaba sanayi değil, doğası, tarihi ve kültürüyle zengindir. Geçmişteki Kdz.Ereğli yazılarımız için buraya tıklayınız.

Kdz.Ereğli lokasyonu:

Ereğli’ye gidecek olanlara notlarımız

– Balık mevsimi ise Liman’da balık yiyin

– Alaplı’dan Pancarlı Ekmek alın

– Haziran ayında giderseniz Osmanlı Çileği alın. Çileği sepetlerinde alın.

– Kapalı Pide’yi deneyin. Meydanbaşı’nda Hasan Kuru’nun pidesi meşhurdur.

– Cehennem Ağzı mağaralarına uğrayın. Mitolojik hikayeleri dinleyin.

– Uzun Mehmet anıtını görün ve onu hatırlayın

– Yazın plajda denize girin. Karadeniz’in en sakin koylarından biridir.

– Alaplı’da Bölüklü Yaylası’na gidin.

Ereğli’ye anne ve babamızı ziyarete gittiğimizde genelde Ereğli’de değil Ereğli Alaplı arasındaki bahçedeki evde bulunuruz. Annem ve babam’ın bu bahçe evine emekleri 20 sene.. Temiz havası, yeşil ve mavi deniz manzarası ile oldukça huzurlu bir ortam…Evin hemen arkası KaradenBiz’in her türlü yeşilini görebileceğini ormanı ile kaplı. Önü ise Karadeniz’in sakin hali..

İşte bahçemizden kareler:

Bahçede pek çok meyve yetişiyor. İncir, ayva, erik, elma, armut, şeftali, hurma…Nuray ile babam bunları topluyorlar:

Kahvaltı öncesinde topladığımız meyveleri soframıza yerleştirerek kahvaltı sofrasını hazırlıyoruz.

Biblo bahçeye bayılır. Her geldiğinde annem babam’a bir ağlar hasret giderir. Sonrasında bahçeyi kolaçan eder. Sonrasında zaman zaman manzara izler, kimi zamanda toprağa gidip yatar.

Her gittiğimizde Babam bize mangal ziyafeti çeker. Kendi elleriyle yaptığı bahçedeki ocakda etlerini pişirir.

Annem’in patlıcan salatası için patlıcanlar közleniyor:

Biz  sofrayı hazırlarken güneş batıyor. Bu güzel manzarayı Nuray’la beraber izliyoruz.

Hazırladığımız sofrada karnımızı afiyetle doyuruyoruz:

 

Bozkır’ın Yeşil Vahası

0

Hafta sonu aile ziyareti yapmaya karar verip Eskişehir’e doğru yola çıkıyoruz. Aslında Eskişehir’den Emineki köyü’ne gidiyoruz. Babamların yeni yaptığı bahçeyi ziyaret edip, çevreyi gezeceğiz.

Normalde Eskişehir-Ankara arası bozkır’dır. Polatlı’ya yaptığımız geziden bilirim derenin kenarında bile az miktarda ağa. bulunur. Buranın halkının bakış açısından mı yoksa iklim koşulları mı el vermediğinden çok az ağa. bulunur. Ben daha çok halkın eksikliği olarak görürüm. En azında su kenalarının ağaçlandırılması yapılabilir. Ancak derenin aktığı kıyılarda en azında kavak ağaçını zor görüyorsunuz.

Eminekin, Eskişehir Ankara karayolu’ndan Çifteler istikametine saparak gidiliyor:

Eminekin kuzeyinde doğan su kaynağı çevreye hayat veriyor. Suyun çok değerli olduğu bu bölgede su kanallarda aktarılıyor. Emineki’ne giderken Sakarya’nı kaynağının yanından da geçiliyor. Berrak kaynağın içinde balıkları izlemek mümkün.

Eminemin ve çevresinde pek çok ürün yetiştiriliyor. Ancak şekerpancarı en çok ekilen ürünlerden.

 

Babamların evi hemen kanal yanında. Evin hemen önünde Nuray’ın yaşında kavak ağaçları bulunuyor. Kanal’dan kısmen gelen derenin suyunda ise balıklar bulunuyor. Dere tarafına baktığınızda son derece sulak bir bölge. 20 metre ötede bulunan evin avlusu ise kurak..Bahçede bulunan üzüm bağılarını, kabakları ise hotrumla suluyoruz. Bu bölgede şartlar oldukça çetin aslında. Suyun çok değerli olduğu bölgenin hemen kıyısındayız.

Kanalın kıyısında bulunan tarlalar oldukça şanslı:

 

Çevrede birazda makro çekim yapıyoruz:

 

 

Ev’in avlusu:

 

Ev ve bahçesi:

 

Eskişehir’e dönüş yolumuzda yağan yağmur enfes kareler oluşturdu. Kısmen karelebildiklerimiz:

 

 

Eskişehir’e girişimiz ise bir harikaydı. Batan güneş’in otobanda oluşturduğu manzarada onlarca dakika yol aldık.

Kaplumbağalarla Serinliyoruz

0

istanbul’dayız.. İşimiz var ve Hava çok sıcak. Serinlemek istiyoruz. Bu yüzden riva  nehri kıyısında sakin bildiğimiz bir yere gidiyoruz. Beykoz’un köyleri civarındayız..Hüseyinli köyü’ünden geçip Cumhuriyet Köyü’nü sapağından Bozhane’ye giderken solda Ali Baba ve Güzel Vadi favori yerlerimizden. Yemekleri klasik.. Porsiyonlarını yıllarca zengileştirmediler.. Güzel vadi’nin çayı fena değil. Uçan ördekleri süper. Bir de şu ünlü şarkıcı Tarkan’nın evinin tam karşısında…Ali Baba ise yine bir aile işletmesi..Bahçenin hemen ilerisinde bulunan Riva nehrindeki su kaplumbağalar’ı muhteşem. Şile yolundan ileri gidip Ömerli’yi geçtikten sonra yokuş aşağı düzlüğü varınca ilk Beykoz levhasını izleyin. İlk olarak Sıraevler köyü gelecektir. Bu yolda pek çok mekan bulunmakta.

Bu bölgeyi zamanında çok sık ziyaret ederdik. Toprak yolları, meraları, verici noktalarının bazılarını biliyoruz. Evimize 15 dakika uzaklıkta olan bu bölgeyi de sıklıkla ziyaret ediyoruz. Ancak şu yemek porsiyonları güzelleştiremedik. Şöyle 2 lira ekleyip daha zengin yapsalar daha çok ilgi çekecekler. Millet özellikle yemeğe gelecek..Ancak sezonluk çalışan yerlerde bu genel bir sorun.

Serinliyelim derken kendimizi Ali Baba’nın yerine atıyoruz. Cumartesi sabah erken saatte in cin top oynuyor. Aslında bizde bunu istiyoruz. normalde pazar günleri burası oldukça kalabalık olabiliyor.

Güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Maalesef kahvaltı olayı bu bölgede çok güçlü değil. En azında Çekmeköy’deki Aktaş’ı örnekleyebilirler. Hem ekonomik hem de zengin. bu bölgedeki herkesin gidip Aktaş’da bir kere kahvaltı yapmasını tavsiye etmek lazım..

İşte bu ufak gezimizden kareler.

 

 

 

 

 

Macahel’den Datça’ya

1


Uçak biletlerini, rezervasyonları, araç kiralama hepsi tamam. Hayalini kurduğumuz Doğu Karadeniz’in cennet köşesinde 7 gün geçireceğiz. Cuma akşamı uçuyor ve Doğu Karadeniz’in cennet diyarlarından Macahel’e kiraladığımız araçla varıyoruz. Ve tüm hafta o çevreyi doya doya gezeceğiz. Her günümüzü saatine kadar programladık bu sefer. Çevre hakkında okuyor, bilgileniyor daha önceden tecrübe edenleri araştırıyoruz.

Perşembe akşamı olduğunda hava durumu ümitsiz halde kötüye gidiyor. Doğu Karadeniz yoğun yağış alacak diyor haberler. Artık hiç gecikmeden alternatif bir plan oluşturmamız gerekiyor diyoruz ve bu sene yine gitmeyi planladığımız Datça’yı öne alıyoruz.  İlk işimiz uçak biletini değiştirmek ancak olumsuz yanıtlar alıyoruz..Yine de planı ertlemek yerine araçla gitmeyi göze alıyoruz. Her şey yaylalara göre ayarladık. Tüm eşya, bavullar her şeyin baştan aşağı değişmesi gerekiyor. Hızla bu işi yapıyoruz. Yayla yerine deniz moduna kısa sürede geçiyoruz.

Datça daha önceden ziyaret ettiğimiz bir lokasyon.Datça’yı son olarak Ekim 2008 yılında ziyaret ettik. Datça ve koyları hakkında buraya tıklayarak bilgi edinebilirsiniz. 70 km’lik bu yarım ada öyle inceki en geniş yeri 15 km..

 

 

Datça’nın bükleri:

Yağmurdan kaçarak Ege’nin sıcaklığına kendimizi atıyoruz. Cumartesi sabah erkenden yola çıkıyoruz. Afyon sonrasında bu yol Ege’ye doğru yaklaştıkça hoşuma gider. İnsanlar bir rahatlar, gevşer. Ortam sanki daha sessizdir. Aslında çok da yanlış değil. İç anadolu’nun sert koşulları insanlarını da yontmuştur. Ege’nin ılımlı iklimi ise insanları da ılımlı yapmıştır. Ege daha yavaş daha rahattır. İç Anadolu insanı ise çetin şartlarla mücadelee hazırdır. Bu yüzlere de yansır, ortama da…

Datça’da rezervasyonunu yaptığımız yer Ovabükü’ünde yer alıyor. Bungalow evlerde konaklama yapacağız. Elbette Biblo’nun rahat edebileceği bir yer. Eytay olarak geçiyor adı. http://www.datcaeytay.com/

Eytay aslında yapısı itibarı ile hoşumuza gidiyor. Ancak işletmecileri Ege’nin ruhunu çok da taşımıyor. Ortam süper, her yer yemyeşil ancak hizmet ve kahvaltı özeni iyi değil. İşletmeyi yönetici değil daha çok çalışanlar ve misafirle yönetiyor. Datça’nın o gizemli akşamlarında çalınan neredeyse arabesk şarkılar bizi kıyıya kaçırtıyor. Aslına bakarsanız her koşulda kıyıda olacağız.. Ege

‘nin balıklarının tadına denizden esen meltem rüzgarları eşliğinde tadacağız. Eytap konaklama için iyi bir mekan.

Kaldığımız yerden fotoğraflar:

 

Bu bölgedeki konaklama tavsiyemiz Gabaklar. http://www.gabaklar.com/ Gabaklar yemekleri ve güler yüzlülükleri ile Kızılbük’ün eşşiz güzelliğinde bulunuyor. Gabaklar bu bölgede çok eski. Önceden yer ayrılması gerekiyor.

İlk sabah yürüme mesafesindeki Ovabükü’ne gidiyoruz.

Ovabükü’nden sonra daha batıda yer alan Palamutbükü’ne doğru gidiyoruz. Palamutbükü’ne giderken gözlemlediğimiz koylar enfes.

Ovabükü’nden koylarda kıvrıla kıvrıla Palamütbükü’ne erişebiliyorsunuz. Palamutbükü’nin sahili oldukça uzun. İri çakıllı denizi en çok rüzgarı alan koylardan. Hava rüzgarlı ise çok da korunaklı değil. Deniz Datça’nın diğer koylarında olduğu gibi enfes. Burası en kalabalık bölge. Tü kıyı  restaurant  dolu. Yolun diğer yanında ise pek çok küçük pansiyon yer alıyor.Yerler son derece ekonomik. Biz denizin tadını çıkartırken Biblo’da gölgede dinleniyor ve hareketli olan çevreyi ilgiyle izliyor. 

