Anasayfa Blog Sayfa 6

Güzeldere Şelalesi

0

Şelaleler ziyaretimiz mevsimi kaçırmadan devam ediyor. Aslında geç bile kalındı diyebilirim. Bu sene yağışlar iyi ama havaların bu kadar hızlı ısınması karların da hızlı erimesini sağladı. Geçen gittiğim Erikli Şelalesinin derenin suyu öyle azalmıştı ki, bir kolu şu anda kurumuş bile durumda.

Bu hafta yeşil Düzce’nin Güzeldere Şelalesini ziyaret ettik. İstanbul’da (Tuzla) 159 KM uzaklıkta olan Düzce’den TEM kavşağından sonra 28 KM keyifli bir yolla Güzeldere Şelalesine erişilebiliniyor. TEM’den Düzce sapağından çıktıktan sonra Gölyaka tarafına dönülerek ve levhalar izlenerek Güzeldere Şelalesine erişmek mümkün.
Düzce TEM Kavşağından sonraki Harita:

Gezi Künyesi:

Tarih: 12.Nisan.2008
Mesafe: 189 KM (İstanbul-Düzce TEM Gişeler: 159 KM, TEM’den Şelale : 28 KM)
Rakım: 618 metre
Şelale Yüksekliği: 120 metre

Güzeldere Şelalesine erişmek için TEM gişelerden sonra 28 KM yol alınıyor ama bu yolu bol bol seyirle geçiyor. Yukarı tırmandıkça Efteni Gölü’nün tamamına hakim bir manzara sizi karşılıyor. Ancak asıl etkileyici olan derin ve yüksek vadiden kıvrımlarla ilerleyen yol. Burası da Doğu Karadeniz’in yerleşimini görmek mümkün. Zaten yöre haklının ağırlıklı Gümüşhane’li olduğu söyleniyor. Özellikle tırmanış yolundaki yüksek vadi manzarası görülmeye değer.

Sonunda yol bizi Güzeldere şelalesine inilecek çayırlığa getiriyor. Aslında ilk gördüğüm manzara beni üzüyor. Burası aslında klasik mesire alanı. Anlayacağınız hani doğa ile başbaşa kalayım diyebileceğiniz bir yer değil. Ancak çevrenin temizliği, bakımlı olması bir nebze bunu hafifletiyor. Sonuçta güzel bir piknik alanı.

Girişte görevli giriş ücreti olan 5 YTL’yi alıyor ve çöp poşetini elinize tutuşturuyor. Aslında tebrik etmek lazım. Çok anlamlı bir mesaj veriliyor. Akşamleyin konaklamak için 5 tane ahşap yapı bulunuyor. Gecelik ücreti 125 YTL. Fiyat çok ekonomik değil ama 6 kişi kalınan bu ahşap yapılarda bir aile kaldığı zaman ekonomik duruma gelebiliyor. Çayırlık alanın girişinde birde Restaurant bulunuyor. Yiyecek, içecek ihtiyacınızı buradan giderebilirsiniz. Yanınızda su getirmenize ise gerek yok. Pek çok çeşmeden içimi güzel su akıyor.

Güzeldere şelalesine ulaşmak için çayırlıktan 81 metre aşağı inen yolu takip etmek gerekiyor. Aşağı inerken iniş kolay ama dönüş yolunu yavaş yavaş almak gerekiyor.

Şelale yolundan bir kare:
Şelale’nin sesini dinlemeye çalışıyorum ama sesi çokda güçlü gelmiyor önceleri. Bu ağaç yoğunluğunda suyun sesi kesiliyor. Çevrede köpekleri görünce Biblo’nun tasmasını takmanın önlemli olacağını düşünüyorum. Bu sefer koştura koştura yoldan ilerliyemiyor.
Güzeldere Şelalesi iniş yolunda görmeye başlıyoruz. Bu noktadan itibaren şelale suyunun 120 metreden dökülüşünü izlenebiliyor.



Şelalenin serinliğini ve yağmurunu hissetmek için en aşağıya şelalenin yanına inmek gerekiyor. İniş yolundaki sıcak ve yoğun oksijenden sonra şelalenin verdiği serinlik rahat bir nefes almamızı sağlıyor. Biblo ise bu noktada geri dönelim moduna giriyor. Fotoğraflarımızı çektikten sonra fazla oyalanmadan geri dönüşe başlıyoruz.

Güzeldere Şelalesi güçlü bir şelale değil, ancak tül tül akışı ve yüksekliği etkileyici. Şelaleye iniş yolu ise gözümüzün yeşile doymasını sağlıyor. Çayırlık alan ise piknik için ideal ama doğa ile başbaşa sessizlik içinde dinlenmek isteyenler için çok da uygun değil.

Şelale’nin hemen yukarısında yaylalar yer alıyor. Ancak yola henüz dozer’in girmediği ve kötü olduğu uyarısını alınca denemekten vazgeçiyoruz. Bu yaylaları bir sonraki bu tarafa yolculuğumuzda ziyaret etmek üzere İstanbul’a dönüş yolculuğuna geçiyoruz.

Erikli Yaylasında Papatya Denizi

0

Cumartesi günü Güzeldere Şelalesi ziyaretimizden sonra 14.Nisan Pazar günü Erikli Şelalesi tarafına gitmeyi tercih ettik. Son gittiğimizde kimsecikler yokken havanın ısınması ile gerek yürüyüş grupları gerek piknikçiler yavaş yavaş yaylaya çıkmaya başlamışlar. Tek değişim bu değil..Havaları hızla ısınması ile 23.Mart’ta geldiğimde Erikli Şelalesinin beslediği deredeki su seviyesi azalmış olacak ki bir kolunu besleyemez hale gelmiş. Normalde araçla dere içinden geçip yaylanın yukarı başlangıç noktasına giderdik. Ancak şimdi kurumuş yataktan geçerek istediğimiz noktaya geldik.
Güzeldere şelale gezimize Nuray, Ersin ve Esra’da ile hep birlikte yapmıştık. Ertesi gün Erikli Şelalesi ziyaretine karar verdikten sonra Cumartesi akşamı bizim evde hep beraber kalıp sabahleyin hep beraber Erikli Yaylası yolunu tuttuk. Erikli Yaylasında her yeri papatyalar kaplamış. Papatları bir yandan az ezerek yol almaya çalışsakda, bunda çok başarılı olduğumuzu söylemek zor. Hava oldukça sıcak bu yüzden kendimizi dere yatağı yanında bir yere attık.
Derenin akış hızı yavaşlamış ve sığlaşmış. Bende bunu fırsat bilip dere içine girerek bir kaç kare fotoğraf aldım bu güzel dereden.

Biraz dinlenip eğlendikden ve karnımızı doyurduuktan sonra yaylanın diğer ucuna doğru yürüyüşe geçtik. Yaylanın bitiminde giden patika öyle güzelki bu patikadan çıkmak istemiyoruz. Ancak her şeyde olduğu gibi bununda bir sonu var.

Aytepe-Menekşe Yaylası Yolu

0


Biblo yine Cumartesi diye sabahtan beri uyandırmaya çalışıyor ama nafile..Neyse bir kalktım saat 11:00..Biraz ofladım, pufladım. Saat o kadar ilerlemişki, bu saatten sonra ne yapılır? Neyse ayıldıktan sonra yakınlığından dolayı Menekşe yaylasına gidelim istedim. Bu hafta sonu dağlara gitmeye çok daha fazla ihtiyacım var. Cuma günü stresli bir iş günü geçirdim ve stresi atmamız lazım.

Neyse çok oyalanmadan evden çıkarak Menekşe Yaylasına doğru gideceğimiz İzmit-Yuvacık barajına doğru yola çıktık. Yola çıktığımız anda stres ortadan kaybolmaya başladı. Bu haftaki gezimizde her zaman olduğu gibi ben Şoför, baş co-pilot Biblo, yardımcısı ile Nuray.

İşte Haritamız:

Yuvacık Barajını geldiğimizde barajda fazla suların aktığını görerek seviniyoruz. Çünkü bunun anlamı baraj dolmuş demek. İlk durağımız sıcak bir şeyler içmek için Mahir’in Yerinde duruyoruz. Kar sularının erimesi ile berrak ve çoşkulu akan Kirazdere’nin suyu ile karşılaşıyoruz.

Sonrasında yol bilgisini alıyoruz. 2 hafta önce Menekşe yaylasına dozer girdiğini, yolun düzgün olduğu söyleniyor. Çok oyalanmadan Servetiye Cami’ni geçip Menekşe yaylasına doğru sapıyoruz. Yol son derece düzgün. Neredeyse normal araçlar bile gidebilir. Ancak sonradan yağmur sularının açtığı olukları görünce 4×4 araçlar için bu yolun ideal olduğunu gösteriyor.

Bıçkı deresini yol ayrımına gelince her zaman gördüğümüz ahşap levhayı göremiyorum. Sonra baktım kırılmış yolun kenarından duruyor. 2 parçasını bulup, ahşap levhayı görünür buraya gelenlere bilgi vermesi için görünür bir yere koyuyorum. Umarım Orman memurları bunu yenilerler.

Bıçkı deresini geçip Menekşe yaylasına gittiğimiz yolda ilerledik. Ancak sürekli takip ettiğim yolunda 30 cm kar görünce bir önceki sapaktan yukarı çıkıp, tepeyi arkadan dolanmaya niyetlendim. Ancak bu yolda da bir engelle karşılaştık. Yola ağaç devrilmiş. Ağaç büyük değil, ancak köküne halen bağlı olduğu için kaldırmayı başaradık ve geri döndük.
1000 metrenin üstüne henüz bahar gelmemiş ama yol yinede hoşumuza gidiyor. Gittiğimiz yoldan bir örnek kare:

İkinci bir yol daha deniyorum ancak bu yolda da pelteleşmiş kar ilerlememizi engellediği için geldiğimiz yoldan tekrar geri dönüyoruz. Buraya kadar gelmişken Veysel Dayının yerine uğrayalım istiyorum. Veysel Dayı bu bölgeyi gezen trekking grupları tarafından iyi tanınır. Veysel Dayının yeri Menekşe yaylasına alternatif yolun yürüyüş yolunun hemen başında bulunuyor. Bu yer aslında İzmit’in içme suyunu karşılayan su istasyonlarından biri.

Veysel Dayının yerine gitmeden önce Orman Kontrol Klübesinin oradaki çayırlıkta Biblo ile hep beraber yürüyüş yapıyoruz. Biblo tam sevdiği gibi geniş bir alan, sulu ve her yer çimen.
Veysel Dayı’ya giderken dağlardan Çiçekli Pancar (diğer adları kaldiken ve tomari) topluyoruz. Aytepe’nin dik yamaçlarında gezinmek Biblo’nun çok hoşuna gitmedi.

