Anasayfa Blog Sayfa 7

Poyrazlar Gölü, Sülüklügöl ve Karadeniz

0

Kamp malzemelerimizi alıp Biblo ile yola koyulduk. Nereye gideceğimizi tam olarak bilmiyoruz. Ormanda biraz yürüyüş, akşamleyin kamp, sabahleyin ise sıcak kahvemizi yudumlayacağımız sakin bir yer arıyoruz.

Önce Soğucak Yaylasına çıkıyoruz ama sisden göz gözü görümüyor. Sonra aşağıya inerek Poyrazlar Gölüne gidiyoruz. Geceleyin orada kampımızı kurup geceyi orada geçiriyoruz.


Sabah kamp ocağımızda kahvemizi yapıp, kahvaltımızı yaptıktan sonra Biblo ile yine yola koyuluyoruz. Bir sonraki durağımız Sülüklügöl ve Sülükgöl’e giden muhteşem yol. Çıkarken Sülüklügöl tarafında akan derenin tamamen kuruduğunu görüyoruz. Ama yolun yarısına kadar akan güzel diğer dere son hızla akmak devam ediyor ama yinede endişeniyoruz. Sülüklügöl’e çıktığımızda ise manzara bizi üzüyor. Sülükgöl’e ufacık kalmış ve suları çekilmiş durumda. Her zamanki gibi bir tek Biblo ile ben varız. Biblo ile gölün çevresini dolaşıyoruz. Burada sessizliğin içinde dinlendikten sonra öğle yemeğimizi yedikten sonra Sülüklügöl’den ayrılıyoruz. Çok üzüldük. Çünkü kuraklık her yeri vuruyor ve güzelliklerimizi kayboluyordu. Belkide önümüzdeki 5-10 sene sonra Sülüklügöl tamamen kurumuş olacak, barındırdığı canlı yaşamla birlikte ölecek.

İşte Sülüklügöl’ün son hali

Sülüklügöl yolundan inerken akan gürül gürül derenin yanında biraz dinleniyor ve suyun dinlendirici sesini Biblo ile birlikte dinliyoruz. Bu arada Biblo susuzluğunu derenin kenarına inip dere suyundan içerek gideriyor.
Sonra Kdz.Ereğli’ye doğru yola koyuluyoruz. Ama Ereğli’ye gelmeden önce Akçakoca’ya geçtikten sonra çok sevdiğimizi Akkayalar Köyü yakınında bulunan dereye uğramadan geçemiyoruz. Bu dere ve çevresi o kadar güzelki… Dere içinde balıklar, güneşi aşağı bırakmayan ağaçlar. İster sessizlik, isterseniz derenin hızlı aktığı yerlerde derenin şırıltısını dinleyebiliyorsunuz.

Biblo burada mutlaka her gelişimizde bir dereye girer veya dere geçişi yapar. Bu seferde bacaklarını soktu ve ıslandık.

Aşağıdaki fotoğrafdaki suyun durulduğu bu yerde pek çok balık bulunuyor.

İşte bu gezimizin haritası. Uğradığımız noktaları kırmızı ile işaretledik.

Hacıllı Köyü – Göksu Deresi

0

Biblo, sevgili çocukluk arkadaşım Ersin, ben, Esra ve Nuray’la birlikte hep beraber doğayla iç içe bir piknik yapmak üzere Ağva tarafında bulunan Hacıllı Köyü’ne gittik. Biblo kalabalığı seviyor. Bugün mühtiş bir gün geçirdi kerata.. Zaten oldu olalı Hacıllı Köyüne gittiğimiz Göksu deresi civarını hep çok sevmişti. Birde onu sevenlerle birlikte olunca daha da bir mutlu oldu.

Saat 09:30’da başlayan yolculuğumuzun ilk durağı Ballıkayalar oldu. Kısa bir yürüyüş ardından çayımızı içip yola asıl hedef olan Hacıllı Köyü’ne doğru devam ettik. Hacıllı Köyü’nü geçip Göksu Deresine vardıktan sonra ilk işimiz Göksu Deresi kıyısında ufak bir gezinti oldu.
Bir ara derenin karşı tarafına geçip, suyun şırıltısı eşliğinde dinlendik. Biblo ise kaya tırmanışı denemelerinde bulundu. Ama çokda başarılı olamayıp geri döndü.