Günü batırmadan Biblo ile çevrede gezerken çok eski bir dostumuz Ruşen ile karşılaşıyoruz. Yaklaşık 15 sene olmuş görüşmeyeli ama görür görmez hem birbirimizi tanıyor hem de isimlerimizi hatırlıyoruz. Kocaman bir kızı var inanamıyorum. Masalarında oturup sohbet ediyor, biraz eskilerden birazda yakın zamanlardan konuşuyoruz. Telefonlarımızı alıp görüşmek dileğiyle ayrılıyoruz. Enfes bir karşılaşma…

Akşam Ovabükü sahilde balığımızı yedikten sonra sabah erken kalkmak üzere erkenden yatıyoruz. Yarınki programımızda sabah erkende güneş çokda yükselmeden Kızılbük’e gideceğiz. Kızılbük’de Gabaklar pansiyon enfes bir mekan sunuyor. Mekan’ı güzel, misafirperverlik daha güzel. Kızılbük’ü güzel yapan aynı zamanda bizim için denizi.

Gabaklar pansiyon Kızılbük koyuna yer alıyor. Buranın ilklerinden olan işletmeci aile’nin yemekleri oldukça güzel. Ortam ise Temmuz sıcağında bile serin.. İşte ortamdan kareler:

 

 

Kızılbük’ün adını nereden aldığını merak ediyorsanız aşağıdaki fotoğraf az çok anlatacaktır. Çevredeki kızıl renkli kayalar özellikle güneş batışında kıpkırmızı kesiliyor.

Sabah kalkıp kahvaltı sonrasıda Kızılbük koyuna varıyoruz ve ilk işimiz deniz kenarına inmek. Nuray’da ben de hemen maske, şnoker ve paletlerimizi giyip  denize atıyoruz. Sonra keşif başlıyor. Deniz içi bir harika. Kayalık deniz dibini 20 metreye kadar cam gibi görüyorsunuz. Deniz içinde tüf ve volkanik kaya bloklarını görebiliyorsunuz. Bu volkanik etki Datça yarımadasının batısında bulunan Nysiros adasından kaynaklı. yaklaşık 40.000-50.000 yıl önce volkanik faaliyet sonucunda havadan gelen lavlar volkanik etki bırakmışlar.

Deniz öyle zenginki..Balıklar, kabukluları izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Bu yüzden de güneşin en az eğik olduğu sabah saatlerinde denizde olmayı tercih ediyoruz. Diğer zamanlarda ise beyaz tişörtlerimizde denize girerek güneşten en az etkileniyoruz.

Ne yazıkki deniz altını kareleyemiyoruz bu sefer. Ancak Kızılbük’de gördüğümüz Müren ve yavru Müren aklımızdan çıkmıyor. Onlarda dakika izledik. Kayaların arasına kıvrıla kıvrıla ilerlemesini izledik. Unutulmaz o anları kareleyemediğime halen üzülürüm.

Kızılbük Gabaklarda geçirdiğimiz o güzel öğlen yemekleri, gerekse denizi ile çok etkiledi. Kızılbük koyunun burnunda buluna kayalıklarda seyir ise oldukça ilgi çekici. Güneş batışını buradan izlemek oldukça romantik. Bu kayalıklardan hem Kızılbük hem de Hayıtbükü kolaylıkla izlenebiliyor.

Kızılbük’de de Biblo’yu deniz’e girmeyi ikna edemedik. Aslında girdikten sonra çok güzel yüzüyor ama istemediği bir şeye zorlamak da istemiyoruz.  Biz deniz keyfini çıkartırken o da çoğu zaman bizi izledi veya havlularda serildi.

Ertesi günde Kızılbük’te geçirmeye karar vererek Bugalow’umuza geri dönüyoruz. Akşam menümüzde deniz kenarında  balık var. Ancak günün yorgunluğıu öyle çöküyorki balığımız yedikten hemen sonra yatıyoruz. Bu sayede erkende kalkıp deniz’in tadını daha çok çıkartıyoruz.

Ertesi gün yine Kızlbük’teyiz. Biblo kendi yerini önceden kapıyor.

Öğlen yemeklerinde de Biblo hemen baş köşeyi kapıyor. Buradaki tüm yemeklerin tadına o da baktı..Hatta patlıcan kızartmasını bile yedi..

Biblo keyif konusunda oldukça usta. Sabahlar koşturmaca. Yemeklerden sonra ufak bir kestirir. Sıcakları hep bu şekilde atlattı. Sonra akşama yine canlanır. Öğleden sonra Ova bükünden Palamutbükü’ne doğru giderken gördüğmüz koyda yüzmeyi aklımıza koymuştuk. Bu enfes koy bize Gökova körfezinde zorlukla inip yüzdüğümüz koyu hatırlattı. O koyun cam yeşil suları ve izlediğimiz vatozlarını hafızamızda güzel izler bıraktı. Vatoz’ların uçar gibi yüzdükleri koyda arkalarında bizde uçar gibi hissetmiştik kendimizi..

Koy tamamen ıssız:

Koy’da gölgeyi ancak kayaların dibinde buluyoruz. Denize girebilmemiz için biblo’yu güvenli ve gölge bir yerde serbest halde bırakmamız gerekiyor. Neyseki kayaların dibi hem temiz, hem güvenli hem de gölge. Hatta serin..

 

Deniz öyle cezbediciki palet ve maskelerimizi kuşanıp hemen suya giriyoruz. Biblo ise serdiğimiz havlunun üstüne hiç vakit geçmeden yerleşiyor. Denizde Kızılbük’de gördüğümüz boru balıkları ile karşılaşıyoruz. Eğer yeterince uzun süre izlerseniz pek çok canlının farkına varabiliyorsunuz. Hareketsiz gördüğünüz bir alana dikkatlice bakınca deniz kabuklularının, deniz kestanelerinin ve arada kafalarını kayaların arasında çıkartan balıkları kolaylıkla görebiliryorsunuz. Hayıt bükün’de kayaların arasındaki  kırmızı balığa Edremit körfezinde de rastlamıştık.

Bu güzel koyda Biblo’yu da deniz’e soktuk.

Deniz sonrasında Biblo uyuklamaya başlayınca onun bu keyfini beklemek zorunda kaldık.

Palamutbüküne doğru ilerleyip karşılaştığımız eski dostlarımızla buluşuyoruz. Hasret gideriyor keyifli sohbet ediyoruz. Ruşen, Ülkü, Özlem,Murat ile birlikte zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bu insanlarla öyle şeyler ürettik ki bazıları neredeyse destan oldu diyebilirim.

Ertesi gün ise yine Kızılbük’de keyifli bir zaman geçiriyoruz. Öğleden sonra ise bize Nuray’ın ablası ve enişte Fahri ve yeğenlerimizi Elif ve Eren katıldılar. Hayıtbükü’nde buluştuk. Yeğenlerle eğlendik..Fahri, Nuray ben belki mürenleri tekrar görürüz umuduyda kayalıklara doğru yüzdük. Hep beraber yemek yiyerek keyifli dakikalar geçirdik. Ertesi gün ise kahvaltı ertesinde yola koyulduk. Bir geziyi daha burada sonlandırdık.

Kazdağların esintisinde

4

Bu sene havalar ısınmadan deniz aklımızdan gitmiyor. Bir kaç kez kışın denize girmek aklımdan geçti. Bu sene deniz suyuna nedense özlem çok duyduk. Biblo denizi çok sevdiği söylenmese de deniz kenarları çok hoşuna gidiyor. Meltem rüzgarında saatlerce oturup denizi  seyretmeyi seven Biblo için deniz ayrı bir keyif. Her şeyden önce sonsuz görünen ufukta gözlerini kısıp seyir yapmak çok hoşuna gidiyor.

Bursa’daki işimizin bitimi ardından Edremit Körfezininde yer alan Behramkale turisti  adıyla Asos’da soluğu alıyoruz. Bu seferki konaklama noktamız küçük bir koyda yer alan ve Celil’in bizlere tavsiye ettiği Öktem Otel’e doğru gidiyoruz. Otel’e vardığımızda neredeyse geri yarısıydı. Küçük odamıza yerleştikten hemen sonra yorgunluktan hepimizi uyuya kalıyoruz.

Sabah ilk işimiz sahil’e inip kahvaltı yapmak. Sahile iniş yolumuz bitki tünelinden.Öktem otel bir aile işletmesi. Arzu eşi ve çoçukları oteli yönetiyor. Aslında oteli ziyaretçileri ile birlikte yönetiyorlar demek çok da yanlış sayılmaz. 

Ortalıkta kimseyi bulamayınca çay demliyor ve çayımızı kristal berraklığındaki denize karşı yudumluyoruz.

 

 

Deniz Assos’da inanılmaz berrakdır. Deniz’e daldığınız andan itibaren balıklar size eşlik eder. Eğer dikkatle bakaranız kırmızı, sarı, yeşil balıklar görürsünüz. Biraz daha uzun beklerseniz ahtapotları ve diğer su canlılarını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz. Suyu öyle berraktırki derinliği fark etmek kimi zaman güçleşir. Bazen kıyıda çektiğimi fotoğraflarda su öyle berraktırki suyu fark etmek zorlaşır.

Bu bölgede deniz önünüzde iken arkanızda yer alan zeytin bahçeleri ve narençiye bahçelerinin güzel kokulu esintisini duyabilirsiniz. Bu yüzden bu ortamda iken sakin ve mutlu bir kişiliğe adeta bürünürsünüz. Bu büyüleyici hava etkisi altında ne denilirse kabul edebilir hale gelirsiniz. Bu yüzde dinlenmek için güzel bir bölge ama önemli bir karar almak için ideal değil. Hani önemli bir karar alacaksanız ilk kararınız bu bölgede yaşamak şeklinde olabilir aman dikkat.

Kahvaltı sonrasında Behramkale’yi (Assos) kıyısına iniyoruz. Sahilde Yahya usta’nın dondurmasını yemeden gitmek olmaz.Biblo’ya her seferinde “Atıl Kurt” şeklinde seslenir bizlere eğlendirir.

Limanda kısa bir gezinti arkasından Behram’ın balıklarından tatmak istiyoruz. Bu sefer farklı olarak yolun sonundaki restaurant’a gidiyoruz.

 

 

 

 

Meltem esintisi eşliğinde balığımız yiyoruz. Limanda iki kişilik balı yemenn maliyetine neredeyse her yerde aynı. Her şey dahil 50 TL civarında hesap veriliyor.

Yemek sonrasında klasik liman gezimizi yapıyor ve kahvemizi limanda bulunan kahvede içiyoruz. Karelediğimiz anlarımız:

 

 

Assos’a doymak mümkün değil.Otelimize geri dönüyoruz. Biblo kıyıdaki masamızda yorgunluk atıyor.

Akşam güneşinde Ege kıyısına karşı keyfimizi yapıyoruz.

Akşamı bol sohbetli bir şekilde geçiyoruz. Nuray’la huyumuzdur diğer konuklar ile konuşabiliyor isek konuşmak. Bu gezide iki dost daha edindik. Birisi kamu işlerinin piri, diğeri ise Balıkkesir’li Eksrim Hakemi Hakan Özbek. Hakan Bey eşi ile muhteşem saatler geçiyoruz. Onlarda bizim gibi köpeklerine düşkün.

Pazar günü olduğunda eve dönüş yolculuğu başlıyor. Kahvaltımızı yaparak İstanbul’a doğru yola koyuluyoruz.

 

 

 

 

İnönü Yolundaki Mağaralar

0

İzmit bölgesinde keşfedilen mağara sayısı çok fazla değil.  Aslına bakarsanız Türkiye genelinde keşfedilen mağara sayıs çok fazla değil. Yanıbaşımızda bulunan mağaraların sayıları ve toplam uzunlukları düşünüldüğünde Türkiye bunların gerisinde kalıyor. Ülkemizde doğal mağara sayısının 35.000-40.000 adetlerde olacağı tahmin ediliyor. Şu ana kadar 2500 tanesi bulunmuş durumda.

İzmit gezimizi beraber çalıştığımız ekibimizle birlikte yapıyoruz. Bu gezimizde iki mağara ziyaretimiz olacak. Sonrasında ise İnönü Yaylasında dinlence..Gezi etkinliğimiz bu sefer kalabalık. Bir minibüs ve iki araçla seyahat ediyoruz.

Ilk durağımız sabah kahvaltısı için Mahirin yeri.Mahir bu bölgedeki arkadaşımız. Mahir yeri özel olduğu gibi kendisiyle de farklı. Bulunduğu yeri koruyor, doğaya zarar vermeden hizmet ediyor. Bu bölgeyi bizler kadar seviyor ve koruyor. Pek çok kez dağlara tırmanmadan önce Mahir’den bilgi alarak ilerledik.