Veysel Dayı ile karşılaşmıyoruz ama oğlu Hasan ve muhtarla karşılaşıyoruz. Ayak üstü bir sohbetten sonra tekrar Mahir’in yerine dönerek karnımızı doyurduk. Biblo öğle uykusunu uyumadığı için iyi yorulmuş. Yaklaşık burada bir saat kadar dinlendikten sonra Kirazdere kenarında yürüyüşe başlıyoruz. Bu bölgede karadenizli çok. Tepecik (İnönü Yaylası yolu üzerinde) tarafı Trabzonlu ağırlıklıkken, bu bölgede köken Samsun, Rize gibi biraz daha karışık.

Kirazdere kenarında yürürken tam bir karadeniz stili kemerli bir köprü ile karşılaşıyoruz.


Yürüyüşümüzü bitirdikten dönüş yolculuğuna geçip, mutlu ve keyifli bir geziyi daha tamamlıyoruz.

Erikli Yaylası ve Şelalesi

6

Yine yoğun geçen bir haftanın Cumartesi gününe geldik. Ancak uykuyu özlemişim sanırım sabah geç kalkabildim. Aslında bugün gezelim mi , yoksa dinlenelim mi diye çelişkide kaldım. Sonra şehir havasında dinlenmemi olurmuş. Şelalelerin çoştuğu bu aylarda hemen karşımızda Yalova-Teşvikiye köyü üstünde bulunan Erikli Şelalesine oradan da Erikli Yaylasına gidip dinleniriz diyerek saat 11:00 gibi Biblo ile yola çıktık. Biblo bu saate kalınca umutsuzluğa bürünüp somurtmaya bile başlamıştı. Yola koyulunca bu somurtkanlıktan eser kalmadı elbette. Feribot’a binmemiz, Teşvikiye Köyü’ne ulaşmamız 12:30’u buldu..

Gezi Künyesi:
Tarih: 22 Mart 2008 (11:00-20:30)
Gezi KM (Gidiş-Dönüş) : 152 KM (Eskihisar’dan Feribotla geçiş yapıldığı takdirde)
Durak Yerleri: Erikli Şelalesi (Çift Şelaleler) – Erikli Yaylası – Delmece Yaylası

GPS Kayıtları:
En Yüksek Rakım: 719 metre – Delmece Yaylası
Şelale Rakımı: 480 Metre
Toplam Yürüyüş : Yaklaşık 9 KM
Haritamız:

Bu aylara Şelale ayları diyorum. Çünkü kar suları eriyip akarsuları bunun sonucunda da şelalelerin su akış miktarının en yükseğe ulaştığı aylar. Çoğu zaman yazın ziyaret edilen şelalelerin asıl güzellikleri kaçırılıyor aslında. Geçen yaz gittiğimiz Erikli Şelalesi ile şu andaki arasındaki farkı aşağıda gösterdim. Tavsiyem bu aylarda derelerin çoştuğu, şelalerin büyük gürültü ile aktığı bu ayları kaçırmayın. Haziran ayından sonra suyun akış miktarı ve hızı azalmakta.
Şelale’nin 21 Temmuz 2007‘de çektiğim fotoğrafı:

Şelale’nin bulunduğu yola giriyoruz. İn-cin top oynuyor. Bölgede sadece ben ve Biblo var. Aslında sevinmiyor da değilim..Şelale yolunda pek çok su kaynağı kuru yürümemizi engelliyor. Ağır ağır ama keyifli bir yürüyüşle Şelalenin merdivenlerine doğru geliyoruz. Biblo bu arada patilerini ıslatan su kaynaklarına hiç takılmıyor. Aslında bu tür küçük sular hoşuna bile gidiyor. Merdivenlerin başından şelalenin büyük gürültüsünü duyuyoruz. Biblo bu aşamadan sonra biraz tereddüt ediyor ama beni de izlemekten çekinmiyor. Nasıl olsa babacım beni korur diyordur.

Buraya çifte şelale demelerinin bir sebebide alt ve üst şelale olmak üzere iki tane şelalenin olması. Alt şelaleyi ummuduğum gibi gürül gürül şelale ile karşılaşıyorum. Bu şelale ağaçtan yapılmış iki seyir balkonundan izlenebiliyor. Ama şelale bu haldeyken ıslanmamakda elde değil.

Aşağı Şelale:Biblo ve Şelale’nin bir fotoğrafı:
Şelale’nin bir kaç fotoğrafı daha:

Biblo burada bulunmaktan hoşlanmayınca geri dönüşe doğru geçiyoruz.


Araçımızın yanına gittikten sonra orada biraz dinleniyor ve karnımızı doyuruyoruz. Sonrasında ise hemen aşağımızda bulunan Erikli Yaylasına gittik. Yayla’nın yukarıdan görüntüsü gözlerimizi şenlendiriyor. Bembeyaz çicek açmış meyve ağaçları ve yeşil çam ağaçları enfes bir görüntü sunuyor bizlere. Yanlarına gitmek can atıyoruz.

Yaylanın girişine aracımızı park ettikten sonra ben sırt çantamı hazırlarken Biblo yola koyuldu bile.

Yaylada gezindikten sonra çimlere kendimi atıyorum. Ancak Biblo yaylada keşife devam ediyor. Sonra o da bana katılarak yatıyor. Burada 1 saat yatıp kuşları, rüzgarı ve temiz havayı teneffüs ediyoruz.

Hafta içi yağışlardan dolayı yaylanın pek çok yeri su altında. Dinlendiğimiz yere giderken her iki botumda tamamen çamura gömülürken paçalarımda tamamen çamur oluyor. Biblo’nun ayakları tamame çamur içinde kalıyor. Neyseki Biblo şanşlı, pati ve ayaklarını derede yıkıyoruz.

Baharın işaretçisi olan çiçekler sadece ağaçlarda değil. Papatyalar, çiğdemler ve adını bilmediğim renk renk pek çok çiçek yeşil çimenleri süslüyor.

Erikli yaylasında 2 saat’i aşkın bir süre kaldık. Sonrasında Delmece yaylasına doğru yola koyulduk. Erikli Yaylası ile Delmece yaylası arasınındaki mesafeyi tam olarak ölçmedim ama sanırım 10 KM. Delmece yaylasına çıkış yoluda bir o kadar keyifli. Yolumuz üzerinde Küçük Dipsiz Göl ile Büyük Dipsiz Göl bulunuyor. Her iki gölüde aslında sevmiyorum. Daha önceki gelişlerimde de gölde fazla kalmadan hemen yola koyulmuştum. Nedeni ise gölün renginin berrak olmaması. Zaten bunlar balcık gölleri. Yaz, kış renkleri çamur renginde.

Küçük Dipsiz Göl Büyük dipsiz göl.
Yolumuzun üstünde onlarca küçük şelale bulunuyor. İşte bazıları:
Bu şelale ise yolumuzun üstünden geçiyor.
Geze geze gittiğimiz yolun sonunda Delmece Yaylasına varıyoruz. GPS cihazımıza baktığımızda deniz seviyesinden 719 metre yukarı olduğumuzu görüyoruz. Hava Erikli Yaylasına göre daha serin olduğu için bu sefer montumu giyerek yürüyüşe başlıyoruz. Aracımızı hemen Delmece Yaylası girişine park edip, yaylanın diğer ucuna doğru yürüyüşe başlıyoruz. Biblo burayı da çok seviyor. Biblo’nun zaten kriteri bol bol çimen, açık alan ve su olacak. Su derken dere, göl veya büyük su birikintileri olabilir. Biblo Hanım hemen koşturmaya başlıyor. Özellikle sulak çimen alanlar favorisi. Yaylada yazın kullanılan çok sayıda yayla evi bulunuyor. Yaylada yine yalnızız sanıryoruz ama ileride iki araç daha görüyoruz. Bunun dışında yaylada kimse bulunmuyor. Tüm yayla evleri haliyle boş. 2007 Haziran’da geldiğimde ise yayla evlerinde yerleşim başlamıştı.
Delmece yaylasında ise 45 dakikalık yürüyüş yaptıktan sonra güneşin kaybolması ile eve dönüş yolcuğuluğumuz başladı. Biblo ilk önceleri çevreyi pencereden izlerken, günün yorgunluğu ile uyumaya başladı. Eve geldiğimizde önce enerjik görünen Biblo neredeyse tüm akşam uyudu.

Bu gezimiz bol çimenli, düzlük alanlarda ve sulak çimlerde geçtiğinden Biblo’nun 10 üzerinden 10 vermesine sebep oldu. Ne kadar bacaklarımda ufaktan ağrı hissediyorsamda, enerji dolarak yeni haftaya hazır hale geldim.

Pazar günü tekrar gezeriz diye düşünüyordum ama havanın çok bulutlu olması ve puslu olmasından dolayı ayrıca bir gezi yapmadık ama Biblo’yla beraber Tuzla sahilde yürüyüşümüşü yaparak enerjimizi attık. Biblo şu saatlerde halen uyumakta ve gelecek hafta yapacağımız geziye enerji toplamakta.

Mustafa Kemal Paşa-Suuçtu Şelalesi

2

8 Mart günü havanında güzel olmasından faydalanarak erkenden yola çıktık. Bu geziye de Biblo katılamadı. Gezinin uzunluğu ve motosikletle yol alacağımızdan dolayı Biblo’yu geziye dahil etmedim. Ertuğ ile yaptığımız bu geziyi motosikletlerimizle yaptık.

Gezi hakkında
Gezi Tarihi: 8-9 Mart 2008
Varış Noktası: Su uçtu şelalesi – MustafaKemalPaşa
Toplam KM: 386 KM

Harita:

Su uçtu şelalesinin bu mevsimdeki görüntüsü


Suuçtu şelalesi 38 metreden yüksekliğinde. Sonrasında ise dereyi pek çok ufak su kaynağı besliyor ve MustafaKemalPaşa çayı ile birleşiyor. Yol üstünde Ulubat gölüde gezilip görülecek yerler arasında.

Bu mevsime şelalaer mevsimi diyorum. Yazın bu şelalerin akışı yavaşlıyor veya kuruyor asıl güzellilerini kaybediyorlar. Eğer buraları yaza bırakırsanız bu güzel görüntülerden mahrum kalabilirsiniz. Mayıs sonuna kalmayın. Özellikle Su Uçtu şelalesine bakarsak en geç Nisan sonu diyebiliriz. Lakin bu bölgede çok yüksek dağlar yok. Kar suları eriyince suyun debisi oldukça azalacaktır.

Su düşen çevresi mesire yeri olarak düzenlenmiş. GPS’imde rakımı 464 metre olarak gösteriyor. Mustafakemalpaşa’ya uzaklığı ise 17 KM. Hani Balıkkesir üzerinden İzmir’e doğru gidecek olursanız uğramadan geçmeyin.