Ersin’de kaptanlık var. Ama bu sefer pilotluğa özenmiş ve bir helikopter satın almış. Şimdilik oyuıncak boyutunda darısı gerçek boyutlarında bir helikopter alması. Dememişler ama biz diyelim. En iyi helikopter arkadaşının helipkopteridir.

Göründüğü kadar kolay uçmuyor bu aletler. Ersin neyse o gün bize epey; düşmeli kalkmalı olsa da :), helikopter uçuş gösterisi yaptı.

Bir ara kampçılarla gelen yavru köpek, bizi ziyaret etti. Tabi Biblo bozuldu bu işe. Ona havladıysa da köpek hiç üzerine alınmadı.
Bulunduğumuz bu güzel mekanda dinlendikten sonra Pınarlı Köyü’nün ilerisinde bulunan güzel koay gittik. Buradaki güzel mekanları ziyaret ederek gezimizi noktaladık ve eve geri dönüş yolculuğuna başladık. Biblo giderken yine Nuray’ın kucağında uyudu.

Yağmurda Aytepe

0
23.Eylül.2007: Yağmur durdur mu bizi? Biblo durmaz, eee bende durmam. Nuray’da bize katılarak gezimize başladık. Önce yönümüzü Kuzey Marmara tarafına yönelttik orada kesin yağmu yoktu ama nedense canım İzmit’in Güney’ine gitmek, yine yükseklere gitmek istedim. Orada yağmur olasılığı yüksekti. Ne olacaktı ki? Alt tarafı yağmur. Aytepe’ye doğru yöneldiğimizde bulutta ilk damlalarını bırakmaya başlamıştı. Ama temiz hava alma isteğimizi bir yağmur durdurmaz dedik ve yola devam ettik. Yağmur Aytepe’yi aştığımızda daha da şiddetlenmişti.
Aracımızı park edip yağmur altında yürüşümüz başladı. Evden maalesef çıkarken yağmurluğumu unutmuş ben bu yürüyüşün sonunda Biblo ile sırıl sıklam olduk. Biblo yağmuru çok sevdi, üstüne üstlük birde sulara girip çıkınca ıslanmanın yanısıra birde çamur içinde kaldı.
Arabamıza geri döndüğümüzde Nuray hariç hepimiz sırılsıklam olmuştuk. Karnımız iyiden iyiye açıktı. Sonra yağmur altında ateşimizi yakıp sucuğumuzu yaptıktan sonra arabamızla geri dönüş yolculuğuna çıktık. Biblo doğal olarak bu kadar ıslandıktan sonra titremeye başladı. Nuray hemen onu sarmaladı, bende ısıyı yükselttim. Biblo kendine geldiğinde neredeyse eve varmıştık. Bir günü de böyle bitirdik.

Dağlar bizi çağırıyor

0

Kötü bir pazar…Moralim son derece bozuk. Peki ne yapacağız? Ne yapabiliriz ki? Dağlar bizi çağırıyor, bizde dağlara gittik tabiki. Bu sefer gidebildiğimiz en uzak noktaya gitmek istiyoruz. En yükseğe…Öğlenleyin başlayan bu gezimizde iki şeyi gerçekleşitirdik. Bir doğanın verdiği deşarjı ve yeni aldığımız 4×4 aracımızın testini.

Yeşili görünce insan unutuyor herşeyi. Her şeyden uzak sadece ağaçların rüzgar uğultularını duymak, en yakın insanın kilometrelerce uzakta olduğunu bilmek, size gelecek tek zararın yabani hayattan olacağını bilmek hoşumuza gidiyor. Elbette kötü niyetlide olmada yabani hayattan gelecek tehlikelere karşı önlemliyiz. Bu yüzden de kendimizi güvende hissediyoruz.