Derenin hemen kenarında kurulu masalarımız ağaçlardan süzülen güneş ile aydınlanıyordu. İşte o kare: 

Karnızımızı doyurduktan sonra İnönü yaylasına çıkmadan önce Porsuk Mağarası..Porsuk Mağara’sının alt girişinden girip pek çok arkadaşımıza mağara deneyimini tatdırıyoruz.

Sonrasında Tepecik köyü üzerinden İnönü Yaylasına gidiyoruz. İnönü Yaylası İzmir ile Pamukova arasındaki Samanlıdağları zirvesinde yer alıyor. Uzun ince yayla Köknar ağaçları arasında kalan vadide yer alıyor.  Yaylanın ortasından akan dere yaz aylarında kurusa da pek çok canlıyı barındırıyor. Bunların başında semenderler geliyor.

Yayla’nın sakinleri her geçen gün artıyor. Son iki senede yolu düzeltilen yayla ise bu sakinlerinin dışında günü birlik gelen ziyaretçileri tarafından az da olsa kirletilmeye başlandı. Umarım ki artan ziyaretçi sayısı ile burası daha iyi korunur hale gelir.Son geldiğimde motosikletli gençleri dereden geçmemeleri konusunda uyarmış ve olumlu tepki almıştım. Motosikletli gençler eğlence için geçtikleri derenin sularını bulandırdıklarını ve tekerlek izleri ile yaylada güzel izler bırakmadıklarını onlara anlatmayı başarmıştım. Onlar gibi benim de motosiklet sevdam olduğunu söyleyince daha iyi dinlemişler ve haklı bularak bu faaliyetlerine son vermişlerdi. Umarım onlarda devamını getirirler.

Hava güzel, yayla ise yemyeşil önümüzde yer alıyor. Çalışam ekibimizle birlikte bu güzel havanın tadını çıkartıyoruz.

Yaylada güzelce yiyip içtik.  Mangal başı ekibi son derece iyi çalıştı ve hepimizin karnını doyurdu.

Bu sırada İnönü Mağarasına tekrar giriş yaptık. Suları iyice çekilen mağarada ilk defa bu kadar ilerleyebildik aslında. Girişten kısa bir süre sonra sifonlanan mağarada ilerleyemedik ama yeni mağaracı ekip buz gibi su içinde kısa da olsa ilerledi. Ancak sifon yapan yerden geri dönmek zorunda kaldı. Ilk tecrübelerini elde eden kişiler için bir gün içinde iki farklı tecrübe oldu.

Yaylayı her ne kadar bırakmak istemesek de ileryelen zaman bunu olanaksız kılıyor. Yaylayı bırakarak güzel bir geziyi daha sona erdiriyoruz. Bir sonraki zamanda tekrar ziyaret etmek üzere yaylayı terk ediyoruz. Umarız bir sonraki gelişimizde temiz ve zarar verilmeden bulabiliriz ümidi ile İstanbul’a doğru yol alıyoruz.

Biblo dönüş yolunda yarı uyudu, yarı yolu seyretti. Her şeyi rahat görebildiği ve yukarıdan bakabildiği minibüsü sevdiğini anladık.

 

Dostluğun Gezisi

0

Bu hafta sonu farklı. Gezimizi çoçukluk dostum Şeref Alpago ve ailesi ile yapıyoruz. Hep birlikte Samanlı Dağları ile Köroğlu Dağları civarını keşfedeceğiz. Mümkün olursa bir kaç göl, bir de yayla ziyareti yapacağız.

Sabah erkenden buluşuyoruz. Kahvaltı için durağımızı Yuvacık barajında Mahir’in yeri olarak belirledik. Dere kenarına kahvaltımızı yapıyoruz.

Şeref ve Ceyda:

Derin 3 yaşında. Dünya tatlısı.. Biblo ile inanılmaz iyi anlaşıyorlar :

 

Yuvacık’da kahvaltı sonrasında Akyazı civarındaki Sultanpınar Yaylasına doğru yola koyuluyoruz.

Haritamız. Adapazarından devam ederek Akyazı çıkışından çıkıyoruz. Ilk durağımız Beldibiköyün’den yukarı çıkıp Boztepe köyü’ne varmak . Oradan da bu bölgenin en eski ve en kalabalık yaylalarından olan SultanPınar yaylasına erişeceğiz.

SultanPınar Yaylası haritadan görünümü:

Yaylaya erişim Beldibi Köyün’den sonra yaklaşık 16 Km. Yollar ise stabilize ama son derece düzgün. Yaylada çok sayıda yayla evi bulunmakta. Hatta Pansiyon bile bulunmakta. Yaylada elektrik-su gelmiş durumda. Kısacası o bakir saydığımız yaylalardan değil. Yaylanın yüksekliği ise 1200 metre.

Yayla’ya çıkış yolundan kareler:

 

Boztepe Köyü’nü geçtikten kısa süre bir sonra Sultanpınar Yaylasına varıyoruz. Yaylanın kalabıklığına şaşıyoruz. Yayla’da kimse olması ummuyordum ama yaylanın tepesindeki kahve açık ve sıcak sobaları var.

Kahvede soba yanıyor ve taze çay var:

Sultanpınar yaylasından tekrar Beldibi’ne dönüyor ve Dokurcan’dan Sülüklügöl yoluna giriyoruz. Bu sefer hedef Sülüklügöl. Sülüklügöl pek çok ziyaret ettiğimiz ve hikayesi enteresan bir yer. Nuray ile ne zaman buraya gelsek ya yağmur ya da kar yağar. Bu sefer hava fena değil ama yine de sisli.

Derin ve annesi Ceyda aynı karede ama farklı kareler peşindeler. Derin’e verdiğimiz fotoğraf makinesi ile çektiği fotoğraflar bir kı çoçuğunun bakış açısını oldukça güzel gözler önüne serdi. Her şeyden önce ilk defa eline aldığı fotoğraf makinesini hemen kullanabilmesi ve düzgün fotoğraf çekmesi Derin’in kabiliyetinin yanısıra yeni nesilin elektronik cihazlara ne kadar yakın olduğunu kanıtlıyor.

 

Her ziyaretimizde Sülükgöl’ü biraz daha kirlenmiş buluyoruz. Kirletenler ise bu güzelliği görmeye gelenlerler. Doğayı seviyoruz, onunla olmayı seviyoruz diyenler, Sülüklügöl’ün zorlu yolunu aşıp buraya gelenler. Çok yazık ki sözde kalan bu söylemler yüzünden Sülükgöl ve çevresi hızla kirlenmekte ve göle’de bu kirlilik hızla bulaşmakta. Her nedense çöplerini bırakıp birilerinin buradan almasını bekleyen zihniyetler yüzünden gelecek nesil sülüklügöl’ü bu güzelliğini sadece bizim fotoğraflarımızdan izleyecekler. Bu yüzden bu güzellikten bir kaç kare daha:

Sülüklügöl’den inerek Dokurcun yolundan Mudurnu’ya doğru ilerliyoruz. Mudurnu girişinde bulunan Mudurnu konağında karnımızı doyuruyoruz.

Mudurnu’da kısa bir turdan sonra Sünnet Gölü kıyısında bulunan otelimize gidiyoruz. Akşam üstü vardığımızda hava neredeyse kararmak üzere.. Yine de ışığı yakalıyoruz.

Sünet Gölü Doğa Otel’inden pek çok kez kaldık. Ancak neden odalarının göl manzarası olmadığını bu güzel manzaraya pencere açılmadığını anlayamıyoruz. Odamızdan kısıtlı da olsa göl manzarası:

Göl seviyesi en üst seviyede..

Günün son ışıklarında Nuray’ı kareliyorum.

Sabah kahvaltısı öncesinde erken kalkıp havanın durgunluğundan faydalanarak bir kaç güzel göl fotoğrafı daha karelemeyi başarıyorum.

İskele su ile sınırda. Su normalde Kışın ve Yazın bu iskele seviyesinin çok altındadır.

 

 

Arkasından yavaş yavaş herkes uyandı. Kahvaltı yapıp yine göl kıyısına indik. Yağmur arkasında toprak kokusu her yeri sarmış halde. Göl ise daha bir uyanmış. Esen rüzgar çevreden ormanın kokusunu buram buram getiriyor. Sessizliğin ortasında kalarak hepimiz çevreye bakınıyor, gözlerimizi ruhumuzu doyurmaya çalışıyoruz. Öyle açızki orada olmak, koklamak, görmek yetmiyor..

 

 

Derin çoşkulu..Göl, ördekler, bizlerdeki pozitif enerji Derin’nin yerinde durmasına engel…Burada bir tek çoçuk ruhlu Derin değil. Şeref’in gözler küçük göldeki karşı kıyılara uzanırken Derin’i hareketsiz yakalamayı başarıyorum…

Bugün Genel Seçimler yapılıyor. Otelimizden ayrılarak İstanbul’a doğru dönüş yoluna gidiyoruz. Oyumuzu kullanıp vatandaşlık görevimizi yerine getireceğiz. Zamanımız var.. Bu yüzden yolumuz üzerinde bulunan Çubuk gölü’ne de uğruyoruz.

Bu bölgede pek çok heyelan gölü bulunuyor. Bu göllerin bir kısmı derelerin önüne heyelan olması ve vadilerin göl haline gelmesi ile oluşmuş durumda. Bu gezimizde ziyaret ettiğimiz üç gölde yakın zamanlarda heyelan ile derelerin önünün engellenmesi ile oluşmuş göller.

Çubukgöl’ü ile Sülükgöl dağın iki ayrı yamacında yer alıyorlar. Sülükgöl ile Çubukgöl’ü çok yakınlar..

Çubukgölü ÇubukKöy’ün kıyısında yer alıyor.Çubuk Köy’ü hayvancılıkla ve balıkçılıkla geçiniyor. Çubuk göl’üne farklı zamanlarda ziyaretlerimizde farklı güzelliklerini gördük. Şimdi her zamankinden daha yeşil halde görüyoruz.

Film setinden kalan binala halen güzel görüntüler oluşturuyor.

Çubukgöl’ülün büyüleyici havasından ayrılmak çok da kolay olmuyor. Çubukgöl’ünü ziyaret olacak olursanız Çubukgöl’ü yolu üzerindeki derenin sesini kuş cıvıtıları içinde dinlemeyi unutmayın. İstanbul’a dönüş yoluna doğru gidiyoruz..Oy kullanacağız..

 

 

 

 

 

 

Yeniden İnönü Yaylasına Merhaba

0

Bahar geldi. Ağaçlar çiçek açtı, derelerin azgın suları sakinledi..Yaylalara yolculuk zamanı da başladı. İnönü yaylası İstanbul’a en yakın yaylalardan . Samanlı dağlarının üstünde yer alan İnönü yaylasının kuzeyi İzmit, Güneyi ise Pamukova…Yaylada yaşam yok. Sadece bu aylar ve yaz aylarında çıkan yayla sakinleri bulunuyor. Yaylanın girişinde yerleşik evler görmek mümkün. Buradakiler daha çok hayvancılıkla uğraşıyor.

İnönü Yaylası hakkında bilgileri daha önceden yayınlamıştım. 2007 İnönü Yaylası ve 2008 İnönü Yaylası yazılarından erişebilirsiniz. İnönü Yaylası haritası:

Gezi Künyemiz:

Konum: İnönü Yaylası
Rakım : 1200 m
Tarih:
05 Haziran 2011
İstanbul’a Uzaklık : Yaklaşık 124 Km
Süre: 2 Saat. Geze geze 2.5-3 saat
Konaklama : Yok.
Gezi Notu: Çevreyi koruyun. Doğa gezisi için gidin. Çöplerinizi geri götürün. Gördüğünüz çöpleri toplayın. Aracınızla ve motosikletinizle dere içinde geçmeyin. Dere içindeki canlılara zarar veriyorsunuz. Bu sözümüz offroad ve motosiklet meraklıları için.