Mustafakemalpaşa ünlü Peynir Tatlası yada diğer adı Kemalpaşa tatlası ile ünlü. Şehir merkezinde Güvenal’da bu tatlıyı yemeden gitmeyin. Öyle kurutulupda şerbetle yapılan Kemalpaşa tatlılarına hiç benzemiyor. Tadı damağınızda kalıyor. Ayrıca sabahları dolup taşan MaviKöşe’de Kelle çorbası için. Aman masalarda sunulan pul biberlere dikkat. Oldukça açılar. Öyle hemen kaşıklayıp çorbanıza koymayın. Yöre halkı son derece misafirperver. Öyle turist muamelesi yapmadan sizi sıkmadan ilgileniyorlar. Sanki onlardan biriymişsiniz gibi.

Mustafakemalpaşa’ya vardıktan hemen sonra hiç oyalanmadan Su Uçtu’ya gidiyoruz. Yol virajlı ama asfalt. Gayet rahat bir şekilde Su uçtu’ya ulaşılıyor. Hemen Şelale’nin sesi kulağınızı dolduruyor. İlk baharın bu ilk günlerinde henüz ağaçlar yeşermemiş. Güneş bu yüzden bizi ısıtıyor. Ama yazın buraların serin olduğu söyleniyor. Sık ağaç yapısında yeşeren ağaçlar güneşe geçit vermezken ve soğuk suyla birlikte yazın burayı serin kılacaktır.

Şelalenin kendisi ve çevreside oldukça güzel doğa manzaraları sunuyor. Bu mevsimde şelaleye yaklaşmak demek ıslanmak anlamına geliyor. 38 metreden dökülen suların çıkartığı su tanecikleri üzerinizi sırılsıklam yapmaya yetiyor. Eğer yakınına gidilecekse yağmurluk ve kaymaz botlar gerekiyor. Ayaklarımda motosiklet botlarım olduğundan kaygan zeminde ilerlemek pek mümkün olmadığından şelaleye çok fazla yaklaşmak mümkün olmuyor.

Offroad içinde güzel ara yollar var. Su uçtu şelalesinden inerken hemen solda toprak yol ayrımı var. 8 Km sonra Alabalık tesisine çıkılıyor. Yol tam offroadluk. Normal araçlar için zorlayıcı yerler var.

Yan kollara bulunan ufak derelerde güzel görüntüler oluşturuyor.


Su Uçtu şelalesinin hemen aşağısında da küçük şelaleler güzel manzaralar oluşturuyor.
Su Uçtu şelalesine farklı bir açıdan bakış.

Yolculuğumuzu benim Yamaha XT600 ve Ertuğ’nun 200cc’lik cross’u ile yaptık. Gezerek görerek gittiğimiz gezinin hem yolu hemde sonucu oldukça tatmin edici oldu.

Cumartesi akşamı Güvenal’da enfes peynir tatlısı yedikten sonra, Pazar sabahı Maviköşe’de kelle çorbalarımızı içerek İstanbul dönüşüne başladık. Bu haftada Türkiye’min güzelliklerin Su Uçtu’yu bu şekilde ziyaret etmiş olduk.

Biblo’suz Poyrazlar Gölü

0

İlk defa Biblosuz bir geziyi yayınlıyorum. Cumartesi günü Sakarya’da iş toplantım var. Havanında güzelliğinden de faydalanarak bugün motosikletim Yamaha XT600 ile gitmeye karar verdim. Toplantı saatim 10:30.. Saat 14:000 gibi toplantı sona erdiğinde Poyrazlar Gölü’ne uğrayayım istedim. Hem çalışayım hemde kafa dinleyeyim istedim. Ama hep içimden keşke Biblo’da olsaydı diye geçirmedim değil.

Poyrazlar piknikçilerin az olduğu dönemde pek çok kez geldiğim bir yer. Sevdiğim bu göl aslında Sakarya çevresi için popüler bir mesire yeri.. Tabi ben o popüler zamanlarda gelmediğim yer. Poyrazlar gölü kendi kaynağından beslenen göl. Göl içinde yaban ördekleri, altın sazan balıkları var. Göl henüz çok kirlenmemiş vaziyetti. Eğer benim gibi sakinliği seviyorsanız Ekim-Nisan ayları buraya gelmelisiniz. Pazar günü’de tercih olmamalı. Motosiklet için giriş ücreti 3 YTL. Ama dilerseniz karşı kıyıda kamp kuracaksanız, burası ücretsiz.

Poyrazlar Gölü’nde yaban ördeklerinin eşliğinde 2 saat dinlendikten sonra eve dönüş yolculuğuna başladım. Eve geldiğimde Biblo evde yalnızlığından dolayı ağladı…Kızımı bu hafta iyi bir gezi yapacağım.

İşte bir kaç foto





Aytepe’de Kar

1

Cumartesi günü çalışmakla geçti. Fakat akşam üstüne doğru fark ettim ki, hafiften şifayı kapmışım. Bu yüzden Pazar günü gezi konusunda tereddütüm doğdu. Ancak akşam sevgili çoçukluk arkadaşım ile konuşurken yarın kısa da olsa bir gezi yapalım, karlı dağlara gidelim istedik. Karlı tepeler diyince aklıma ilk gelen yer sıkça gittiğimiz yine Aytepe oldu.

Biblo her nedense bugün durgun. Evden bile çok çıkmak istemedi… Neyseki arabaya binince gezi havasına girdi. 55 Dakika sonra Aytepe eteklerindeki Yuvacık barajına vararak gezi başlangıç noktamıza gelince her zamanki gibi barajın su seviyesine baktım. Ancak hiç bir değişiklik yok. Baraj su seviyesinde bir iyileşme yok. Hatta neredeyse kötüleşme var diyebilirim.

Geçen sefer Tepecik köyüne geldiğimizde karla ilk karşılaşmamız 700 metre civarında olmuştu. Ama bu sefer 500 rakımda kar iyice görünmeye başladı. İlk durağımız Muhtar’ın yeri. Orada çayımızla birlikte sohbetten sonra yola koyulduk.

Yolda durup bir kaç kare fotoğraf aldıktan sonra yolumuza aynen devam…

İlk durduğumuz yerde hemen Biblo da aşağı inerek karın keyfini çıkartmaya başlıyor.

Etrafın sisli olması ve kardan dolayı her zaman girdiğim toprak yol yerine başka bir yola yanlışla saptık. Bu yol Veysel Amca’nın yerine gidiyormuş. Önce şanşımıza sisli hava var derken, sonrasında sisli havada hoşumuza gidiyor. Araçımızı park ettikten sonra yürüyüşe başlıyoruz. Tabi yine her zamanki gibi Biblo önden biz arkadan.

Hava o kadar güzelki.. Üşümüyoruz. Her yer karlarla kaplı. Özellikle ağaçların karla örtülmüş bembeyaz halleri keyif almamıza yetiyor. Bir ara durup bu ortam içinde Murat’la sohbet ediyoruz.

Özellikle aşağı yürürken zorlanıyoruz. Malum benim burunlar tıkalı. Balık gibi ağzım açık nefes alıyorum. Murat’ın ise diz kapaklarında sorun var. Bu yüzden yürüşümüşü kısa kesip tekrar geri dönüyoruz.

Yukarı araçımızı bıraktığımız yere gelince ince bir havlama sesi bizi karşıladı. Bu ses nereden geliyor derken, hemen yolun sağında ufaklığı gördüm. Biblo’ya bakarak havlıyor ama bir o kadarda çekiniyor. Gel ısrarımız ve Biblo’nunda ona havlaması ile yanımıza geldi miniklik.


Adını bilmediğimiz ufaklığı biraz yemek ödülü vererek Aytepe’den inişimiz başladı. Aşağıda inerken biraz zayıf bir umutla geçen sefer gördüğümüz buz sarkıtlarını olduğu kayalığa gittik. Ancak havanın yumuşaklığından kayadan duvar üstüne hiç bir buz sarkıtı kalmamış. Ama köprünün altından akan dereyi fotoğraflamayı bu sefer ihmal etmedim.

Yuvacık barajının sonunda hep gördüğümüz “Mahir’in Yeri” yere hep uğramadan geçerdim. Ya giderken biran önce tepelere gitme hevesimden yada dönerken az vaktim kaldığımdan bir türlü uğramadım. Neyse bu sefer hemen dere kenarında kurulan bu güzel yere giriyoruz. Murat sobanın kenarından yerini aldıktan sonra bizde Biblo ile dere kenarında ufak bir gezinti yapıyoruz. Bu dere üzerinde toplamda üç tane un değirmeni var. Genellikle mısır unu yapıyorlarmış. Suyun akış hızı ile çalışan bu değirmenler halen faal.


İki değirmen uzakta görünüyor.
Dönüşte alabalık havuzuna bakmak için havuz kenarına yanaştım. Bu arada derede doğal alabalık varmı derken, çoçuklar “Havuza atladı” diye bağırdılar. Ben kim atladı derken bir baktım bizim Biblo yine suya dayanamamış havuza atlamış..Eee bu sefer acele yok dedim ve bir iki kare fotoğrafını çektim. Balıkları mı merak etti acaba ? Tabi sonrasında hemen içeri girerek elbisesini çıkardık. Biblo’nun bu su merakı umarım bir gün başıma iş açmaz. Doğal suya bayılıyor hanım efendi Banyo’ya gelince kaçacak yer arıyor.

Murat’la karnımızı doyuruptan sonra gazetelerimizi okurken Biblo benim montum içinde uyuklamaya başladı bile. Soba ateşinde pişen çayımızı da içtikten sonra eve dönüş yolculuğuna geçerek bu haftaki gezimizi de tamamladık.

Güre: Kazdağlarının Etekleri

0

Cuma günü Bursa’da işim olunca hemen hafta sonu için alternatif gezi planı yapmaya başladım. Baktım Kazdağlarına yaklaşıyoruz, o zaman ne zamandır gitmek istediğimiz Kazdağlarına karar kıldık. Böyle olunca Biblo’da Bursa’ya geldi. Maalesef işler bitinceye kadar arabada beklemek zorunda kaldı. Elbette sabah gezisi ve toplantı sonrasında ihtiyaç molası gezileri yaparak arabada bekledi.

Geziyi Nuray ve Biblo ile başladık. Sonrasında ise Serhat’ı 3 saatte gelirsin diye kandırarak Güre’ye kadar getirdik. Tabi ki rekor kırarak 430 KM’yi, 4.5 saatte geldi…

Bursa’da işimiz bitince Cuma akşamı konaklayacağımız Zeytinbağı Butik Oteline doğru yol aldık. Zeytinbağı Edremit ile Altınoluk arasındaki Güre’nin çıkışındaki Çamlıbel Köyü içinde yer alıyor. Zeytinbağı gerek yemekleri gerek mimarisi ile özgün bir yer. Zeytinbağı’nın kurucuları ise Erhan Bey ile sanatçı Tuncel Kurtiz. O akşam tek misafirleri bizdik. Kazdağlarının yaban otları ile önden soğuklar epey ilgimizi çekti. En çok değişik gelen çilek soslu pancar köküydü. Sonrasında gelen Kılıç balığı şişi ise damağımızda kalan son lezzet oldu.