Bu gezimizi bize daha yakın olan Aytepe ve Aytepe yolundan Pamukova’ya giden yola doğru yapıyoruz. GPS verisine göre çıktığımız en yüksek yer 1170 metre. Hava aşağıda 19 derece civarındayken yukarıda 11 derece civarında.

Gittiğimiz yol (aslında yolda denemez, bitkiler bazen yolu tamamen kapatmış) çok keyifliydi. 4×4 keyfini aldık açıkcası.

İşte bu gezimizden bazı fotoğraflar.

Bugün babasının çok keyfi olmayınca Biblo’nun keyfi kaçık.
Gezilerimizde artık GPS epey işe yarıyor. Özellikle karşamaşık dağ yollarında gittiğimiz yönü belirlemede, geri dönüşde yolları karıştırmamada, bulunduğumuz rakımı ölçmede vb..Ben Bluettooth’lu bir GPS ve Nokia E61 kullanıyorum. GPS programı ise Nokia’nın web sitesinden indirdiğimiz GPS programı. Seyahat süresi, Google tracker bilgisini Google Earth’e export gibi pek çok özelliği de içinde barındıyor.

Şelale’de koşturmaca

0

1 Eylül olunca daha önceden gittiğimiz Soğucak Yaylası civarını gezmeye tekrar gittik. Bol bol yürüdüğümüz bu gezimizde, yıkanmaktan hoşlanmayan Biblo sırılsıklam oldu. Soğucak yaylasına çıkmadan önce bir yol aralığına giriyor ve arabımızı park ettikten sonra yürüşümüze başladık. Güneşin yere ulaşamadığı bir yolsa yaklaşık 1.5 saat civarında yürüdük.

Biblo’nun keyfi yerinde, seke seke yürüyor, etrafı kokluyor, arada sırada da koşturup duruyor. Ama asıl patlamayı Şelale ile karşılaşınca yaptı. Şelalenin önünde bulunan su birinkitisi üzerinden defalarca je hızıyla geçip geçip durdu.

Yürüyüşümüzü tamamladıktan sonra Soğucak Yaylasına doğru yola devam ediyoruz. Soğucak yaylası eteklerindeki orman içinde geziye başlıyoruz. Orman içinde Biblo adeta bir keçi gibi yol alıyor. Dalların üzerinden zıplıyor, altından geçiyor, yaprakların çevresinden dolanıyor. Eeee 4×4 ne de olsa…Sonra önümüze şırıl şırıl akan bir dere çıkıyor. Bu derenin yanından bulunan yolu takip ederek tekrar Soğucak Yaylasına arabımızı park ettiğimiz yere dönüyoruz.
Biblo yürüyüşlerden yorulmuş olacak hemen çimenlere kendisini atıyor. Son yürüyüşümüz de 1.5 saat civarında sürdü.
Sonrasında ise Soğucak Yaylasının diğer ucuna gidiyoruz. Orada çoban kardeşimiz Koray ile tanışıyorum. Biblo’yu Çoban köpekleri tehlikesine karşılık arabada bırakıyorum. Koray’la 1 saat oturup sohbet ettikten sonra güneşin batmaya yakınlaşması ile yola koyulduk. Yine sohbete dalıp gecenin karanlığından ancak yayladan inebildik. Biblo ile çoktan arabada uyudu bile…

Samanlı Dağlarında beş yayla

0

Biblo sıcaklardan bunalıyor. Bu sene deniz yerine daha çok yaylaları tercih ettik. Biblocuk yaylalara çıkınca karakteri değişiyor adeta.. Serin, temiz hava, bol yeşillik Biblo’yu çok mutlu ediyor. Elbette beni de.

Neyse 25.Ağustos Cumartesi günü bizde Geyve-Taraklı bölgesinde bulunan yaylalara çıkmaya karar verdik. Hem İstanbul’a yakın hemde yayla yükseklikleri 1000 metre üstünde. Gezi hakkında bilgi.