Yayla kuzey doğudan güney batıya doğru uzun ince bir yayla. Yaylanın ortasında akan dere yazları kuruyor. Dere’nin kaynağı ise henüz keşfini tamamlamadığımız İnönü Mağarası. Yaylanın 2 KM ilerisinde Ercuva Yaylası bulunuyor. Ercuva yaylasından yol takip edilirse aşağıda Hüseyinli ve ardından Çilekli köyü’ne varılıyor. Çilekli Köy’ü adı üstünde köy ve çevresinde çilek tarlaları bulunuyor. Söylendiğine göre de çilekleri oldukça lezzetliymiş.

Pazar sabah erken kalkıp kahvaltımızı her zamanki gibi Yuvacık barajının bitimindeki Mahirin yerinde yapıyoruz. Bu tarafa geldiğimiz Mahir’e mutlaka uğrar çayını içmeden geçmeyiz. Yolunuz bu tarafa düşerse kahvaltısı ve alabalığını mutlaka deneyin. Aslında kiremitte tereyağda yapılan mantarı da oldukça lezzettli.

Mahir’in Yeri:

Hemen yukarıda yer alan şelale görülmeye değer.

Mahir’in yerinden ayrılarak İnönü Yaylası yolunu tutuyoruz. Tepelere doğru çıkarken Yuvacık barajı güzel görüntüler oluşturur. Ara ara mola verip bu güzelliği seyrederek ilerleyin.

Yolu seyretmek mi yoksa ilerlemek mi ? Yolun büyük bir kısmı bu şekilde geçiyor. Yaklaşık bu yol 10 Km civarında. Yolun düzgün olduğu bir yerden kare alıyoruz:

Bu güzel havada İnönü yaylası yine bizi büyülüyor:

Dere içinde bulunan semenderleri izliyoruz:

Biblo zaman zaman çalılıkların arasına gömüldü. Temiz havayı ve sessizlik için dinlendik.

Henüz havalar yeni ısınıyor. Mantarlar gölge ve nemli alanlarda bol miktarda yer alıyor. Bazılarını şekli epeyce enteresan.

Biblo’nun yanında beyaz görünenler büyük mantarlar:

Yayla’nın Ercuva çıkışına doğru ilerlediğimizde yaylada karşılaşmaya alıştığımız bir yüz görüyoruz. Fahrettin Bey’le karşılaşıyoruz. İzmit’te oturan Fahrettin Bey her fırsatta burada soluğu alıyor. Yine o lezzetli çayından ikram ediyor bizlere. İşte Fahrettin Bey’in kulübesi

Sonrasında söz ettiği bir su ve yaylaya doğru yürüyoruz. Göknar ağaçları arasında yaptığımız 30 dakikalık yürüyüş nefesimizi açıyor.

Arkasında papatya ve menekşe denizine varıyoruz:

Geriye dönerek mağara önünden ileriye doğru Biblo eşliğinde bir yürüyüş daha gerçekleştiriyoruz.

Yaylayı kaplayan çiçekler yaylayı renklendiriyor.

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çiçek deryasının ortasında

Bu güzelliği ne kadar bırakmak zor gelse de güneş batmaya başladı. Bizde evimize doğru yola koyulduk. Gelecek bahar yine uğramak ümidiyle buradan ayrılıyoruz.

Yaylanın bu şekilde kalabilmesini çok isterim ama her geçen gün bilinçsizlik burayı da kirleteceklerdir. Çöpünü geride bırakma kirliliği sona ermedikçe, araç camlarından meyve kabukları, kağıt peçeteler atıldığı sürece bu kirlenme devam edecek. Neyseki zor ulaşımı biraz daha burayı gözlerden ırak bırakıyor. Hani giderseniz bu güzellikleri korumak adına gittiğiniz temiz bırakın. Ateş yakılan yerde ateş yakın.Zorunlu olmadığınızda ise yakmayın.

 

Dağları Oyan İnsanlar: Manazan ve Taşkale

2

Anadolu medeniyetler beşiği…Pek çok insanı,  iklimi ve kültürü farklı zamanlarda ve aynı zamanda barındırabilmiş. Her noktasına gittiğimizde bizi şaşırtan kültür, insan ve yapılarla karşılaşıyoruz.

Haritamız:

Karaman’da otelimizi ayarladıktan sonra Yeşildere yönüne ilerliyoruz. Yolda ilerlerken önümüzde yüksek bir duvar belirmeye başladı. Merakla ilerledikten sonra su bendi olduğunu anladığımız yapının arkasında su beklerken bomboş bir arazi bulduk. Arkası da önünüde bomboş. Yüksekliği ise yaklaşık 30-40 metre.

Dere üzerindeki köptü ilgimizi çekince onu da karelemeden geçemiyoruz.

Manazan mağaraları insanlar tarafınan oyulmuş mağaralar. Görünce dışarıdan olan büyüklüpü epeyce etkileyici. Bu mağaraların M.S.6.yy. oyulduğu tahmin edilmekte.

 

Manazan mağaraları toplam beşkattan oluşuyor. Katlar arasında erişim 8-10 metrelik bacalar tarafından yapılmakta. Bacalarda bulunan ayak yerleri ile tırmanılmaktaymış.Bugün ise demir merdivenler bulunmakta.

Her bir kata yörede isimlendirme yapılmış: At meydanı, Kum Kale ve Ölüler Meydanı. 3.Kata çıkınca büyüklük ve oda sayısına oldukça şaşırıyoruz. Hepimiz oldukça etkileniyoruz. Sözler yetmiyor. Görmek lazım.

Katlara yaklaşık 1×1 metrelik bacalardan erişim sağlanıyor.

Dış manzara:

Katlardan inerek çevreyi geziyoruz.Tahrip edilmiş duvar:

Manazan Mağalarından devam edilince Taşkale’ye varıyoruz. Taşkale tam anlamıyla büyüleyici. Bugün halen kullanılan duvardaki tahıl ambarlarını görüyoruz. Tahıl ambarlarını kapıları hatta bazılarında asma kilitleri görebilmek mümkün.

Duvarda tırmanmayı sağlayan basamaklar var.Nuray tırmanmayı deniyor ancak o kadar da kolay değil…

 

 

 

 

 

 

 

 

Dağpazarı ve Sertavul Geçidi

0

Mut’tan ayrılıp Karaman doğru yol alacağız. Karaman’a varmadan görmek istediğimiz yerler var. Dağpazarına giderek köy yollarından Karaman’a gitmek eğer olmadıysa Alahan Manastırına uğramak ve Sertavul geçidinde ünlü et yemeklerinden yemek istiyoruz.

Mağara araştırmasını tamamlamak ve yola çıkmamız öğleni bulunuyor. Dağpazarı yoluna saparak GPS’den yol bulmaya çalışıyoruz. Yol bir harika. Torosların eteklerinde arazinin güzelliği hepimizi etkiliyor.

Çevreyi seyrederken Dağpazarına  nasıl vardığımızı anlamıyoruz. Kahvede köy halkına sorduğumuzda daha ilerideki yolların aracımızla geçmemizin riskli olduğu konusunda uyarı aldıktan sonra daha ileri gitmeme kararı alıyoruz. Dağ Pazarı Kilise’sine uğramadan geri dönmüyoruz.

Geri dönüş yolunda Sertavul geçidinden önce Alahan Manastırı’na uğruyoruz. Motifleri hayli ilgimizi çekiyor. Alahan Manastırı hakkında bilgimiz yok. Bu yüzden kapıdaki tanıtım yazısından okuyoruz. Manastır girişinde bir denetim yok.  Yani giriş ücretsiz.

 

Balık motifleri ilgimizi çekiyor. Sonradan yaptığım araştırmalar balık motiflerine ait çok bilgi bulamıyorum ama üçlü balık motifinin bir benzeri olmadığını öğreniyorum.

Alahan manastırınıdan Sertwavul Geçidine giderek bu yaylanın ünlü etini  afiyetle yiyiyoruz ve Karaman’a doğru yolumuza devam ediyoruz.

 

 

Mut – Sason Kanyonu – Mavga Kalesi

0

Salı gün konuşuyoruz ne yapalım diye.. “Cuma akşamı televizyon seyretmek yerineMut’a gideriz” diyorum. Uzun zamandır bir “Mut” sözü geçiyor aramızda ama yol uzun..İstanbul-Mut yaklaşık 1000 Km. Böylesine bir gazla Perşembe akşamı iyi dinlenip, Cuma akşam üstü yola çıkıyoruz.  Sloganımız ise “Akşam TV seyredeceğimize yol alıyoruz.”

Önce Mut neresi? Hep adından söz eder ama haritadaki yerini sadece kestirebiliyordum. Mut Mersin’nin ilçesi. İşte Mut:

Mut ve çevresinde kalkerde mağara araştırması iyi yapılmış durumda değil. Az şey biliniyor. Mut’a gelmemizin sebebi az bilgi olan bu bölgeyi araştırmak. Mut’ta pek çok kişiye göre bir şey yok gibi gelse de çevresi doğal güzelliklere çevreli. Mut’un temel geçim kaynağı tarım. Yılın ilk güzel eriğinin burada yenebildiği söyleniyor. Pek çok meyvede buna dahil.

Sabah ilk işimiz Sason kanyonu. Bunun ilk olarak Çömelek Köyü’ne erişiyoruz. Kahve’de ilk eriklerimizi yiyoruz. Çömelek köy’üne gelirlen yolda gördüğümüz HES inşaat hakkında  sohbet ederken oldukça iyi fiyatlara istimlak yapıldığını öğreniyoruz. Köy’lü çok da işe yaramayan bu arazilere bu kadar değer verilmesinden memnun. Doğa ise sesini çıkartamıyor gibi dursada uğradığı zararı ileri de görülebilecek.

Sason kanyon’una ilk girişimiz son derece etkili. Etraf fosil kaynıyor. Yol kenarında kolayca bulabilmek mümkün. Etraf bu dağları luşturan mercan ve midye kabukluları fosilleriyle dolu..

Sason kanyon’undan fotoğraflar:

Kanyon etkileyici. Tek olumsuz etki doğal yaşama duyarsız Hes inşaat kamyonları inşaat alanında çıkan kayaları maalesef bu kanyon’a döküyorlar. Suyun ve kanyon’nun doğal sesini bu kamyonların bozmasını anlamak çok da kolay değil. Muhtemelen onlar için burası sadece bir dere ve kaya yığıntısı durumunda. Bu arada burası SİT alanı ilan edilmiş olmasına rağmen bu çalışma devam etmektedir.

Sason Kanyonu 12 m uzunluğunda. Biz Çömelek Köyü’den doğru kanyona giriyoruz. Kanyon’nun iki yanında duvarlarda insan eliyle yapılmış mağaraları görmek mümkün. Bu mağaralar günümüzden 2400 yüz yıl öncesine dayandığı düşünülüyor.

Kanyon’da gezindikten sonra aradığımızı buluyoruz. İlk kalıntılarımız olan mezarlar önünde  Biblo ile Nuray poz veriyorlar:

Sonrasında aradığımız tam olarak buluyoruz. Boşluğa uzanan merdivenler, su sarnıçları, su kanalları..Bu sessizliği bizler bozuyoruz. Çevreyi incelerken zaman zaman olan sessizlikte rüzgarın sesiyle buradaki yaşanmışlığı hayal ediyoruz.

Harita ölçüm çalışmasını yürütürken bir yandan da kareliyoruz.

 

 

 

Su sarnıçlarını besleyen su kanalları aşırdırmadan daha az pay alarak günümüze kadar gelmişler. 

Harita çalışmasında fotoğraflar ve kağıda alınan eskiz çok önemli yer tutuyor. Ali ile beraber ölçümleri alırken, Nuray bu değerleri kayıt ediyor bir yandan da eskizlerini alıyor. Sonradan bu matematiksel değerleri ile eskizler buranın haritasının çıkartılmasını sağlayacak. Tabiki fotoğrafların da büyük yardım oluyor.

Biz çalışmalarımızı yaparken Biblo çevreyi gezindi ve zaman zamanda çantaların yanında dinlendi.

Ölçüm çalışması tamamlandıktan Sason Kanyon’unundan ayrılarak geldiğimiz yol üzerinde bulunan  HES inşaat’ının ilerisinde bulunan bölgeyi araştırıyoruz. Zaman zaman dere geçişi yapıyoruz.