Otelde toplamda 8 oda var. Odalardan 6 tanesi taş duvarlardan yapılmış köy mimarisine sahip. Odaların yataklarından tavanlarına kadar olan mimari geleneksellik baz alınarak döşenmiş. Gerek mimari gerek Kazdağlarının havası bizleri büyüledi. Erhan Bey bahçesinin arka bölümünün hiç bir köşesini boş bırakmamış. Bir bölümünde yemekleri hazırladığı otları yetiştiriyor. Aşağı tarafdaki küçük ama bereketli meyve ağaçlarından ise meyve fışkırıyor. 3 Tane minik kivi ağacından yılda 1800 tane kivi alıyorlarmış. Greyfurt ağaçlarının dalları ise meyveleriyle dolu.

Biblo ortamı elbette çok sevdi. Erhan Bey’in kızı Elif ile Biblo iyi anlaştılar. Sabah kalktığımızda Biblo sürekli onunla tüm oteli gezip durdu.

Zeytinbağı hakkında daha detaylı bilgiye http://www.zeytinbagi.com/ web sitesinden erişilebiliniyor.




Kardeşim Serhat yere düşen enfes greyfurt ile poz verirken :

Zeytinbağından ayrıldıktan sonra Kazdağlarına doğru olan su kaynaklarını görelim istedik.Erhan Bey’in tarifi ile Sutüven şelalesi ve Hasan Boğuldu göletine gittik. Zeytinbahçeleri içinde offroad şeklinde gittiğimiz yolun aslında asfalt bir alternatifi olduğunu şelaleye gidince farkına vardık. Araç sevdiği yoldan gitti sanırım.

Sutüven şelalesi Şelalenin aşağısında Biblo kayaların üzerinde zorla poz verirken;
Sonrasında kısa bir yürüyüşle şelalenin yukarısında bulunan Hasan Boğuldu göletine gidiyoruz. Orada kayaların üstünde suyun sesi ile dinlenerek keyif yapıyoruz.

Biz otururken Bibloyu montumun içine alıyorum. Biblo Serhat’a bakarken:
Sonrasında ise bir sonraki kalacağımız Altınoluk’un ilerisinde bulunan Küçükkuyu’daki Carpe Diem bungalow evlerine gidiyoruz. Buranında tek misafiri bizdik, neyseki akşam bir kişi daha geldi. Sezon sonu olduğu için kendi yemek malzelerimizi ve içeceklerimizi kendimiz aldık. Cüneyt’in misafirperverliği ile güzel zaman geçirdik. İşletme sahibi Alp Bey’le, Sibel Hn’ın acil bir iş için İstanbul’da olduklarından tanışma fırsatı bulamadık ama Alp Bey telefonda da olsa oldukça yardımcı oldu. Cüneyt onların misafirperverliğini aratmayacak şekilde bizlerle ilgilendi. Carpe Diem ile ilgili detaylı bilgi için: http://www.carpediembungalow.com/


Carpe Diem’de rahat bir konaklama yaptıktan sonra Pazar sabahı Asos’a doğru yöneldik. Zeytin ağaçları arasında gittiğimiz yol üstüne tepe bakışı yaptığımız Kadırga Koyu’nunda geride bırakarak Asos’a gidiyoruz.

Asos’a Athena Tapınağı ziyaretimizde Biblo iyice kendi özgürlüğü ilan ederek kendi başına gezmeye başladı.

Sonrasında Asos Antik Liman’a ve oteller bölgesine indik. Yöre halkının sıcak ilgisi önce bizi karşıladı. Ancak sular altında kalan antik limanı bu güneş ışığından göremeyeceğimizi anlayınca bizde çevreyi dolaşmaya başladık. Kendimi denize atlamamak için zor tuttum. Dalış kıyafetlerim yanımda olsaydı kesin suya girmiştim.

Hava kararmaya başlamadan bizde dönüş yolunu tuttuk. 6 saatlik bir yolculuk ile evimize geldiğimizde Biblo yorgunluktan bitkin halde hemen sepetine uzantı ve hiç kıpırdamadan yattı.

Güreden akşam üstünü karelemeyi de ihmal etmedim:
Bu aylarda tatil yörelerinin keyfine doyum olmuyor. Sessiz, sakin, kafa dinlemek için çok güzel zamanlar. Yazları sezon açıldığında bu tür yerlerden uzak duruyorum. Kalabalık hem Biblo hemde benim için yeterince yorucu oluyor.

Bu keşif gezimizde nerelerde kalınır, ne kadar sürede gelinir, Kazdağlarına doğru yapılacak gezilerimizde nerelere gidebiliriz az çok bunları gördük ve dinlendik.

Ağva-Darlık Barajı

1

Biblo bu pazar her zamanki hafta sonu heyecanı ile saat sekizde beni uyandırmaya başladı. Saat 09:30’a kadar süren bu girişimi başarılı oldu ve yataktan kalkabildim. Herkesi tek tek yataklarına gidip kaldırdıktan sonra önce balkon kapısının açılmasını istedi. Çünkü biz toparlanıncaya kadar balkondan kedi gözlemi yaparak onlara havlarak biraz enerji atma niyetinde… Gezeceğiz bildiği için kıpır kıpır yerine duramıyor. Neyse biz toparlanırken Biblo balkondan “Hav Hav Hav” yaparak kedileri evin önünden kovdu. Sanırım bizim evin önündeki kedilerde bir Biblo fobisi oldu. Onun sesini duyunca çil yavrusu gibi kaçıyorlar. (Çil Nedir?: Bir çeşit yaban kuşu. Zorda kalmadığı sürece uçmaz, koşar. )

Neyse herkesin toparlandığı gören Biblo hemen kapıya koşarak bu seferde kapıya dayanıyor. Hadi hadi ısrarını kapıyı patiliyerek ve sesler çıkartarak yapıyor.

Hedefimiz sıkça gittiğimiz Hacıllı Köyü..Ancak rüzgarın fazla olmasından dolayı Hacıllı planımızı iptal edip, Ağva’ya yöneliyoruz. Öyle bir rüzgar varki hava sekiz derece olmasına rağmen üşüyoruz. Ancak önce Biblo’nun koşturması için düz, yeşil bir alanda duruyoruz. Ekip liderimiz Biblo önde biz arkasında ufak bir gezi yapıyoruz. Sonrasında ise Göksu deresinde bir mola veriyoruz. Biblo hemen koşma ve gezme aktivilerine başlıyor. Bir ara beni kaybediyor.. Sonra fotoğrafını çekerken, beni görünce “Sen neredeydin bakim” der gibi kafasını yana yatırıp bana bakıyor.

Serhat’a evde bere aradım durdum. Sonra yok bende arabada şapkam var dedi. “İyi öyleyse üşüme sonra” dedim. Meğersem kalpakmış.


Göksu deresinden sonra doğru Ağva’ya yöneliyoruz. Ağva’da ilk durağımız liman. Ağva’nın bu sakin halini çok seviyorum. Yazları olan kalabalık Ağva’nın o güzel yüzünü saklıyor sanki. Deniz fenerine kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Ancak herkes üşüdüğü için (ben ve Biblo hariç) bir yere girmeye karar veriyoruz.
Ağva’nın yeşil çay’ı rengini almış, sakin sakin akıyor.

Önce Liman Restaurant’a gidiyoruz ancak et yemeği olmadığını öğrenince Gizli Bahçe restaurant’a yöneliyoruz. Gizli Bahçe Restaurant’ın güzel bir havası var. Tamamen ağaçtan yapılmış ve restaurant hemen çayın kıyısında kalıyor.

Nuray’la Serhat tavla oynarlarken Biblo ile çevreyi gezip geldik.
Serhat’ı Kandıra yolundan yolcu ettikten sonra dönüşte keşif için Darlık barajı tarafına saptık. Google Maps’dan baktığım kadarıyla ileride bir köprü ve darlık barajının ilk girişi bulunuyordu. Neyse köprüye son derece kolay şekilde vardık ama su yoktu. Yol stabilije ama normal araçların gitmesini engelleyecek yerler var. Aman bu şekilde de kalsın, bu sayede piknikçiler gelmez, çevrede kirlenmez.
Köprü baraj suyunu taşıyan büyük boruları taşıyor.
Sonrasında 5-6 KM daha ilerledik saat geç olduğundan ancak baraja bu kadar yaklaşabildik. Artık burasıda gezi planlarımız arasında. Özellikle yol güzergahımız altında bulunan dere oldukça ilgimizi çekti.

Kurumuş Dere Yatağının Güzellikleri

0

Bu hafta hep merak ettiğim Ballıkayaların üst taraflarına yolculuktu. Ballıkayalar su kaynağı gün geçtikte kururken, Ballıkayaları besleyen su kaynaklarını merak ediyordum. Bu yüzden her zaman Milli Park girişinden değil, vadinin üst tarafındaki tepeden doğru Ballıkayalara inmeye karar verdik. Güzergah şu şekilde belirledim: Vadinin yukarında daha önce gördüğüm kısa dere yatağını izleyip, Ballıkayalar vadisine inmek, oradan da vadi içinden dereyi izlemek ve tekrar tepe tırmanışı yaparak tepe üzerinden 2-3 KM yürüyerek aracımızı bıraktığımız yere varmak.

Biblo kızgınlık dönemine girdiği için hassas bir döneminde. Akşamları ağrısı bile olabiliyor. Pazar günü onu götürüp götürmemekte kararsızım ama kıyamıyor onuda geziye getiriyorum. Aracımızı bıraktığımız yerden itibaren vadiye ineceğimiz dere yatağını izliyoruz. Maalesef hiç bir su belirtisi yok. Dere yatağı tamamen kurumuş durumda ya da kurutulmuş durumda.

Yürüdüğümüz dere yatağı çok kısa bir parkur aslında.

Enfes manzaralar var. Ancak suların bir zamanlar buradan akışını ve oluşturdukları şelalenin güzelliğini sadece hayal edebiliyorum. Bu yükseltilerin sonunda hep havuzlar var. Özellikle aşağıda şekil doğal bir antik tiyatro şeklinde. Suları buradan akarken görmek isterdim.

Biblo bu parkuru sevmedi. Onun sevdiği gezi alanları düz ve çayır çimen..Epey mızmızlandı maalesef.

Sonra Ballıkayalar vadisine ve dereye ulaştık ancak Biblo somurtmaya devam ettiği için başta planladığımız parkuru tamamlamadan onun seveceği Ağva-Pınarlı Köyü ile Bağıranlı arasındaki hep gittiğimiz koya gittik. Tabi Biblo orada gayet neşeli bir biçimde gezindi.
Biblo artık gezi seçiyor, istediği türde gezi olmazsa da inatla birlikte kapris yapıyor. Dere yatağından ilerlerken pek çok yerde gelmeyi reddetti. Mecburen kucağıma alıp ve kayalardan aşağı ben indirdim, ya da çıkardım. Aşağı dere yatağına inince de montuma kıvrılıp arkasını dönerek yattı. Hanımefendi parkuru sevmedi ya…Neyse sonunda onu mutlu etmeyi başardık.