Rota: Taraklı-Karagöl Yaylası-Acelle Yaylası-Sultanpınar yaylası-Türk Yaylası-İbrahimözü Köyü-Göynük
Alınan KM: Yaklaşık 340 kM

Cumartesi sabahtan yola çıktık ve ilk durağımız Taraklı’ya gittik. Taraklı evleri eski yapılarını halen koruyor. Pazar’ı görünce hemen pazara girdik. Pazar’da kendi meyve ve sebzelerini satanlar epey çok. Özellikle üzümler çok güzel. Üzüm Paşalar mevki denilen yerden geliyor. Bu bölgede sadece üzüm değil pek çok sebze ve meyve yetişiyor. Ama kuraklık burayı da vurmuş.

Ben genele gittiğim yerel yerlerden alışveriş yapıyorum. Bu sayede yerel ekonomi’ye katkıda da bulunmuş oluyoruz. Hem de gezeiyoruz. Taraklı’da meyve ve sebzemizi aldıktan sonra Karagöl Yaylasına doğru yola çıkıyoruz. Aşağıda Karagöl yaylasını görebilirsiniz. Burası son derece kurak. Sanırım buranın güzellikleri İlkbahar’da ortaya çıkacak. Burada bu yüzden çok oyalanmıyor ve ara yoldan yolumuza devam ediyoruz. Yollar stabilize ve düzgün.
Karagöl yaylasından Acelle yaylasına giderken orman içinde mola veriyoruz. Enfes bir rüzgar esiyor. Ağaçlar adeta şarkı söylüyor. Burası Kapı Orman Dağları. Samanlı Dağlarını uzantısı. Dağın diğer tarafı ise Geyik koruma sahası. Bu yüzden burada yaban hayat zengin. Bir ara Biblo ormanda bir şey görüyor ve hırlıyor. Bakınıyoruz ama ne olduğunu göremiyoruz. Bir keresinde Sülüklügöl’e giderken Yaban Kedisi görmüştük.

Biblo ile karnızımı doyurduktan sonra dinleniyoruz. Biblo bu arada bulduğu dalı kemiriyor.

Yola devam ettikten sonra Acelle yaylasına varıyoruz. Sonra birileri bize el ediyor. Yayladan iki kişi ellerinde ağaç testeresi Yayla’ya kadar götürmemizi rica ediyorlar. Onları evlerinin önüne kadar götürüyoruz. Sonra Bu yollardan Göynük’e çıkmak istediğimi söylüyorum. Çok emin değiller ama takip etmem gereken yolu yine de tarif ediyorlar. Sonradan anlıyorum. Gideceğim yollar zorluymuş. 4×4 olmadan girmemek gerekiyormuş.

Acella yaylası çıkışında Enişte Deresi yanında duruyoruz. Biblo suyu görünce patilerini suya daldırıp karşıya geçiyor. Kurbaların sıçrayıp atlaması ise onun oyun kaynağı oluyor.

Sonrasında ise Sultanpınar yaylasın ve Türk yaylalarına gidiyoruz. Türk yaylasını ilk defa duyuyorum. Orada bir minibüsle karşılaşıyoruz. Nasıl Göynük’e çıkarım diyorum. Yol zor diyor. Umarım kaybolmazsın diyip tarif ediyor. Sonra yola çıkıyoruz ve kayboluyoruz. Bu tür şeylerden hoşlanırım. Neyse yol bitiyor. Baktım önümüzde bir dağın tepesi yakın. Arabayı bırakıp yürümeye başlıyoruz. Manzara harika en tepede sanki biz varız.

Sonra arabaya dönüp yol adevam ediyoruz. Rastgele girdiğimiz bir yol oldukça zorlu. Taşlar kocaman kocaman su yol yapmış. Neyse yavaş yavaş yol alarak aşağı doğru iniyoruz. Önümüzde sadece dağlar var. Yakında bir yerleşim birimi veya yol görmüyoruz.

Neyseki iyice aşağı indikten sonra yol sonunda bir köye çıkıyor. Köyün adı İbrahimözü. Saframlar bölgesinden Göynük yoluna çıkıyor e Göynük’e doğru devam ediyoruz. Göynük şehiriçinde az geziyoruz. Göynük’ün tarihi ev dokusu çok güzel. Yeni yapılan evler dahi bu şekilde yapılıyor sanırım.