Sonrasında Sason Kanyon’unu solumuza alarak Sason Kanyonu boyunca kuzeye doğru gidiyoruz. Pek çok etkileyici manzara ile karşılayoruz.

Bu bölgee bulunan tüm kanyonlar etkileyici. Derin kalker bloğunda oluşna derin kanyonların kenarında durmak adrenalimizi yükseltiyor.

Kanyon son derece derin Aşağıda akan dereyi zar zor görebiliyor ve duyabiliyorduk. Dere sesinin yankılarak uzaktan Biblo ise temiz havanın keyfini çıkarttı:

Kalker bölgesinde pek çok fosiller karşılaşmak mümkün. Yolda yürürken gördüğümüz büyük fosiller etkileyici. 

Sason bölgesinden geri dönerek Mut’un yukarısında bulunan Kozlar Yaylasına doğru yol alıyoruz. Kozlar yaylası yolunda yer alan Mavga Kalesi görülmeye değer.

Mavga Kalesi Mut merkezinde hemen arkasında bir duvar gibi yükseliyor.

 

Mavga Kalesi ziyaretimizden sonra Mut’a geri dönüyor ve Mut merkeze gidiyoruz.

 

 

 

 

 

Müze Şehir Edirne

0

Yakın olana gitmek uzun zaman alıyor.  Edirne’de bunlardan biri. Hemen yanıbaşımızda ulaşımı kolay Edirne’ye nasıl olsa bir hafta sonu gideriz diyip 3-4 saatlik yolu göze alıp gelemediğimiz yerlerden. Edirne’yi pek çok açıdan merak ediyoruz aslında. Enez’e geldiğimiz hafta sonu dönüş yolumuzu biraz da uzatarak Edirne’ye uğramaya karar veriyoruz. Edirne denilince akıllara pek çok gelir belki ama bizim aklımıza iki şey geliyor. Selimiye Cami ve ünlü çiğeri. Aslında ne Nuray ne de ben Çiğer seviyoruz. Ama o kadar çok söz ediliyor ki merak ediyoruz.

Aracımızı öyle bir yere park etmeyip Selimiye Cami otoparkına parkında gölge bir alana park ediyoruz. Şehir çok kalabalık. Biblo’yu şimdilik üzüntü içinde araçta bırakıyoruz. Bu gibi durumlarda aramızda epey bir kavga oluyor. Ben hayır desem de Biblo araçtan dışarı çıkmaya çalışıyor. “Hayır Biblo sen kalıyorsun” sözünden sonra üzüntülü bir dönüşten sonra araçta kalıyor. Elbette onu da gezdireceğiz ancak  kalabalıkta Biblo’yu gezdirmek onun için eziyet haline gelebiliyor.

Edirne’de ilk durağımız Ali Paşa Çarşısı.

Çarşı içinde her yerde meyve sabunları satılıyor. Misk Sabunları diye adlandırılıyorlar. Meyve sabunları Osmanlı’dan kalan bir miras. Sabunları sepet şeklinde veya tek tek alabiliyorsunuz. Her biri kendi meyve kokusunda kokuyor. Küçük sepetlerin fiyatları 10 TL’den başlıyor.  

Ali Paşa Çarşısı son derece eğlenceli. Mağaza sahipleri yapışıp bir şeyler alın diye tutturmuyorlar. Rahat rahat gezebiliyor ve çevreye soru sorabiliyorsunuz. Muhtemelen binlerce kez aynı sorulara tabi olan esnaf içtenlikle soruları cevaplıyor.

İlginç gelen sanatsal şekilde yapılan süpürgeler. Benim küçüklüğümde evimizden eksik olmayan süpürgeler artık evimizde farklı şekillerde yer alıyor. O söz ettiğim süpürge:

 

Edirne süpürge’nin merkezi sayılır. Süpürgeci ustaları görmek mümkün değil. Ali Paşa Çarşısında süpürgülerin sanatsal olarak yapılan minyatür hallerini görüyorsunuz. Bu süpürgülerin anlamlarını soruyoruz. Aynalı süpürgeler gelinlik kızlar tarafından ceyizlerinde saflık ve temizliğin simgesi olarak bulundurulurmuş.  Çeşiti boylarda bulunan bu süpürgelikler daha çok hediyelik eşya olarak satılmakta.

Çarşıyı gezerken karşımızda Keçecizade çıkıyor. Meğersem lokum ve badem ezmesi ile ünlüymüş. Badem ezmesinin tadına bakarak bir kutu badem ezmesi alıyoruz. Yolda bitirdiğimiz badem ezmesinin tadına halen varamıyorum. Gerçi Datça’nın bademleri meşhur diye biliyorum ama Keçecizade’nin badem ezmesi son derece iyi.

Ali Paşa Çarşısından ciğer yemek için Ciğerci Niyazi’nin yolunu tutuyoruz. Yolumuz üzerinde bulunan Turizm Ofisini hayretler içinde ziyaret ediyoruz. Hafta sonu gezilerimizin neredeyse tamamında kapalı bulduğumuz turizm ofisinin açık olması karşısında şaşkınlığımız gizlemiyor ve görevliyle de bunu paylaşıyoruz. Edirne’ye gidecek ve gezecek olursanız mutlaka Turizm Danışman Ofisine uğrayın. Ücretsiz verilen kitapçıklarda daha rahat gezebilmeniz mümkün.

Karnımızda açıkınca hızla ciğerci Niyazi’ye doğru yol alıyoruz. Ciğer sevmiyoruz ama meraktan yiyeceğiz.

Ciğeri sevmeyen ben bugünlerde halen bu ciğeri arıyorum. İyi pişmiş yaprak ciğerin tadına varamadım.Asıl unatamadığım başka bir tad ise kurutuluş biberler. Karaağaç usulü kurutulmuş bu biberler yağda kızartılarak servis edilmekte. Ancak yağda kızartıldığını anlamak neredeyse imkansız. Ciğerci Niyazi Usta’nın web sitesine buradan erişebilirsiniz. http://www.cigerciniyaziusta.com.tr/

Edirne’yi gezerken pek çok cami ve tarihi bina görüyorsunuz. Hani şu modern araçların gittiği araçları ve yolları çıkarsanız 400 yıl geri zamanda hareket ettiğinizi düşünebilirsiniz. Kimi zaman oluyorki etrafınızda sadece bu yapıları görebilirsunuz. Bu yüzden de “Müze Şehir” ismini hak ediyor. Turizm Danışmadan aldığımız haritaya baktığımızda ziyaret edilebilecek yerleri bir gün değil iki üç gün içinde gezmek çok kolay değil. O an anlıyoruz ki Edirne’ye bir kültür turu yapacağız. Umarız ki bu sefer yakınlar uzak olmaz.

Ilk durağımız Selimiye Cami. Mimar Sinan’nın en iyi eserim dediği Selimiye Cami Osmanlı Padişahlarından II.Selim tarafından yaptırılmış. Cami’nin Edirne’nin her yerinden görüldüğü söylenmekte. 14 Mart 1575 yılında ibade açılan caminin önemli mimari özellikleri bulunuyor. Cami’nin mimari özellikleri bilinip gidilirse neden mimari şaheseri olduğunu daha iyi anlamak mümkün. Selimiye Cami’nin mimari hakkında bilgiye buradan erişebilirsiniz: http://www.selimiyecamii.com/mimariozellikler.html

Selimiye Cami fotoğraflarımız:

 

 

Hudutta Su İmparatorluğu

0

Hafta sonumuzu merak ettiğimiz Türkiye’nin Batı sınırına yöneltiyoruz. Batı sınırının en güneydeki noktası olan Enez’i hedef belirliyoruz. Bunu belirlerken tek yaptığımız haritadan açıp bakmak. Nerede kalınır, ne yenir neresidir bilmiyoruz aslında. Tek bildiğimiz Batı kara sınırımızdaki en güneydeki yerine Enez olduğu. Haritadan parmağımızı kaldırarak Enez’i araştırıyoruz. Çadır da mı kalacağız yoksa kalacak yer var mı hesap kitaplarından sonra kalacak bir apart otel buluyoruz. Enez’i araştırdıkça çok şey çıkıyor. Notlarımızı alıyoruz. Cuma işimiz bittikten sonra yola koyuluyoruz. Trakya’dan geçerek Enez’e erişiyoruz.

Gezi Künyemiz:

İstanbul’a Uzaklık: 310 KM
Seyahat Süresi: 3.5 saat

Harita:

Saroz Körfezi ve Meriç’in denize döküldüğü yerde bulunan Enez çoğrafyası oldukça ilgi çekici. Berrak denizi, dalyan gölü, kumsalları, gölleri..Enez’in uzun kumsalları ve denizinin güzelliği yaz aylarında burasını  turizm cenneti haline getiriyor. Enez’den Saroz Körfezi kıyısı boyunca devam edince yazlıkların kapladıkları sahili görünce bunu anlayabiliyorsunuz. Maalesef burası da çarpık yapılaşmadan nasibini almış durumda. Bitişik nizam beton yazlıkların arasında doğa kaybolmuş durumda.

Dalyan Gölü’nün uydudan görünümü:

Enez’i önemli bir kuş merkezi yapan Dalyan gölü oldukça ilgi çekici. Dalyan gölünde ve çevresinde pek çok göçmen kuşu çıplak gözle gözlemlemek son derece mümkün. Pelikanları bizler kare almadan dakikalarca izledik. Aldığımız karelerden:

Diğer bir balıkçıl kuştan kareler:

 

İleride sınırı oluşturduğu Meriç’i hemen görebiliyorsunuz. Meriç’in diğer kıyısı Yunanistan. Ülkeler, sınırlar ve diller hep düşündürmüştür. Bir adım ötesinin başka dil ve kültürün yaşadığını düşünmek hoşuma gidiyor. Halbuki uçakla giderken çok mesafe aldığımızda bu his oluşmuyor.

Dalyan gölü çevresinden kareler:

 

 

DDalyan Göl’ü son derece sığ. Kıyısında ise çakıldan daha çok midye kabukları bulunuyor. 

 

 

 

Dalyan gölünden ayrılıp kuzeye doğru ilerliyoruz. Kuzey tarafında Gala gölü ve Pamuklu Gölüne ziyaret etmek istiyoruz. İlk durağımız Milli Park olan Gala Gölü:

Gölde avlanan balıkçılar  kayıklarından ağ atarken.

Gala Gölü

Araçımıza binmek üzereyken tarlada gördüğümüz gelincik’i izlemeye koyulduk. Sonunda yuvasından çıkıp bize aşağıdaki güzel kareleri verdi.

Yol yapımı çalışmasından Pamuk gölüne diğer yol olan Gala Gölü kıyısından gitmeyi deniyoruz. Ancak yol son derece kötüleşince geri dönmek zorunda kalıyoruz. Binek araçla gezmek rahat ama kötü yollar kolay sınırlıyor. Ama Gala gölünün kıyısında büyük otlağa yayılmış koyunları geçerek göl kenarındaki kuşları seyrediyoruz.

Gala Gölü

Gala Gölü

 

Enez civarında öyle büyük hayvan sürüleri görmedik. Enez’in kendisi balıkçılıkla uğraş bulurken, çevresinde ise büyük tarım arazileri yer buluyor.

Yol boyunca uzanan kanallarda pek çok kişi balık tutuyor.  Bu bölgede sazan, yayın balığının bolluğundan söz ediyorlar. Hatta 16 Kg’a varan Sazanların tutulduğundan söz ediliyor.

Enez’e dönüp karnımızı doyurduktan sonra Enez’in güney doğusundan Tuz Gölü doğru yol alıyoruz. Kıyı bölgeden içerilere doğru ilerleyince geni tarlaları görebiliyorsunuz. Gök mavi, yer yeşil. Gözümüz ve ruhumuz dinleniyor bu iki renkle.

Haritadan gördüğümüz Tuzla Gölü’ne gitmeye karar veriyoruz. Google Maps’de bembeyaz görünen iki tane Tuzla gölü var. Her iki gölde hemen deniz yanında ve sularını dar bir boğazdan deniz dökülüyor. Enez’e en yakın Vakıf Köy’ü yakınındaki Tuzla gölüne gidiyoruz. Sağa sapacak bir yoldan girmeliyiz ancak hiç tabela yok. Gölü GPS’deki topografik haritadanancak  bulabiliyoruz.