İnönü Yaylası’nın Karlı Yolu

0

Bugün aslında motorla gezi yapacaktık. Ancak ekip çeşitli sebeplerden dağılınca bizde Aytepe civarına gidip kar yürüyüşü yapalım dedik. Sabah saat 09:30 gibi başlayacak gezimize geç evden çıkışımızda saat 10:30’u geçti. Yine Biblo’nun sayesinde kalkabildim. Biblo yine sevinçle boğazıma patisini bir yandan bastırarak yüzümü yalarken kalkmamak imkansız oluyor. Saat 11:00 gibi Ertuğ ve Petek ile buluştuktan sonra Aytepe’ye doğru yolculuğumuz başladı.

Yuvacık barajına geldiğimizde su seviyesi halen iyi durumda olmadığını görüyoruz. İlk önce Aytepe yolundan ServetiyeCami Köyüne kadar gittik. Yolun temiz olduğunu görünce Aytepe’ye çıkmak yerine İnönü Yaylası yolunu deneyelim dedik.

Gezi Bilgilerimiz

Evden uzaklık: 90 KM
En yüksek eriştiğimiz nokta : 962 metre
Süre: 6 saat

Yuvacık Barajının su durumu

Tepecik köyüne doğru yol tertemiz. Sonrasında ise karlı yol başlıyor.

İlk durduğumuz yerde Biblo’nun kar üzerindeki yürüyüşü başlıyor.
962 metreye geldiğimizde aracımızı bırakıp yürüyüşe başlıyoruz. Ama İnönü Yaylasına ulaşmamız zor. Neredeyse 5 KM var ama karda yürüyüş epey bizi yoruyor.

Biblo dönüş yolundan ayak izlerinden daha kolay yürüyebileceğini anlıyor. Toplamda ancak 3 KM civarı yürüyüş yapıyoruz. Dönüşte Biblo’nun üşüdüğünü görüp hemen sırt çantasına aracımıza dönüyoruz. Isınması içinde Araçta’da montumu arka koltuğa serip, içine Biblo’yu yerleştiriyorum.

Karın kalınlığı 30 cm civarında. Dönüş yolumuzdan bir kare

Giderken gördüğümüz kaya üstünde oluşmuş sarkıtlar bizlere güzel bir manzara sunuyor.

Ertuğ abisi GPS programına bakarken Biblo çalışan araç içinde sıcak havada ısınmaya devam ediyor.
Ateşimizi yakıp, sucuk ve köfte sefasından sonra eve dönerek bugünü de tamamlıyoruz.

Ballıkayalar’da Yorgunluk Atıyoruz

2

Bu hafta oldukça yoğun geçti. Sabah başlayan çalışmalarımız gece saat 02:00’lere kadar sürdü. Bazen 3 saat uyayarak geçen geceler sonunda yorucu ama başarılı bir hafta geçirdik. Cuma akşam gece saat 02:00’e kadar çalışınca Cumartesi günü güne geç başladık. Saat 10:30’da Biblo’nun ısrarı ile ancak uyanabildim.

Biblo sabahtan güneşli havayı görünce ısrarla hadi gidelim modunda. Bir türlü yerinde duramıyor. Ben kahvemi içerken bile sabırsızlık yaparak bir kapıya gidiyor havlıyor, bir yanıma geliyor bacağıma yaslanıp bana bakıyor. İçi içine sığmıyor. Bu arada ben nereye gidelim diye düşünüyorum. Saat çok erken değil, bu yüzden kısa bir gezi olmalı. Ballıkayalar ise yakın ve yürümek içinde ideal bir yer diye düşünüp Ballıkayalar’a gitmeye kadar veriyoruz.

Biblo oturduğumuz site içinde ufak bir kedi kovalamaca yaptıktan sonra yola çıkıyoruz. Kuraklık yüzünden Ballıkayalar yazın tamamen kurumuş, 2 ay boyunca akmaz hale gelmişti. Dereni su seviyesini bu yüzden merak ediyorum. Eğer yağışlar böyle giderse 2 değil 3 ay boyunca bu yaz akmaz. Ne yazıkki yağışlar hiçde iyi gitmiyor.



Ballıkayalar yüksek olmayan bir kanyon. Genelde kaya tırmanışını seven doğa severler buraya geliyor. Kanyonun hemen başlangıcında bu iş için ideal 2 kaya tepesi bulunuyor. Biz ise dere içinde ve kenarından yürüyüşümüzü büyük şelaleye kadar yapıyor oradan geri dönüyoruz.
Derenin oluşturduğu havuz geçit vermediği için Şelaleyi görmek için tepeye çıkmak gerekiyor. Biblo ile tepeye çıkarak dinlence yerimize ulaşıyoruz. Burası keyifli bir yer. Kanyonun her iki tarafına rahatlıkla görebiliyor ve ve şelaleyi tepeden izleyebiliyoruz. İşte dinlence yerimiz ve şelale manzarası:
Biblo onca kaya üzerinden bir aşağı bir yukarı yürüyünce benim montun üzerine yatıp soluklanıyor ve keyif yapıyor. Yattığı yerden kuşlara bakıyor ve çevresini seyrediyor.


15-20 dakika burada durup doğanın keyfini çıkardıktan sonra ileri patikaya doğru yöneliyoruz. Ancak patika zorlu. Biblo korkuyor ve sürekli olarak geri dönelim dediği için patikayı devam etmeden geri dönüyoruz. Biraz önce durduğumuz yere gelince ben burundan dereye bakmaya gidiyorum. Geri döndüğümde ise Biblo yok. Sesleniyorum çıt yok. İki yol var, birisi zorlu diye geri döndüğümüz patika, diğeri ise geldiğimiz yol. Sanırım devam etti diyerek geldiğimiz yöne gidiyorum ama yok.. Sonra koşarak dinlendiğimiz yere dönüyor tekrar sesleniyorum. Artık korkmaya başlıyorum. Aşağı düşebilir endişesi ile gittiğim buruna tekrar gidiyorum ve aşağıya bakıyorum. Buradan aynı zamanda ileriyi gittiğimiz patikayı da daha rahat görebiliyorum. Bir daha seslendiğimde beyaz bir şeyin patikadan aşağı doğru geldiğini görünce rahatlıyorum. Sanırım Biblo benim buruna gittiğimi görmeyince ileri patikaya gitmiş. Biblocuk gelince onu teselli ederek biraz daha orada dinleniyoruz. Anlaşılan o da korkmuş.

Geri dönüş yolunda da bir ara mola veriyoruz. Biblo yine hemen yine montumun üzerine çöreklenip benimle birlikte suyun sesini dinlemeye başlıyor. Sonrasında ise hava kararmadan yine evimize geri dönüyor ve bugünkü macerayı da sonlandırıyoruz.

Yılın İlk Günü: Hacıllı

0


Gezi Bilgileri
Mesafe:
Tuzla-Hacıllı 64 Km. Toplam 128 Km
Hacıllıya Ulaşım Süresi: 1 saat 20 Dakika

Yılbaşı akşamı geleneksel olarak yine Ablamlarla beraber kutladık. Ablam, namı değer Misscilek yine enfes bir sofra kurdu bize.. Biblo ise mama rejimini bozarak bu akşama özel tavuk yedi.
Ertesi gün için Ercova yaylası planlarımdayken, havanın soğuk olmasından dolayı buz ve kar endişesiyle ikinci alternatifimiz olan Hacıllı köyü’nden Göksu deresi kıyısında yürüyüşe karar kıldım. Göksu deresi gerek tabiatı gerek derenin sunduğu güzellikler ile yürümek için ideal bir parkur. Bu sefer hep gittiğimiz dere kıyısı yerine daha ilerisinde olan farklı bir yere aracımızı park ettik.
Biblo tabi anında çimende.. Hazırlığımı tamamlar tamamlamaz yürüyüşümüz başladı. Varış saatimizi göz önünde bulundurarak en fazla gidiş geliş 2.5’lik bir yürüyüş planladım. İlk önce Hacıllı kıyısından başlayan yürüyüşümüzü daha sonra köprüyü geçerek karşı kıyıdan sürdürdük.

Köprüyü geçtikten 100 metre sonra çamur zeminin kayganlığından kendimi yerde buldum. Neyseki sadece pantolunumun sağ tarafı çamurlandı. Sonra aklıma geldi, batonları arabada unutmuştum. Neyse hemen iki tane sağlam dal bularak baton fonksiyonunu tamamladık.
Yürüdüğümüz patikadan daha önce koyun sürüsü geçtiği için çamur iyice dövülmüş, dolayısıyla botlarım çamur doluyor ve sürekli kayıyorum. Kendi kendime karşı kıyıya bakıp, “Karşı kayı daha iyiymiş. Dönerken geçecek bir yer bulursak oradan dönelim” diyorum. Bu düşünce ile giderken bir yandan da geçiş yapabilecek bir yer gözüme kestirmeye çalışıyorum.
Bir düzlüğü çıktığımızda ileride koyun sürüsü gördüm. Sürü varsa köpekde olacağından hemen emniyet gereği durduk. Biblo’ya yanıma gelmesini söyledim. Ciddi olarak söylediğim zaman hemen geliyor. Arkama geçti ve sürüyü daha iyi görmeye çalıştım. Hemen bize yakın tarafta yatan çoban köpeğini görünce orada mola vermeye karar verdim. Etrafı kolacan ederken, tepeye doğru yönelmenin daha iyi olacağını düşünerek tepeye doğru çıktık. Sürü gelirse bizi görmeden geçerler bu sayede köpek problemi yaşamazdık. Aslında diğer alternatifde Biblo’yu sırt çantasına alıp geçmekti ama 45 dakikadan beri yürüyorduk ve ikimizde yorulduğumuzda mola vermenin iyi olacağın karar verdim.

Biblo ile tepeye çıkıp, rahat oturabileceğimiz bir yer bulduk. 45 dakika yürüyüş üstüne birde tepeye çıkınca iyice ter bastı. İçime termal giydiğime aslında pişman oldum. Hafif bir esinti vardı ama güneş yeterince ısıtıyordu. Montumu ve çantamı çıkartıp yere koydum. Biblo’da iyice yorulmuş olacakki hemen montun üstüne yatarak dinlenmeye başladı. Bu arada bende soluklanarak biraz etrafı izledim. Canım sıcak bir şeyler çekince hemen bir kahve hazırladım. Orada yaklaşık 20 dakika kadar durduk.