Sonra Taraklı’yı geçtikten sonra Paşalar mevkinde Ablam’a söz verdiğim üzümleri toplamak için üzüm bağına giiryoruz. 6 Kg üzüm toplayıp yola çıkıyoruz. Biblo yorulduğu için zorla üzüm bağına benimle birlikte kucağımda geldi. Bu arada üzüm koparma tekniğini de öğrenmiş oldum.

Batısından Doğusuna Karadeniz

0

Evet hep düşündüğümüz Karadeniz keşif gezisini yaptık. 4 Ağustos’da başlayan yolculuğumuz 12 Ağustos’da sona erdi. Önce gezi özet bilgilerini verelim. Biblo tüm yol boyunca gezdi, eğlendi, yolları seyretti…

Amaç: Karadeniz Keşif Turu
Toplam Km: 3346 KM
Doğu Karadeniz Uç Nokta: Rize Çamlıhemşin
En Yüksek Rakım: 2550 metre

1.Gün
Gerede’ye kadar gayet güzel geldik. Ama Gerede gişelerde kilometrelerce kuyruk vardı. Aman hafta sonu bu mevsimde gidersem bir daha Yeniçağ’dan çıkıp E5’den gideceğim. 30-40 dakika gişe kuyruklarında bekledik. (OGS var ama iki şerit kapalı..)

İşte ilk gün haritamız:


İlk durağımız Safranbolu oldu. Güzel bir yer. Küçük bir çarşı ama ne arasınız var. Biz safran ve lokumundan aldık. Ufacık bir paket safran 10 YTL. Lokumda ise mutlaka alın. Kaymakam Konağını ise mutlaka görmek lazım. Çarşıyı pazarı gezmek lazım.. Haa bu arada Etli ekmek dediler bir geldi bildiğimiz gözleme.Orada buna Etli Ekmek diyorlarmış.

İşte SafranBolu fotoğrafları

Kaymakam Konağı
Bulak mağarasına zaman ayırmakla çok iyi ettik. Çok yorulduk. Biblo çamur içinde kaldı. Tabi benim üstüm başımda…400 metre derinlikteki mağara etkileyici.
İlk gün Safranbolu ve Çınar Otel’e vararak orada konakladık. Konaklama da kriterlerimiz biraz farklı: Temiz olsun, lüks olması şart değil. Bu yüzden Çınar Otelde kalın derim. Muhteşeme deniz manzarısı, dalgaların sesi ve net bir gökyüzü. Oda da iki tane çift kişilik yatak var. Oda ücreti 40 YTL. Çınar Otel Abana’ya gelmeden 8 KM uzaklıkta. Her hangibir yerleşim birimi yanında yok.

Adını aldığı Çınar yaklaşık 900 yaşında.. Odamızın manzarası ve tabiki dalga sesleriyle…

2.Gün

2.Gün Çınar Otel’de kahvaltımızı yaptıktan sonra Sinop’a doğru yola çıktık. Bu gün yol alıp Trabzon’a gitmekti. Önce haritamız.

İlk durağımız Sinop’da Akliman ve Hamsilos. Hamsilos Türkiye’nin en Kuzey ucu. Harika bir koy. Ama sıcaktan bayılmak üzereydik. Biblo’nun patilerini ise Akliman’da biraz olsun serinlettikten sonra buralarda az kalarak yolumuz devam ettik.

Hamsilos koyunda deniz’in berraklığı ve mavisi Ege’yi aratmayacak nitelikte.
Uzun uzun yol ve kısa molalarla ancak akşam üstü Trabzon’a 30 Km uzaklıkta Çarşıbaşı Öğretmen evinde kaldık. Odalar çok temiz değildi. Ancak yorgunluktan burada kalmaya karar verdik. Geceliği 32 YTL.