Tuzla Gölü:

Tuzla gölü bu mevsimde suları oldukça bol. Yazları suyu azaldığı zaman tuz etkisinin görüldüğü söyleniyor. Uzaktan baktığımızda Göl’ün hemen kenarında bulunan beyazlıkların tuz kalıntısı sandık ve tuz kalıntılarını görebileceğimizi düşündük.Ancak yanına gittiğimizde ise  bunların kurumuş yosunlar olduğunu fark ettik.

Gölün suları bulanık. Gölde bizi cezbeden bir şey bulamıyoruz. Gölün batı kıyısındaki ilkbahar yeşilliği rahatlayır. Onun dışında denize doğru yöneldikçe  çevre arazi tamamıyla kumluk. Kumlukta yetişmiş çalılar haricinden başka bir şey yok.

Enez’e dönerek Enez kalesini ziyaret ediyoruz. Enez tarihinin M.Ö. 5500’e uzandığı söyleniyor. Konu arkeoloji olunca tabelaya yazılanların doğruluğuna inanmaya çalışıyoruz. Tabelada binlerce yıl atlaya atlaya 6500 yıllık hikayeyi özetlemeye çalışmışlar.

Enez kalesi bakımsız durumda.Yerleştirilen levhalar kısmen kılavuzluk yapsa da pek çok soru yanıtsız kalıyor. Ücretsiz olarak ziyaret edilen kale içini serbest şekilde gezilebiliniyor.

 

Türkiyemin en batısındaki kara sınırı olan Enez ve çevresi ülkemizdeki farklı bir doğa, farklı bir renk. Enez halkını anlamadık. Romen mahallesi de gördük, kürt mahallesi de. Ama karşılaşmayı umduğum Eskişehir’deki uzun uzun sohbetler ettiğim Balkan kökenli Türklerle karşılaşmadık. CHP şu anda iktidarda ama bir sonraki seçimde AKP’nin geleceği söyleniyor. Aklımız karışık ayrılıyoruz Enez’den.

Enez’de yapmak istediğimiz internette çok sözü geçen Ayı Ahmet’in yerinde balık yeme işini yapmadık. Yılan balığı ve kefal yemeği çok istemiştik. Ancak sezon açılmadığından gündüz gittiğimizde açık değil ve balık yoktu. Onun karşısında bir yerde sulu yemek yedik. O da çok ekonomik değildi.

Görmek istemediklerimiz:

Enez kuş göç yolu üzeride önemli duraklardan. Gala Gölü bu anlamda büyük önem taşıyor. Ancak Gala gölü’nün çevresi çok da temiz sayılmaz. Hafriyat yıkıntıları ve etrafda çöpü karelememek için çok çaba sarf ederek fotoğraf çekmek zorunda kaldık. İşte istemediğimiz görüntüler:

Gala gölü çevresinde avlanmak yasak mı bilmem ama gördüklermizi avlanmanın yapıldığı yönde…Avlanmanın karşısında değiliz ama eşit şartlarda olması gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin kuşları ellerinizle yakalayabilirseniz bu son derece adil sayılır.

 

 

 

 

 

 

Ihlara Vadisi

0

Ihlara Vadisi Göreme bölgesinde görmek istediğimiz doğal güzelliklerden. Ihlara vadisine kısa da olsa vakit ayırmak istiyoruz.Ihlara vadisini oluşturan ve ortasından akan Melendiz çayının sayısız fotoğrafını izlemiştik. Milyonlarca yıl alan bu doğal oluşumu görmek için sabırsızlanıyoruz. Ihlara Vadisi’ne giden yol da bir o kadar güzel.

Ihlara Vadisi Aksaray’a yakın sayılabilecek mesafede. Nevşehir’den Aksaray’a giderken Derinkuyu tarafından gidilebiliniyor.

Yol üzerindeki Hasandaığı muhteşeme manzaralar sunuyor.

Yolumuz üzerindeki Acı Göl’e doğru bir ara içeri giriyoruz.

Volkanik olan bu bölgede Hasan Dağı’nın volkanik tabakası her yeri kaplamış durumda. Çevrede obsidyen bulmak çok da zor değil.

Ihlara Vadisi volkanik olan yüzeyde fay kırığı ve Melendiz çayının aşındırması ile oluşmuş. Vadinin zaman zaman derinliği 110 metreyi buluyor. Bu etkileyic vadinin uzunluğu yaklaşık 11 Km.  Ihlara vadisine biz Ihlara Köy’ünden doğru inmeye karar verdik.  Ihlara tarafında bulunan tesis’den manzara oldukça güzel.

Tam aşağı inecekken kalabalık bir grupla karşılaşıyoruz. Meğersem Devlet Bakanlarımızdan biri buradaymış. Kim olduğunu öğrenemiyoruz ama kalabalıktan uzakta kalmak için burada karnımızı doyurmaya karar veriyoruz. Yemekler ve fiyatlar fena değil. Bu süreçte Ihlara Vadisinin yukarıdan doyasıya seyrediyoruz. Melendiz çayının yeşil sularının sesini kolaylıkla duyabiliyoruz.

Vadinin kenarlarında yer alan dik duvarlar görülmeye değer. Duvarlarda bulunan mağara ve oyuklar gözümüden kaçmıyor. Bunların bazıları Kilise olarak 10.yy’da yapılmış.

Kalabalık dağıldıktan sonra Ihlara Vadisine merdivenlerden iniyoruz. Biblo bu süreçte çok heyecanlı. Merdivenler inerken ilk kilise bizi karşılıyor.

Vadi tabanına indiğimizde tahta köprüyü görüyoruz. Biblo hemen tahta köprüye yönelip karşıya geçiyor ve çayırda koşturuyor.

Melendiz çayının yanından ilerleyerek vadi içinde yol alıyoruz.

Vadi içindeki kaya duvarlar sanki bizi koruyor..Alçakta olan vadiden sanki başka bir iklim hakim.

Vadide gördüğümüz kadarıyla 6 kilise bulunuyor. Bu kiliselerin duvarlarında bulunan resimler günümüze kadar ulaşmıştır. Vadide kiliselere ait yön levhaları oluşturulmuş durumda. Bu levhaları izleyerek kiliseleri bulmak son derece kolay.

Sümbüllü Kilisesinden kareler:

Ihlara vadisini seven Biblo genelde önden gidiyor. Bizim fotoğraf çekmemizi beklemediği zamanlar da oluyor.

Yaklaşık 1 saatlik yürüyüşümüz sonunda bir çay bahçesine geliyoruz. Burada dinleniyoruz.

Saatlerimiz 17.00’ye yaklaşıyor. İstanbul’a dönüş yolculuğumuzun artık başlaması gerekiyor. Bu yüzden geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz.

Tam Ihlara vadisinden çıkacakken Biblo’yu internet’ten tanıyan hayranları ile karşılaşıyoruz. Biblo’ya iel fotoğraflar çekildikten ve sevilmeler yapıldıktan sonra Ihlara Vadisine inen bol merdiveni çıkıp İstanbul’a doğru yola koyuluyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

Göreme, Ürgüp: Volkanik Bölge

0

Bahar başladı neredeyse bitiyor..Bu seneki ilkbahardaki gezi listemizde Göreme en başta geliyor. Sıcaklarda burada olmak istemeyiz. Kızgın güneşin kavuru ışınları altında gezmek çok zor olacağı için ilkbaharı tercih ediyoruz. Nisan’nın ikinci hafta sonunu Göreme’ye ayırıyoruz.

Bu bölge volkanik tüflerden oluşuyor. Tüf volkanların püskürmesiyle oluşan kül ve irili ufaklı parçaların üstüste gelmesiyle oluşmuştur. Küllerin yağmur ve diğer doğal etkenlerle sertleşmesiyle tüf oluşmuş. Bu bölgedeki tüf volkanik Hasan Dağı,  Erciyes ve Göllüdağ’dan oluşmuştur. Bu dediklerimizin tamamı 60 milyon yıl öncesi.. Tüf’ün yumuşak yapısı ve kolay şekil alması insanoğlu’nun da ilgisini çekmiş. Ilk insan eli ise yaklaşık 9-10 bin yıl önce. Yakın tarihte ise Budistlerden kaçan Hiristiyanlar tarafıdan kullanılmış. Kolay oyulan kayalar binlerce yıl barınma yeri olarak kullanılmış. Bugün ise hal ağzıyla “Peri Bacaları” olarak anılmakta.

Çok geniş bölge tüfle kaplı olsada Nevşehir, Ürgüp, Kapadokya bölgesi oluşumları ve yerleşimleriyle ilgi çekmektedir. Gezi Künyemiz:

Tarih: 04.Nisan.2011
Uzaklık (İstanbul-Nevşehir) : 730 KM
Konaklama: Göreme

Göreme’ye gelip de mağara otel’de kalmamak olmaz. Zaten pek çok otel kaya içine oyulmuş otellerden oluşuyor. Tüfe oyulmuş oteller külünk adı verilen kazma benzeri aletle oyuluyor. Bugün Taş ustasının hüneri son şeklini alan mağara ev ve oteller aslında modern delici ve kırıcı aletlerle şeklini alıyor. Sonra taş ustası tavan ve yeri külünkle düzeltiyor.

Cuma gece yarısı vardığımız otel bir mağara otel. Göreme’de bulunan otel külünkle oyularak yapılmış.Kaldığımız otel Village House Cave Otel..Aile işletmesi olan otelin sahipleri doğma büyüme Göreme’li. Otel’e erişim için:  http://www.villagecavehouse.com

Otelimizden kareler:

 

 

Onca yolun arkasında kaldığımız bu tüf oda tüm yorgunluğumuzu alıyor. Sabah erkenden kalkıp kahvaltı sonrasında yola koyuluyoruz. Göreme Milli Parkını gezeceğiz.

Göreme Milli Parkın’dan kareler:

Haberleşmede sıkça kullanılan güvercin evleri:

 

Biblo serin kaya evleri sevdi. Zaman zaman içeri de girip oturdu ve çıkartmak için iknamız gerekti:

 

Zaman zaman yorulup kucakta seyehat etti. Bu zamanlarda bile pek çok turistten daha meraklı halde çevreyi izledi. Uzun uzun baktığı, incelediği yerler oldu. Sanki buralarda neler yaşandığını hisseder gibi. Elbette öyle değil ama bizdeki merak farklı şekilde onda da var…

Göreme Milli parkı görülesi ve saatlerce kalısı bir yer. Her tarihi hem de jeolojisi açısından inanılmaz görseller sunuyor. Milli Park girişinde uygun bir ücretle kulaklıklı rehber alarak sesli olarak tanıtımları dinleyebilirsiniz. Roma İmparatorlu’ğunun izlerini pek çok yerde görmek mümkün.

Milli Park’tan ayrılıp Aynalı Kilise’ye doğru gidiyoruz.

 

Dar geçitten bir üst kata çıktığımızda güvercinlikleri görüyoruz. Haberleşme de bu kadar çok kullanıldıklarını inanmak çok kolay değil.

 

Biblo aşağıya dikkatlice bakıyor:

Aşağı kata ini başka bir dar geçitten korunaklı odaları görüyoruz. Bu odaların girişlerinde odaya girişi engelleyecek büyük kaya diskleri görmek mümkün. Buu kaya disk kapılar içeri girdikten sonra kapanıyor. Bundan sonrasında içeri girmek neredeyse imkansız hale geliyor.

Aşağıda indiğimizde şarap havuzlarını ve bal beteği yuvalarını görüyoruz. Bal kovanları oldukça enteresan. Bugün halen bal üretiminde kullanılıyor. İşte bal kovanlarından görüntüler:

Sonrasında Ürgüp’e doğru yol alıyoruz. Yolumuz üzerindeki peri bacaları görülmeye değer.

Ürgüp’e gidip karnımızı doyurup yolumuza devam ediyoruz. Ürgüp’den kareler:

 

Ürgüp’e terk edip Derbent Vadisine doğru ilerliyoruz. Bu bölgede vadi çok. Tüf yapıda kolaylıkla yağmur tarafından açılan yollar vadileri meydana getirmiş. Zaten yumuşak dokuya sahip yapıyı yağmur ve rüzgar kolaylıkla aşındırarak bugünkü vadileri oluşturmuş. Bugün gördüğümüz yer yüzü şekilleri halen oluşumunu devam ettirmekte.