Baktım sürü bize doğru gelmiyor ilerliyor, bende daha ileri gitmemeye karar verdim. Bu arada ileride agaçtan bir köprü yapmışlar. Tabi bildiğimiz köprü değil. Biraz akrobasi gerekiyor. Ağacın üzerinden kıyıya geçmek gerekiyor. Biblo kendi başına geçemeyeceği için kucağımı alıp, geçiş denemesi yapıyoruz ama bir yandan boynumda fotoğraf makinesi bir yandan Biblo, bir yandan da tutunmaya çalışmanın riskli olacağını düşünorum ve deneyi iptal ederek geldiğimiz yoldan dönüşe başlıyoruz. Tabi arada sırada Biblo ile oyun oynuyor sonra yolumuza devam ediyoruz. Oyunumuz şu şekilde: Biblo yerim seni diyorum ona atak yapacak gibi yapıyorum oda çevremde son hızla koşturuyor. Diğer bir oyunumuzda ben kaçıyorum o beni kovalıyor.. Sonra geri dönüyorum o kaçıyor.
Yarı yürüyerek yarı oynarak arabamızın yanına varıyoruz. Karnımız aç. Hemen odun toplayıp ateşmizi hazırlıyorum. Ateş köze gelinceye kadar gazetemi okuyorum. Biblo ise çevrede keşif gezisi yapıyor. Bi ara bakıyorum, Biblo yok… Ben seslenince çalıların arasından çamur içinde çıkıyor. Anlaşılan dere kenarına inmiş, orada da çamurla uğraşmış. Gel sucuk var diyince hemen koşa koşa geliyor. Sucuklarımızı kıvama gelmiş ateşte bıcakla sıyırdığım dallara takıyorum. Enfes bir sucuk yaparak Biblo yiyoruz. Biblo’nun hakkı az. Çünkü akşama mamasından yemesi gerekiyor. Israr ettiği için minik minik vererek oyalıyorum onu.



Saat 10:00 başlayan yolcuğumuz saat 15:00 olunca tamamlanıyor. Biblo çamurlu patileri ile arabaya bineceği için ön koltuğa montumu seriyorum ve Biblo ön koltukta yerin alarak eve geri dönüş yolculuğuna başlıyoruz.

Maden Deresi-Akgöl

0

Bayramı Ereğli’de Anne ve Babam’la geçirmek üzere Arife günü yola çıktık. Klasik yolculuğumuzu TEM üzerinden Düzce-Akçakoca üzerinden Ereğli’ye vararak tamamladık. Biblo Ereğli’ye nereye geldiğimizi anlayınca heyecanlanarak yerinde duramaz hale geldi. Evin önüne geldiğimizde ise Biblo’nun heyecanlı hareketleri yine “Dur bi sn” dememe yol açtı. Duramıyorki yerinde.. Neyse eve girer girmez hoplayıp zıplamaya başladı hemen. Önce anneme sonra babama iki ayak üstünde kalkarak patilerini onlara uzattıktan sonra evde gezinmeye başladı.

İlk 2 günümüzü Ereğli’de geçirdik. Biblo ile günlük gezilerimizi Ereğli sahilinde yaptım. Hanımefendi halinden son derece memnun.

Cumartesi sabahı ise Ereğli’den İstanbul’a yolculuğumuz başladı. Dönüş yolumuzu bu sefer Akçakoca-Karasu üzerinde üzerinden yapmaya karar verdim. Amacımız merak ettiğimiz yerlere keşif gezisi niteliğinde gezmek. İlk durağımız Maden deresi sonra ise, Akgöl sonrada Taşkısı ve Poyrazlar gölü olarak belirledim.

İşte Ereğli dönüş haritamız.
İlk durağımız Maden Deresi. Herkes derenin güzelliğinden ve şelaleden söz ediyordu. Bizde gidip bir bakalım dedik. Ancak insan eli değen her yerde olduğu gibi burasıda kirli. Dere güzel ancak dere boyunca dere yatağına takılmış poşetler görüyoruz. Aslında çok fazla değil ama bir tane bile görmek beni rahatsız ediyor.

Burada zamanında Altın Maden işletmeciliği varmış. Sonra kapanmış. Sanırım altın bulamamışlar 🙂 Yolun sonundaki Alabalık Tesisine kadar gidiyoruz. Orada yaşlı bir amca ve torunları ile çevre hakkında bilgi alıyoruz. Amca sağolsun çok müsafirperver. Bize “Bir tatlı bir çay ikram edeyim” diyor. Ancak vaktimizin kısıtlı olduğunu anlatıyoruz. Şelaleyi görecektik ancak sudan dolayı geçemeyeceğimizi söylüyor. Amacımız zaten keşif olduğu için bizde zorlamayalım dedim ve geri dönerek Akgöl’e yöneldik. Tabi geri dönüşte Biblo derenin kenarına inip bir suyunu içti..
Köprüden geçerken bir Traktörün sudan geçişini işledik. Bir ara bizde bizim araçla deneyelim diye içimden geçirdim.

Sonrasında Karasu üzerinden Adapazarına dönüyoruz. Adapazarı yolu üzerinden Adatepe’ye dönünce yaklaşık 4-5 Km sonrasında Akgöl ile ilk buluşmamızı gerçekleştiyoruz. Yoldan biraz içeride kayıkları ve avcıları görünce yanlarına gittim. Köyden pek çok avcı buluşmuş gölde kuş avlamaya çalışıyorlar ve eğleniyorlar.

Biraz sohbet ettikten sonra göl çevresindeki yolları soruyorum. Bir yol var ama çamurlaşmış sarı kumun benim araca dahi izin vermez diyorlar. Bu yüzden tepeye çıkan yolu tarif ediyorlar. Neyseki tepe yolunu kolay buluyoruz ama yol oldukça çamurlu. Tam offroad’luk diyebilirim. Güzel bir mevki bulup orada gölü izliyorum. Biblo’yu bu çamurda elbette arabada bırakıyorum. Onun çok hoşuna gider biliyorum ama sonrası tam facia oluyor.


Elbette bu arada bir çayırlık bulup burada bir yarım saat kadar zaman geçiyoruz. Biblo olabildiğince her noktayı keşfetme peşinde. Yorulmuş olacak ki, bir ara öylece oturuyor ve çevresine bakıyor.

Akgöl’den tekrar Adatepe’ye geri dönmemek için Ferizli yolundan devam ediyoruz. Yol kenarından geçerken gördüğüm manzara öyle hoşuma gidiyorki, hemen kareliyorum. Yalnız at çayırda..

Sonrasında Poyrazlar geçip ilk durağımız Taşkısı gölü. Taşkısı’na gitmek için Poyrazlar gölünden geçmemiz gerekiyor. Bu sefer Milli park içinden değil, hemen kuzeyinden bulunan yoldan gidiyorum. Neyseki Taşkısı’na varıyoruz varmasına ama göl öyle çok içaçıcı değil. Üstelik her taraf Askeri bölge. Vakit kaybetmeyelim diyerek Poyrazlar’a geri dönüyoruz. Biblo iner inmez hemen yine koşturmaya başlıyor. Ancak onu İskele’de yakalayabildim.

Poyralar gölüne geldiğimizde göl güneşi kaybetmeye başlamıştı. Çok sevdiğim bu yerde Biblo ile yürürken Biblo yaramazlık yaparak bir büyük köpeği kovaladı. Garibim köpek Biblo önde ben arkada görünce kaçıverdi. Biblo’ya yapma dediysemde öyle mutluki, yaramazlık ve oyun peşinde olduğundan beni pekde dinlemedi.

Artık hava kararmaya başladığından bizimde yavaş yavaş gitme vaktimiz geldi. Son kez Poyrazlar Gölü’nü kareleyip yola çıkarak evimize geldik. Bir hafta sonuda burada sona erdi.

Kar Altında Menekşe Yaylası

0

15 Aralık sabahı amacımız Katırözü yaylasına gitmek şeklindeydi. Ancak bölgeyi daha iyi tanımak amacıyla İzmit’ten sonra Karamürsel’e doğru yöneldim. Karamürsel’den Yalakdere üzeriden İznik’e gitmek üzere yola koyulduk.

İşte bugün yaptığımız gezinin haritası.


İznik gölünü görüncüye kadar mola vermedik. Sonra İznik gölü görününce bizde rahat seyir yapacağımız bir tepe ve burun bularak Biblo ile ilk molamızı verdik. Biblo tabi olarak ilk önce hemen saha araştırmasına başladı. Sonra geldi yanıma o da manzara şöyle bir bakıp işine devam etti.

İznik gölü manzaramız

İznik’e gelmeden Elbeyli tarafına dönüyoruz. Burası Sansarak Kanyonuna giden yol aynı zamanda. Ama bizim amacımız Elmalı Köyünden Kemaliye sonrada geçen hafta gidemediğimiz Ercuva yaylasına gitmek olduğu için Çandarlı yönüne yöneliyoruz.

Güzergahımız pek çok güzel manzara sunuyor.

Elmalı Köyüne daha önceden iki kere daha geldim. Her seferinde bu köyün yerleşimi ve sunduğu manzaralı çok sevmişimdir. Dayanamadım bir kaç karede buradan aldım.

Elmalı Köyün’den Kemaliye’ye giden yolu bir türlü bulamadım. Elmalıdan ayrılan yola girdiğimde GPS bana Oğulpaşa yolunu gösteriyordu. Geri dönüp Elmalıdan çıkınca ilk sağa döndüğümde de Kırıntı tarafına gidiyordum. Köylü’ye sordum onlarda bilmiyorlar. Sadece Menekşe Yaylası yolundan Aytepe yolunu tarif ediyorlar. O yolu iyi bildiğim için o yolda Kemaliye’ye ayrım olmadığını çok iyi biliyorum.

Ama çaresiz geri döndüğüm yoldan gitmemek için Menekşe Yaylası-Aytepe yoluna giriyorum. O yolun karlı olacağını tahmin ediyorum ve tahminimden fazlası çıkıyor.

Biblo yine karı görünce heyecanlanıyor ve arabamızdan inip biraz yürüyoruz. Ancak yolda çok sayıda vahşi hayvan ayak izi var. Sanırım bir kısmı Çakal, Tilkilere ait. Ancak çok sayıda Kurt gibi büyük bir hayvanın ayak izinide rastlıyoruz. Ayak izlerine baktığımda bir önceki günden veya akşamdan kaldığını görüyorum. Ama yinede temkinli olmakta fayda var diyip Biblo’nun çok uzaklaşmasına göz yummuyorum.

Sonunda Menekşe Yaylasına ulaşıyoruz. İlk kez geçen sene Nisan ayında Aytepe’den yolu izleyerek tesadüfen bu yaylaya gelmiştim. İşte şu anda karlı kaplı Menekşe Yaylası başka bir güzellik sunuyor.

Aşağıda da Nisan 2007’de çektiğim fotoğraf var.

Menekşe Yaylasının ilerisinde kar üzerinde geziniyoruz. Temiz havayı içimize çekerek yine kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Biblo bir ara atladığı yerden çıkamayınca benden yardım istiyor. Eee doğal 4×4 ama bazen takılmıyor değil. Epey bir uğraştıktan sonra durup kurtarılmayı bekliyor.