Derbent vadisinen kareler:

 

 

Güvenlik amaçlı tepelere kurulmuş kaya evlerine tırmanış basamakları halen görülebiliyor:

 

Yolumuz üzerindeki deve şekilli tüf kayası:

 

Vadide ilerledikçe tüf katmanlarını gözle görmek çok daha kolaylaşıyor.  

Vadinin güzelliğinde mola veriyoruz. Çevreyi seyrediyor ve dinliyoruz:

 

Sonraki durağımız Paşabağı. En üst tabakada yer alan daha sert tabaka rahatlıkla görülebilmektedir.

İki tabakanın ayrıldığı noktalar belirgin şekilde ortada. Milyonlarca yıl farkla meydana gelen bu tabakalar peri bacalarının bugünkü görümüne yol açmış.

Bu iki tabakanın birleşim yerini merak ediyor ve iki tabakanın birleşim yerine doğru tırmanıyoruz.

 

 

Vadinin ortası son derece kalabalık. Bu yüzden buradan hızla uzaklaşıyoruz. Çünkü hızla herkesin ilgisi Biblo’ya dönüyor. Sonucunda da Biblo sıkılıyor.

Vadinin diğer yakasına doğru tırmanıyoruz. Burası oldukça açık renkli.Biblo’yu bile zaman zaman görmek zorlaşıyor:

Buradan ayrılarak Kızılırmak kıyısında yer alan Avanos’u ziyaret ediyoruz. Avanos hemen Kızılırmak kıyısında yer alıyor. Avanos Kızılırmak’ın çamuruyla yapılan çanak çömlekleriyle meşhur. Kırmızı çamura şekil vermek konusunda ustalaşan yörede pek çok atölye bulunuyor. Bizde bir tanesini ziyaret ediyoruz.

Çömlek imalathanelerini rahatlıkla gezebilir, nasıl yapıldığını görebilirsiniz. Hatta kendinize yapmayı deneyebilirsiniz. Buradan çanak çömlek almadan gitmeyin. Kızılırmak’ın kızıl toprağına şekil veren halen bu atölyelerden birer hatırayı yanında götürün. Dilerseniz bu hatıranın yanında mutfağınıza lezzetli yemekler pişerecek güveç, tava ve benzeri eşyalar alabilirsiniz. Her ne alırsanız alın burada basma kalıp ve birbirinin aynısı hiç bir şey yok. Çünkü hepsi el yapımı.

f

Kızılırmak kenarında kurulmuş Avanos halen eski tarzını gösteriyor.

Kızılırmak geniş geniş akıyor.

Avanos’da ne yenir derseniz mutlaka testi kebabını deneyin.

Dönüş yolumuz üzerinde Çavuşin’e uğruyor ve eşsiz bu çoğrafyayı bir de buradan izliyoruz. Biblo’da bizimle manzaraları izliyor. Çoğu yerde uzun uzun seyirler yapıp manzaraya doymaya ve sindirmeye çalışıyoruz. Hareket halinde gözler iyi görmez. Oturup bir şeylere uzun uzun bakarsanız ayrıntıları yakalıyorsunuz. O yüzden aynı manzarayı dakikalarca kimi zamanda saatlerce seyrederek oranın nasıl bir yer olduğunu anlamak mümkün. Çünkü güzelliklerle detaylarda gizli.. Bu bile yetersiz…

Aşağıdaki fotoğrafda görülen odalar içindeki oyuklar güvercinlikler.

Hava  karardığında manzarayı halen izlemeye devam ediyoruz. Biblo yorgun ama meraklı halde çevreye bakmaya devam ediyor.

sfdffdsf

Fotoğraf çekmelerimizi sabırla bekleyen Biblo bu arada çevreyi gezinmeye karar veriyor. Bizde karelemeye devam ediyoruz:

Akşamleyin Ürgüp merkeze inip testi kebabını deniyoruz. Ürgüp çarşı merkezi oldukça ufak ama eğlenceli. Günü  yorgunluğunu otelimizde atıyoruz. Ertesi gün hem Ihlara Vadisi hem de dönüş yolculuğu var. Bu yüzden iyi dinlenmeye bakıyoruz.

Ürgüp ve çevresindeki vadilerin hepsini birbir yürümeli, bisiklet beceriniz varsa bisikletle dolaşmalısınız. En önemlisi ise İlkbaharın yeşili ve Ürgüp serin bir ortamda gezmek için bu mevsimde gelmeli. Ürgüpden diğer karelerimiz:

 

Ertesi gün kahvaltımızı yaptıktan sonra yeraltı şehirlerine doğru yol alıyoruz. Biblo’yu karakol’un önünde gölgeye bıraktıktan sonra yerlatı şehirine doğru ilerliyoruz. Derinkuyu buranın en bilinen yeraltı şehirlerinden. Mağara tecrübemiz gereği hem kafa fenerleri hem de kasklarımızla yeraltı şehrine iniyoruz.

Yeraltı şehirleri inanılmaz  sığınak olmuşlar. Sürgü kapılarla korunan odalara girmek neredeyse imkansız hale getirilmiş. Bacalarla temiz hava girişi sağlanmış. İnsan oğlunun bunları yapay olarak yaptığını inanmak çok da kolay olmuyor.

Ardından Ihlaraya vadisine doğru yol alıyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sıcağın eksilmediği yerdeyiz

0

Bir yeri görmüş olmakla biliyor olmak arasında fark var. Gittiğimiz yerlerde üç temel şeyi görüp, öğrenmek ve anlamak istiyoruz. İnsan, doğa ve tarih. İnsan başlığı altında yeterince şey bulunuyor. Yemek, içecek, yaşam gibi. Bu yüzden de hoşumuza giden ve tanımak istediğimiz yerlere defalarca uğruyoruz. Her seferinde aynı yerde aynı güzellikde farklı şeyler keşfediyor farklı şeyler öğreniyoruz. İşte o zaman bu yerleri gördük ve biliyoruz diyebiliyoruz. Özellikle bir yere birden fazla kez gidiyorsanız tanıdıklarınız, dostlarınız olmaya başlıyor. Bir sonraki karşılaşmanızda “Nasılsın?” sorusunu gerçekten sorabiliyoruz.

Geçen sene Balıkkesir, Sındırgı’ya olan ziyaretimiz oldukça sakindi. Pek çok şeyi bir arada görebilmiştik.( Sındırgı 2010 gezimiz.) ilkbaharda tekrar geleceğiz diye plan yapmıştık. Bu yüzden de bu seneki gezilecek yerlerde Sındırgı tekrar var. Cuma akşamından yine kaldığımız Sındırgı Emendere Otel’inde yerimizi ayırtıyoruz. Normalde köpek’lere izin verilmeyen otelde Biblo’nun özel izni var.  Biblo sakinliği ile tanındığı ve  sitesinde tanıttığı için ona özel izin var. Biblo otellerde kaldığımız sürece odamızda ancak kendi yatağı ve klübesinde kaldığını da altını çiziyorum. Maalesef pek çok köpek sahibinin bu alışkanlığı bulunmuyor.

Gezi Künyemizi tekrarlayım:

Gezi Künyemiz:
İl/İlçe: Balıkesir/Sındırgı
Mesafe: Bursa?dan 2.5 saat(213 KM). İstanbul?dan Yalova Feribotundan Sonra 3.5 saat (293 KM)
Konaklama: Emendere Otel  (http://www.sindirgitermal.com/)
Yöresel Yemekler: Güveç ve Bigadiç Helvası. (Özdur Kasabı ve Baş Helvacı)
Görülmesi Gerekenler: Hisaralan Kaplıcaları, Çaygören Köyü, Doğal Güzellikler

Emendere Otel’i Belediye’nin Oteli. Otel İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmış ve Sındırgı Belediyesine hediye edilmiş. Otel ve çevresinden görüntüler:

Otel’de herkes tanıdık. Aynı aşçı, aynı güvenlik görevlisi. Herkes bizi bizde onları hatırlıyoruz. Sabah Biblo’yu gezmeye erkenden çıkarttığımda otel personelide mininüsle yeni.Biblo’yu görünce herkes bizi hatırladı. Yine aynı sıcak ilgili ile karşılatık. Sabah kahvaltısını hızla yapıyoruz. Çünkü yukarıdaki göleti merak ediyoruz. Geçen sene daha erken mevsimde geldiğimiz gölete hayran kalmıştık. Gölet yolu güzel olduğu kadar manzarası da bir harika. Gölete vardığımızda ise halen keşfedilmemiş bu güzelliği temiz bulduğumuz için seviniyoruz. Hiç bir motorlu aracın buraya gelmemesini diliyoruz. Hani motosiklet ve offroad severler okuyorsunuz doğaya olan sevginiz için buranın sessizliğini bozmamak için buraya yürüyünüz..

İlkbahar uyanmış. Göletin yolundaki tırtıllar:

Gölet’imizde ilk kareler:

Göleti çiçekler çevrelemiş durumda.

 

Göl ve çevresi kirlenmemiş ve öyle sessizki. Sessiz derken insan ve teknoloji sesinden yoksun. Yoksa son derece sesli. Rüzgar ve kurbağaların sesleriyle dolu bir ortamdayız. Geçen seneki kaplumbağalarımız ilk bizi gördüklerinde yine suya kaçıyorlar. Sonra ilerleyen dakikalarda güveni sağlayıp yine aynı ağaç kütüğün üzerine yavaş yavaş tırmanıyorlar.

Göletin çevreleyen çiçekler:

Bu göleti ve çevresini çok seviyoruz. Gölet içindeki kaplumbağalar ve semenderler tüm yıl dibden beslenen termal kaynakla hayatta kalıyorlar. Kaç yüzyıl veya binyıldan beri buradalar bilinmez ama bu küçük ekosistem oldukça etkileyici. Umarız bu gölet bu şekilde doğal olarak kalır. Biblo da bu göleti çok seviyor. İki kere yanlışlıkla suya düştü. Yine kurbağalar ile oynadı (zarar vermeden). Aslına bakarsanız ben de bir kaç yere yanlışlıkla düşmek istedim. Göletin berrak suları son derece çezbedici.

Ayrılmak istemiyoruz. Ama zaman geçiyor ve her güzel şey gibi bununda sonu var. Gölete son kez bakıp ayrılıyoruz.

Yolumuz üzerinde bulunan diğer termal kaynaktan görüntüler:

Yaylabayır göletini merak edip yola koyuluyoruz. Yolda büyükdağdere köyü’nde birileri el ediyor. El edenin yanındaki yaşlı amcayı alıp alamayacağımızı soruyor. Memnuniyetle alabileceğimizi belirtip yola devam ediyoruz. Halit amca yaşını bilmiyor. Çevreyi çok iyi biliyor. Köyünden çok da uzaklaşmamış Halit amca hayatını çobanlıkla ve avcılıkla geçirmiş. Yaylabayır’ı köyünde oturuyor. Biz çevreyi sordukça o anlatıyor. Hep beraber hoş sohbet sıcak bir yolculuk geçiyoruz.

Yaylabayır’a yeni yapılan göletten söz ediyoruz hep beraber. Henüz gölet bitmiş ama su tutmaya henüz başlamış. Mağaralara olan ilgimizden söz ediyoruz. Biraz temkinli biraz samimi bildiği yerlerden söz ediyoruz mağaralardar. Bizim merakımızın defineci gibi olmadığını anlayınca rahatlıyor. Bizim merakımızı anlayınca da hep beraber bir fay kırığını doğru beraber yürüyoruz.

Yaylabayır köyü bir göçmen köyü. Yol üstünde gördüğümüz ambarları kareleyip geri otelimize dönüyoruz.

Yaylabayır köyünden sonra Sındırgı’ya geri dönüyoruz. Sındırgı merkeze vardığımızda pazar poşetleri olan halk ilgimizi çekiyor. Aracımızı park edip yerel pazarı ziyaret etmek üzere harekete geçiyoruz. Yerel pazarlar hep ilgimi çekiyor. Klasik hal sebze ve meyvelerinden öte yöresel bitkileri merak ediyorum. Sındırgı pazarı bu açıdan oldukça zengin.