Buradan devam ettikten sonra normalde Aytepe’ye izlediğimiz yolun tamamen karlı kaplı olduğunu görüyoruz. Buraya geldiğimiz yolda daha önceden geçmiş bir aracın izi vardı. Ancak bu yolda ilk izleri biz açacağız gibi görünüyor. Yol zorlu ama manzaranın güzelliği bizi büyülüyor ve devam ediyoruz. Biblo yolun tehlikeli olduğunu anladıki hemen arkaya geçti ve oturur pozisyona geçti. Sağ sağlim tepeden dere yatağının yanına iniyoruz.

Karla ağırlaşan dallar zaman zaman yolumuzu iyice aşağıdaki gibi daraltıyor. Yolda sadece bir avcının ayak izleri var.


Karlı dağlarda son çektiğim kareler. Buradan sonra başımız belaya girdi. Aytepe’ye çıkan yolda kar kalınlığı 40-45 cm’i bulunca ilerleyemedik. Hatta bir ara ne ileri nede geri gidebildik. Neyseki Suzuki’miz bizim yüzümüzü güldürdü buradan da çıktık. Hem yol dik hemde kar olunca geri geri dönmek zorunda kaldık. İşin zor yanı dönüş yeri olmadığı için dönüş geri geri yapmak zorunda kaldım. Yolun dar ve bir tarafı dik yamaç diğer dağ tarafı ise düşmemiz gereken şaroplen. Yaklaşık 45 dakika geri geri gitmek zorunda kaldım. Boynum ağrıdı ter bastı.

Korkum bir şey Biblo ile en yakın köye gitmek zor. Neyse araçımızı döndürdüm. Yokuş aşağı inerken aracımız kaydı ve sağa doğru dağa dayandık. Çamur’a saplanan aracımızı oradan çıkarmak 20 dakikamızı aldı. İşte bu noktada çok korktum çünkü havanın kararmasına tam 1 saatimiz var ve hiç telefon çekmiyor. Acil çağrı bile yok. Güç bela çamur içinde kalarak , ıslanarak, ellerim buz tutarak aracı çıkarttım.

Bundan sonrasında ise tek kendi izimin olduğu dik tepeyi nasıl çıkacağımdı. Artık şu planları yapmaya başlamıştım. Eğer yolda kalırsak Biblo’yu çanta’ya koyar köyü kadar yürüyüz şeklinde. Ama hava karardığı hava epey soğuyacaktı. Derece gölge yerlerde sıfır derece, güneş olan yerlerde iki dereceyi gösteriyordu.

Neyseki korktuğumuz bu tepeyide çıktık ve doğrudan İznik’e geri döndük. Biblo’ya ile dönerken yine molamızı vererek hem suyumuzu içtik hemde biraz dinlendik.

Bugün saat 10:20’de başlayan yolculuğumuzu 19:20’de yorgun ve korkmuş olarak tamamladık. Artık karlı yollara asla yalnız dalmayacağız.

İnönü Yaylası

0

Cumartesi günkü işimiz iptal olunca bugün gezmeye karar verdik. Sabah 07:30’a yola çıkmayı gezimize yoğun bir haftanın yorgunluğu yüzünden saat 11:00 gibi başladık. Biblo her zamanki gibi nereye gidiyoruz sevinçi içinde. Fırınımızdan odun ekmeğimizi ve kaşarımızı alarak yola çıktık. Bu seferki gezimiz Yuvacık üzerinden İnönü yaylası. Eğer problem olmazsa akşamda yaylada kalmayı düşünüyoruz. Amacımız vahşi tabiatı gözlemlemek.

Haritamız. İnönü yaylasının bizim evimize uzaklığı 97 KM.

Tepecik köyüne 5-6 KM kala iki çocuk yolda yürüyorlar. Hemen yanlarında durup nereye gidiyorsunuz dedim. “Tepecik köyü” diyince atlayın dedim. Kullar’da yatılı okula gidiyorlarmış. Hafta sonuda bu yolu yürüyerek eve dönüyorlarmış. Onları köyde bırakıp biz yolumuza devam ettik. Yukarı doğru çıktıkta kar fazlalaştı. Pencereden bakan Biblo karlı yolu görünce hemen çama pençe atıp “Dur karda koşacağım” dedi.

Karlı, çamurlu yolları geçtikten sonra yaylaya ulaştık. Bu yolu 4×4 olmadan almak pek mümkün değil. Zaman zaman çamur içinde olan yolun 1.5-2 KM’lik kısmı tamamen kar. İşte yaylanın ilk girişi.

Yaylaya girer girmez Biblo cama pıtı pıtı yapmaya başladı. Hemen girişte durduk. İner inmez her tarafı kaplamış olan enfes kekik kokusunu alarak derin bir nefes aldım. Durduğumuz yerin hemen yanında akan ufak akarsuyun yeni yol bulduğu belli. Biblo suyu görünce yanında koşturmaya başlıyor.


Arabamızı bırakıp yürüyüşe geçiyoruz. Yaylanın içinde akan berrak dere kavisler çizerek yayla içinde ilerliyor. Derenin kenarında yaptığımız yürüyüşümüz hem gözümüzü hemde şırıl şırıl sesi zihnimizi değerlendiriyor.
Yaylanın ortasından akan dere çok güzel manzaralar veriyor bize. Yazı kuru olan bu dere bu aylarda ve ilkbaharda çok güzel akıyor.

Biblo bir oraya bir buraya koştururken ben dereni üstünden atlayarak karşı kıyıya geçtim. Özellikle en dar yerden atlarımki Biblo’da aynı yerden atlayarak yanıma gelsin diye. Ama bizim kız o kadar heyecanlıki gidip en dar yerden atlayacağına daha geniş yerden atlamaya kalkınca kendini hızla akan derenin içinde buldu. Balıklama suya dalan Biblo tamamen dere içinde bir ara kayboldu. Hemen müdahale ettim ama bende ıslandım. Neyse atladığı yerin 2-3 metre ilerisinde Biblo’yu kıyıya çıkarttım.

Sırılsıklam olan Biblo korkacağı yerde dereden çıkar çıkmaz koşmaya başladı. O zaman acaba bilerekmi dereye atladı acaba demekten kendimi alamadım. Ancak su buz gibi (zaten yaylada hava sıcaklığı 3-4 derece). Biblo’nun yanına çağırdığım, geldiğinde titrediğini fark ettim. Hemen kazağını ve tasmasını çıkartarak arabaya aldım. Arabayı çalıştırarak klimayı 30 dereceye ayarladım. Titreyen Biblo’yu bezlerle kuruladıktan sonra sıcakla üzerindeki ıslaklığıda aldık.

Sonra tekrar yürüyüşe devam ettik. Arabamız aşağıda biz yukarıda gezmeye devam ediyoruz.


Yaylada gölge alanlarda bulunan duran sular donmaya başlamış. Güneş almayan bu yer serin, oradan hızla uzaklaşıyoruz.

Epeyce bir yürüdükten sonra yaylanın sonuna arabamızla gittik. Burada tüfeği omzunda birisini görünce hemen yanına gittik. Selam sohbet derken 1 haftadan beri yaylada olduğunu öğrendik. Aşağıdaki fotoğrafda görülen ağaçların olduğu yayla evi onun evi.

Çağlar abi sağolsun bizi çay’a davet etti. Yaylanın suyundan yapılmış çayla ısınıp hoş sohbet ettik. Arkadaşları ile geldiği yayladan dönme hazırlıkları yapıyorlardı. Diğer arkadaşlarda bize katıldıktan sonra biblo yanan sobanın yanında uykuya daldı. Geceleyin dilersek kalabileceğimizi söylediler ancak Biblo’nun dereye düşmesi ve ıslanması yüzünden gece kalmamaya karar verdim. Hava kararmadan dönmek için mecburen yola koyulduk.

Son olarak karlı yolda bir fotoğraf daha aldım.
Aksığın köyünü geçtikten sonra bir grup çocuk yol kenarında bana el ettiler. İzci olan çocuklar bir arkadaşlarının yürümekten pişik olduğunu söyleyip kampa bırakıp bırakamayacağı sordular. İzci grubu üç grup halinde Kayaüstü Yaylasına yürümüşler.Kampa bizim çoçuğu bıraktık sonra oradanda yolumuza devam ederek eve döndük. Biblo günün yorgunluğunu şu anda uyuyarak atıyor.

Avcıköy – Yalakdere

0

Bu hafta neredeyse evimin karşısında bulunan kıyılara gidelim istedim. Hani hep burnumuzun dibini görmeyiz ya, benimkide böyle. Hep uzaklara bakmaktan yanı başımızdaki yerlere gitmedik. Eskihisar vapurdan sonra hep sağa dönerek Yalova tarafı gitmek sanki alışkanlık oldu.

Dediğim bölge aslında gezmek için oldukça geniş. Defalarca giderek oranın güzelliklerini keşfetmek lazım. Bu bölge Doğudan Batı’ya uzanan Samanlı dağlarının uzantısı tepeler. Eğer İznik’e gideceksem bu yolu kullanacağım. Hem daha kısa hemde çok keyifli bir yolculuk yapılabilmekte. Yol ise oldukça düzgün. Klasik olan Yalova-Orhangazi yolundan da çok daha kısa. Yine de doğa gezerler için uzun ve zorlu olan İzmit-Aytepe yolu en keyiflisi.
Haritamız.


Biblo hanım feribot keyfi sürüyor

Feribottan indikten sonra yaklaşık 15 dakika sonra Karamürsel’e varılıyor. Karamürsel’de ilk ışıklardan dönüp doğrudan Yalakdere-İznik yoluna sapılabiliyor ama ben Akçat ve Avcıköy tarafına gideceğimden ikinci ışıklardan Anıt Mezarın yanından çıkan yola sapıyorum.

Akçat köyüne gelmeden önce sonbaharın güzel manzaraları ile karşılaşıyoruz.


Avcıköy’e gelmeden önce güzel bir dere karşımıza çıkıyor. Dere görünce elbette hemen durduk.
Biblo her zaman olduğu gibi dereden suyunu içti. Bu mekan sesiz ve güzel. Burada bir süre durup yürüyor hemde dinleniyoruz.
Biblo kendi imkanları ile dereyi geçiyor. Biblo önce derenin kenarında nereden kolay geçebileceğine yerin keşifini yaptı. Sonra taşların dizili olduğu yeri gördü ama hemen karar vermedi. En sonunda burasının geçiş için en güvenli yer olduğuna karar verdi. Suya girmeden önce suyun derinliğini ölçmek için adımını yavaşça atıyor. Su derin değilse yürüyor. Bizim kız bu işi iyice öğrendi artık.

Sonbaharın renkleri çok seviyorum. Sararmış yapraklar bize güzel bir manzara sunuyorlar.
Sonrasında Avcıköy doğru gidiyoruz. Dereden 10 dakika uzaklıkta var yok. Avcıköy’de kapalı ama güzel bir mekan olan Alabalık tesisini geziyoruz. Aynı dere buradan akıp gidiyor.
Dönüşte ise karnımızı doyurmak için Başdeğirmen Alabalık tesisinde duruyoruz. Başdeğirmen tesisinde aynı zamanda konaklama yapmak mümkün. Aşağıda görülen villarda kişi başına 70 YTL’ye kalınabiliyor. Hemde süper bir kahvaltıda buna dahil. Yemekler enfes, fiyatlar fena değil. Özellikle salata işini iyi beceriyorlar. Güler yüzlü bir servisleri de var.

Tepemanayır’dan Hacıllı’ya

0

Pazar günü oldu biz dururmuyuz. Biblo’nun seveceği ve misafirlerimizde birlikte bu sefer farklı bir yer deneyelim istiyorum. Bu haftaki gezimizi Ersin, Esra, Nuray ile birlikte yapıyoruz. Keşif niteliğinde olduğu için biraz riskli. Ama ne yapacaksın. Hep aynı yerler olmazki.

Geziyi planlarken önce Dikenli köy’e gitmek vardı. Ama hep beraberken orayı bulamamaktan çekindiğim için daha kolay bir köy olan Tepemanayır’a gidelim planı yaptım. Amaç Tepemanayır’dan da Göksu Deresini bulup orada piknik yapmak ve yürüyüş yapmak.

Cumartesi akşamında mini haritamıda çizerek, Google Earth’ten gideceğimiz yolu tayin ettim. Kısaca yolu tarif etmek gerekirse Mollafenarı köyü üzerinden Ağva yolundan giderken Kargalı köyünden sağa sapılıyor. Sonra sapaklarda hep sol yol izlenerek Tepemanayır köyüne varılıyor. İşte haritamız: Yeşil yol Tepemanayır’dan Hacıllı giden stabilize yolu gösteriyor. Haritada bu yol normalde görünmüyor. Ama gayet kestirme bir yol.


Sabah 10:00 civarında bizim yeni keçi (Grand Vitara) ile yola çıktık. Tepemanayır köyünü kolaylıkla buluyoruz. Köyün içinden dereye inen yola saptığımızda odun yükleyen bir kamyonun yolu tıkadığını görüyoruz. Rica etmemize rağmen kamyonu çekemeyeceklerini söylüyorlar ve diğer yönden de gidebileceğimizi söylüyorlar. İşte macera burada başlıyor. Çünkü söyledikleri yol yok.. Tarlalar var..Önce yanlış yola sapıyoruz. Ama güzel bir tepede mola veriyoruz.

İşte tepeden Tepemanayır Köy’ü fotoğrafı

Biblo doğada gezinmenin mutluluğu ile oyun istiyor. Ersin abisi ile birlikte koşturuyorlar.

Nuray mantar görürde durur mu? Hemen kaptı fotoğraf makinesini mantarları kareledi. İlginç olan bu mantarları ben golf topuna benzettim. Sonra traktörlü bir köylü’ye nasıl Göksu deresine ineceğimizi sorduk. Buna göre yola çıktık ama belli bir süre sonra yol bitti. Maki örtüsü, kayalar ve tarlalarla kaplı bir alanda bulduk kendimizi. Neyse tarlalarda ekinlere zarar vermeden kenarından ilerleyerek yol alırken, tek engel önümüzdeki maki bitki örtüsü kaldı. Belki geçeriz diye denemek istedim ama başarılı olmayınca çevresinden dolanmaya karar verdik. Bu arada arkadan Esra “Aaaa orada bir plaka var acaba bizim olabilir mi?” diye sorunca kahkayı bastık. Lakin o dağ bayırda bir tek biz varız. Ana yol değilki. Elbette bizim plakamızda..

Neyse engebeli arazi üzerinde yarı toprak, zaman zamanda kayaların üzerinden geçerek dereye inen yola ulaştık. Yol kötü ve taşlık. Ama Göksu deresinin güzelliğine der diyerek devam ediyoruz. Ama sonuç hüsran. Yol dereden çok yukarıda bitiyor ve yerleşebileceğimiz alan sadece karşı tarafta var. Bu yüzden burada konaklamaktan vazgeçiyoruz. Neyse ben ve Biblo dere kenarına inip bir kaç kare fotoğraf alıyoruz.

Tepemanayır’dan Göksu deresi manzarası

Saat 12:00’yi geçmiş, daha konaklayacağımız yere gelemedik. Bu yüzden bildiğimiz yer olan Hacıllı’ya gitmeye karar veriyoruz. Hacıllı’da ateşimizi yakıp, karnımızı doyurduktan sonra Göksu deresi boyundan yürüyüşümüze başlıyoruz.

Bir ara derenin diğer tarafına geçiş için konulmuş ağaçları görüyoruz ve karşıya geçiyoruz. Ersin ve Nuray ağaç üzerinden geçerken, benle Biblo suyu sevdiğimizden derenin içinde karşıya geçiyoruz. Karşıya geçtiğimizde buranın dört yanının dereyle sarılmış olduğunu görüyoruz. Benim bu tür bağımsız bölgeler hoşuma gider.

Dönerken bende ağaç köprüyü deniyorum ama dereye inmedende yapamıyorum. Bu arada paçam ıslandı ama ayaklarım hiç ıslanmadı. Suya dayanıklı botum bu tür durumlarda her seferinde beni korumaya devam ediyor.

Dahada ileriye gidiyoruz ama hava kararmasına yakın olduğu için aşağıdaki noktadan geri dönüyoruz. Daha önceden buralara karşı kıyıdan Biblo ile geze geze gelmiştik. Ama bu kıyıdan gezi daha güzel.
Biz küçükken Japon elması derdik. Japon elmalarını görünce iki yönden dayanamıyorum. Hem yiyiyor hemde fotoğraflarını çekiyorum.

İznik Gölü’de Kamp

0

19.10.2007 Cuma günü Bursa’da iki toplantım var. Hava güzel. Dedimki mo torumla gideyim. Öylede yaptım. Feribotla geçtiğim Yalova’dan Bursa’ya giderek iki toplantımı yaptıktan sonra amacım İznik gölü kıyısında yalnız kamp yapmaktı. Ama motorcu arkadaşlarımızın planı değişince İstanbul’a dönmeye karar verdim.

Cumartesi günü sevgili arkadaşım Ercan, ben ve Biblo saat 12:00 civarında İznik gölüne gitmek üzere yola koyulduk. Normalde motorlarımızla giderdik ama yağmur risk olunca arabayla gitmeyi tercih ettik.

Diğer arkadaşlarla buluşma saatimiz saatimiz saat 18:00 civarında olacaktı. Bu yüzden amacımız Ercan’la erken giderek hem sohbet etmek, hem ateşte sucuk yapmak hemde göl kıyısında balık tutmaktı. Ama her yerde olduğu gibi İznik gölü’de çekilmiş, kıyıları epey sığ kaldığı için balık tutmak zorlaşmıştı. Maalesef balık konusunda elimiz boş döndük.

Ercan balık tutma denemesi yaparken Biblo izliyor

Sonra buluşma noktasına gidiyor, Ercan’la kamp ocağımızda kahvemizi yudumluyoruz. Sevgili arkadaşım Ercan beni karelemeyi unutmuyor.

Saat 18:00 civarı söz verildiği gibi diğer arkadaşlarımızda geliyorlar. Biblo masanın üstünde herkese merhaba diyor…

Akşam restaurant’ta koyulaşan muhabbet’le birlikte Biblo sıkıyor ve Tolga’nın kucağında uykuya dalıyor. Hemşerim Selçuk abisi de Biblo’yu seviyor.
Daha sonra kamp alanına dönüyor ve geleneksel ateşimizi yakıyoruz.

Taylan Biblo’yu çok seviyor. Biblo’da Taylan’ı.. Biz ona taytay diyoruz.. Biblo Taylan’nın kucağında ateşin sıcaklığı ile ısınıyor. Gece Ercan, ben, Recep, Taylan ile uzun sohbete dalıyoruz. Gece saat 03:00 gibi yağmur başlayınca çadırlarımıza geçiyoruz.

Gece boyunca yağmur yağdı. Biblo ile çadırımızda birbirimize sokularak uyuduk. Sabah kalktığımızda halen yağmur devam ediyordu. Ama geceleyin yağmur damlalarının çadırımızda yaptığı güzel ahenkli sesi unutmayacağım.

Sabah olduğunda herkes çadırını toplayıp yola çıktık. Güzel ve paylaşımlı bir geziyi burada sona erdirdik.

Pınarlı Koyu

0

Bayram’ın ilk günü Ereğli’ye gittik. Anne, Babamı ilk günde yalnız bırakmak istemedim. Biblo tabi bu ziyaretten epey mutlu oldu. Biblo misafirliği, misafir gelmesini çok seviyor. Artık gittiğimiz yerleri de tanıdığından daha Ereğli girişinde heyecanlamaya başladı. Gerçi yola çıkarken “Ereğli’ye gidiyoruz kızım” dediğimde kuyruğunu oynatmaya başlamıştı.

Sonrasında Cumartesi günü İstanbul’a geri döndük. Cumartesi dinledikten sonra Pazar sabahtan ne zamandır gitmediğimiz Beykoz’un ardında olan tepelere gidelim istedim. Polonezköy’e girmeden Avcılık Kulübü, Beykoz köpek barınağı yoluna girdik. Amacımız ara toprak yollardan Cumhuriyet köyü’ne,oradan Kurna’ya ve devamında da Ağva’ya uğramadan (kalabalık ve popüler yerler hoşumuza gitmiyor) Pınarlı’ya geçip, Gebze üzerinden evimize dönmek.

Cumhuriyet Köyüne giden toprak yol üzerinde bir ara duraklıyoruz. Biblo hemen keşif turlarına başlıyor.

Bozhane köyünden Kurna’ya giden yol üzerinde bir ara yol görüyoruz ve dalıyoruz. Yol zaman zaman zorlu oluyor. Dalıyoruz orman içine. Bir ara bir dik geçişte durup fotoğraflıyorum. Aracım 3 kapı olduğu için şanşlıyım. Lakin bu aştığımız yerde yaklaşma açısı son derece dar. Biblo ise beni arabanın içinden seyrediyor.

Sonra Pınarlı’da daha önceden gittiğimiz koya gidiyoruz. Orada bir süre dalgaların sesini dinliyor, etrafda geziniyoruz. Yağmur başlıyor ama keyfimizi bozmayıp daha çok keyfimize keyif katıyor. Denizde açıktan geçen balıkçı teknelerini seyrediyor, kaya üzerinden sessizce sadece dalgaların sesini dinleyerek saatlerce duruyoruz. Biblo’da bende ıslanmaktan rahatsız olmuyoruz. Bir hafta sonuda böyle bitiyor ve hava kararmaya başladığı için gece karanlığında evimizin yolunu tutuyoruz.

Popüler İçerikler

Rastgele Yazılar