Pazardan diğer kareler:

Pazar son derece güzel. Pazar’da Acıgerdirme, bağlı, gelincik, Dağ maydonuzu, Sarmaşık, Isırganotu gibi pek çok bitkiye bakıyoruz. Çoğundan alışveriş edip pazarı terk ediyoruz.

Bu bölgede çok sözü geçen Cüneyt Çayına doğru gidiyoruz. Cüneyt çayı’ndan kareler:

cüney çayı çevresi florasından kareler:

Yavaş yavaş kararan hava ile otelimize dönüp dinleniyoruz. Otelin güzel yemeklerinden sonra ertesi güne hazırlıklarımızı yapıp yatıyoruz.

Kahvaltıyı bugün sakin yapıyoruz. Otelden ayrılıp çevreyi gezerek İstanbul’a, evimize döneceğiz. Ayaklarımız ağırdan hareket ediyor bugün. Bugün Çaygören barajı ve Hisaralan kaplıcalarını ziyaret edeceğiz. Geçen sene sakin olan bu doğal güzellikleri tekrar görmek istiyoruz. Sonraki gezi yazımızda Hisaralan ve Çaygören barajını anlatıyor olacağız.

 

 

 

Sisli Mağara Yolu

0

Yalova İstanbul’a yakın olması ve doğal zenginlikleri ile uğrak yerlerimizden biri olmuştur. Yalova civarındaki yayla, göl ve şelaler gibi pek çok önemli doğal güzellikler bulunmakta. Özellikle Erikli Yaylası ve şelaleri favori yerlerimizden.

Geçen sene Yalova Valiliği tarafından desteklenen Yeşil Mavi yol projesinin belirttiği Güney Köy levhalardan birine sapmıştık. Bu yoldan Kapılı Çınar’a giden yol üstünde mağara levhalarını görmüştük.  Havanın kararmasına yakın olduğundan levhaları izlememiş Kurtköy’e doğru yol almıştık. Sonrasında Kurtköy’de Kaltur Butik otelinde çayımızı yudumlardan bu bölgede birden fazla mağara hakkında ön bilgi almıştık. Döndüğümüzde mağara veritabanına baktığımız Yalova’da çizimi bulunan her hangibir harita olmadığını gördük. Bu yüzden de bu mağaraları keşfetmek için notumuzu aldık.

Havaların ısınmasıyla mağara keşif gezilerine de başladık.  Cumartesi günü Ali Yamaç ve Çağan’nın katılımıyla bu mağaraları keşfetmeye karar verdik. Mağara levhalarını bulmak çok zor olmadı. Ancak yağışlar yüzünden çamurlanan yolda araçla gitme girişimimiz başarısızlıkla sonuçlanınca yaya olarak yolumuza devam ettik.

Yukarı çıktıkça artan sis ve yağmur sonucunda mağara arayışımızı sonuçlandıramadık. Islak, hoş sohbet gezi yaptık. En azından bir sonraki keşifde hangi yola sapmayacağımızı artık biliyorduk. Bu gezimizden kareler.

Bu kadar yorgunluğun arkasından Orhangazi’ye gidip Köfteci Yusuf’da karnımızı doyurduk. Sonrasında ise Feribotla istanbul’a geri döndük.

 

 

Samanlı Dağlarının Gölleri

0

Bu bölgedeki göllerin neredeyse tamamı 1000 metrenin üstünde. Hepsi vadilerde yer alan bu göller Akyazı, Göynük, Mudurnu üçgeninde bulunmakta. Bu bölgedeki göllerin bolluğu oldukça fazladır. Yedigöller ve Abant’ıda kapsayan bu göllerin ortak özelliği heyelan sonucunda dağın kaymasıyla derelere doğal bent oluşturması ve bunun sonucunda günümüzdeki gölleri oluşturmuştur. Akıp giden bu dereler önlerindeki bente takılıp derin vadilerdeki harika gölleri oluşturmuşlar. Bu bölgedeki popüler göller

– Abant
– Yedigöller
– Sünnet Gölü
– Çubuk Gölü
– Gölcük
–  Sülüklügöl

Bizim en popüler göllerimizden biri Abant gölü. Çok defa gittiğim bu gölü ayıran en büyük özelliklerinden biri göl suyunun daima berrak olması. Çevresi Orman Memurları tarafından iyi korunduğu içinde halen temizliğini koruyor. Kamping alanının belirlenmesi, pikniklerin belirli yerlerde yapılması, belirli yerler dışında izinsiz ateş yakılmaması  Abant’ın temiz kalmasını sağlıyor. Elbette bunda denetimin büyük payı var.

Taraklı ve Göynük ziyaretlerimiz sonrasında Göynük Doğa Otel’inde kalıyoruz. Bu otel çevredeki en iyi alternatiflerden biri. Otel hem Çubuk hem de Sünnet Gölü’ne son derece yakın. Aynı zamanda Göynük’e de çok yakın. Otel odaları temiz ve rahat. Fiyatlar ise  makul. Otel’e http://www.dogaotel.com.tr/ adresinden erişebilirsiniz.  Eğer tarihi konaklarda kalmak isterseniz Mudurnu bu konuda iyi alternatifler sunuyor.

Otel’e gitmeden akşam üstü Çubuk Çubuk Gölü’ne gidiyoruz. Göynük’ten yaklaşık 11 Km. Otel’den yaklaşık 8 KM uzaklıktaki gölün yolunda akan dere etrafa ayrı bir güzellik veriyor. Berrak derenin sesini dinlemek ve  bu güzel manzarayı izlemek için mutlaka yol kenarında kısa bir mola vermek gerekiyor. Pırıl akan dere izlemeye değer.

Çubuk Gölü’nün doğası oldukça güzel. Hemen kenarında bulunan köy’ün geçim kaynağı ağırlıklı hayvancılık ve kısmen tarım. Eskilerde balıkçılık da gelir kaynaklarında biri olmuş. Çubuk Köy’ü bugün 25 hane civarında oldukça ufak bir göl. Halen yerleşik olan yaşayan köy halkı bulunmakta.

Gölün hemen girişinde bir film seti için oluşturulmuş yel değirmenleri bulunuyor. 2005 yılında Rüzgarlı Bahçe adlı dizi için bu binalar ve çevresi oluşturulmuş. Dizinin çekimleri durdurulmuş ama bu güzel binalar burada kalmış.

Çubuk gölünden karelerimiz:

Çubuk Göl’ündeki bu yapılar atıl şekilde duruyorlar. Belediye’ye bağlı bu yapılar çürümeye bırakılmış. Bir tanesinde bir tanesinde yerleşim var. Ancak diğerlerinin pencere ve kapıları bile açık. Bu yerler turizm bilinçli şekilde kazandırılırsa doğa’ya zarar vermeden çevrenin korunmasında katkısı olabilir. Maalesef göl’ün suyunun boşaldığı derede çok sayıda plastik atık bulunuyor. Göl vadinin yapısında da görüleceği şekilde çok derin değil. Internet’teki kaynaklar Göl’ün en derin yerinin 13 metre olduğu belirtmiş.

Havanın kararması ile otelimize doğru yol alıyoruz. Otelimiz Göynük Doğa Oteli. Yola çıkarken nerede kalacağız konusu belirlememiş, gezinin seyrine göre karar verelim istemiştik. Göynük’de gezerken Doğa Otel’in reklam tabelasını görünce Göynük’den arayarak yerimizi ayırtmıştık. Bu ana kadar otel hakkında fikrimiz yoktu.  Otel’in kapısını geldiğimizde Anadolu Üniversitesinin yapılarından biri sanki karşımızda duruyordu. Bu konuda da çok haksız değildik. Sonradan öğrendiğimizde burası Anadolu Üniversitesinin bir fakültesi olarak inşa edilmiş. Sonradan otele olarak restore edilmiş. Otel personeli son derece güler yüzlü ve ilgili. Fiyatlar ise ekonomik.

Aslında bu bölgede Gölcük ve Karamurat gölleri de görülmeye değer yerler. Ancak zamanımız buna elvermeyecek. Ziyaret ettiğimiz göllerin haritası:

Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra Mudurnu’ya doğru yol alarak Sünnet Gölü’ne gideceğiz. Göynük Mudurnu yolu her nedense yıllardır onarımda. Yolun bir kısmı asfalt değil ama düzgün.  Buradan gelirken sağda levhaları izlemek gerekiyor. Mudurnu – Akyazı – Göynük kavşağına gelmeden önce Sünnet Gölü’ne dönülüyor. Bu yolun devamında 8 KM ileri de Sünnet Gölü’nü görünüyor.  Sünnet Gölü’ne ilk olarak 2009 kışında gelmiştik. Geldiğimiz zaman her yer kar ve göl tamamen donmuş durumdaydı. Geceleyin dolunay ışığında sıfırn altındaki soğukta yürüyüşümüzü hatırlıyorum. Sünnet Gölü kıyısında bulunan “Mudurnu Doğa Yaşam Oteli” ve gölün güney (soldan giden yol) kısmında bulunan Pansiyon halen aktif durumda. Tıklayın: Sünnet Gölü 2009 Kışı

Sünnet Gölü’nden manzaralar:

Sünnet Gölü de bu bölgedeki diğer göller gibi heyelan gölü. Derenin yolunun üzerinde heyelan olunca önü kesilen dere birikmeye başlamış ve göl oluşmuş. İşte bu heyelan’nın olduğu yerin fotoğrafları.

Sünet Gölü çevresinde yaptığımız yürüyüşün sonrasında gölden ayrılarak Akyazı istikametine doğru yol alıyoruz. Henüz mevsim kış olduğu için yeşil doğa henüz kendini göstermiyor. Kapalı hava da bunun üzerinde olunca doğanın renginden uzakta kalıyoruz.Ama her yer böyle değil. Sünnet gölünden akan dere tüm yol boyunu izliyor. Fırsat bulup derenin bu sesini dinlemek gerekiyor. Tam dere kenarında nerede duralım derken yol üstünde gördüğümüz gölet nerede durmamız gerektiğini belirledi.

Bu güzel yerden ayrılarak Dokurcun’a doğru yol alıyoruz. Dokurcun’dan Sülükgöl’e çıkacağız. Mudurnu-Adapazarı yolunda Dokurcun kavşağından Dokurcun’a doğru dönüldükten 4-5 Km sonra Sülüklügöl kavşağına geliniyor. Yol üzerinde iki tane alabalık tesisi var. Sülüklügöl’den akan dere yine güzel manzaralar oluşturuyor.  Bu yolda yavaş gidilip çevre bol bol seyredilmeli.

Nuray’ın şansına her Sülüklügöl’e gelişimizde ya yağmur ya da Kar yağar. Bir kere dahil Sülüklügöl’ün o berrak sularında ağaç gövdelerinin derinliklere doğru gidişini göremedi. Sülüklügöl’de heyelan göllerinden. Heyelan alanını görmek yine oldukça kolay. Heyelan olduğundan vadidedki ağaçlar da su altında kalmış. Suların altına kalan bazı agaç gövdelerini halen görmek mümkün.

Sünnet Gölü her gelişimizde daha da kirleniyor. Bu doğal güzellikleri ziyaret edenler buldukları gibi bırakmayıp, çöplerini de yanlarında götürmeyip burada bırakıyorlar. Bu tür yerlerde yeme ve içmenin mümkün mertebe yapılmaması, yapılıyorsa da çöp varili olsa bile çöplerin en yakın yerleşim biriminde atılması gerekiyor.  Temizlenmesi ilk çare ama sonrasında gezenlerin buraları temiz tutması gerekiyor.

Dokurcun yoluna indiğimizde değirmenden çıkan suyun bize verdiği manzarayla karşılaştık. Hani kartpostallardaki manzara ve evlerde her şey idealdir. İşte o manzaralardan birinin içinde bulduk kendimizi.

Manzarayı seyrettik sonra İstanbul’a evimize doğru yola çıkarak bir gezimizi daha tamamladık. Bu bölgeye ilkbaharda tekrar gelmek gerektiğini düşünüyoruz.  Aslında en iyi ziyaret zamanı Mayıs-Haziran aylarında güneşli bir gün olacaktır .

 

 

Popüler İçerikler

Rastgele Yazılar