3.Gün

Evet artık Trabzon’daydık. İlk işimiz Sumena Manastırı ziyaretimiz oldu. Sumena Manastırına giden yol oldukça keyif veriyor. Yanınızda serin ve gürül gürül akan bir dere ve yeşillikler içinde Sümena Manastırına vardık.

Etkileyici bir yapı. Sumena Manastırı hakkında maalesef oldukça az bilgi mevcut. Öyle dik bir kayalık üzerine inşa edilmişki hayranlık uyandırıyor.

Manastırı ziyaret edenler ise hem Manastırı fotoğraflıdılar hem de Biblo’yu. Hatta sonradan diğer yerlerde karşılaştığımız bazı kişiler “Aaaa yine Biblo” bile dediler. Hatta 2 kişi Biblo ile resim bile çektirdi 🙂

Biblo Sumena dönüş yolunda. Bu ağaç epey ilgimizi çekti..
Sumena Manastırından sonra aşağı inerken harika bir restaurant olan (Buraya 2 kere gittik) Altındere Restaurant bulunuyor. Oranın kaynak suyundan mutlaka içmek lazım. Ben bir sürahi suyu bitirdim. Biblo zaten oranın sularına eminim bayıldı. Fiyatlar ise son derece uygun. Servis ise fena değil.

Sonra HamsiKöy’e gidelim dedik. Bir önceki gün (Pazar günü) Sütlaç festivali varmış. Kaçırdık aa sütlaçımızı da yedik. Tabi Biblo yemedi.. (Şekerli şeyler yasak)

Enfes bir sütlaç. Kocaman bir kaseyi nasıl yedimiği anlayamadım bile. Bu sütlaç’ın rengi sarımsı. Neden böyle diye sorduk. Sütlaç’ın özelliği birincisi hayvanların sütü. İkincisi ise Celse ineğinin sütü normal ineğin sütüne göre daha yağlı olması. 100 KG sütten 6 Kg yağ elde edilebilir. Normalde bu 3 Kg’mış.

Hamsiköy’de bir Karadeniz’li kız çoçuğu. Karadeniz’de de kızlar hizmet ediyor. Halk gelen kişilere son derece cana yakın.

Hamsiköy’den sonra Hamsiköy’ü takip ederek Zigana geçini yöneldik. Bozuk yoldan harika manzaralar eşliğinde epey ilerledikten sonra hem saatin geç olması hemde yağmur bağlamasından dolayı Zigana geçidine varamadan geri döndük.

Sonra Uzungöl’e yöneldik. Akşam üstü Uzungöl’e varabildik. Otel ve pansiyonların tümünün dolu olması önce moralimizi bozdu ama yemek yediğimiz yer bize bir yer ayarladı. Gözde Pansiyon’da o gece kaldık. Oldukça temizdi. İçeriye ayakkabılarımızı çıkartık giriyorsunuz. Sonra koridorda bir sürü oda var. Onlardan birinde kalıyorsunuz. Ama temiz, sıcak su, banyo vs. var. Odanın geceliği 60 YTL. Bir oda da ise 4 kişi kalınabiliyor.

Pansiyona yerleştikten sonra göl çevresinde dolaşmaya çıktık. Aşağıdaki fotoğrafda artık hava kararmaya başlamış, Uzungöl’de ışıklar yanmaya başlamıştı. Bizde çok geç olmadan Pansiyona geri döndük. Ama Uzungöl’e bir daha gitmem.Hani o resimlerde güzel görünen doğası bozulmuş. Her iki tarafına yollar yapılmış ve çok kalabalık. Göl o güzelliğini kaybetmiş. Ama yinde fena sayılmayan bir heyelan gölü. Gölün etrafındaki yapılaşma ise çok fazla. Gölün ilerisi ve buradan çıkılan yaylalar çok daha etkileyici. Kısaca Uzungöl’le vakit kaybetmeye değmez.

4.Gün

Uzungöl’de kahvaltımızı yaptıktan sonra Uzungöl’ün çevresinde bulunan yaylalara gitmeye verdik. Uzungöl’ün ilerisine doğru gitmeye başladık. Yol ikiye ayrılınca ise sola dönen yoldan devam ettik.

Yolculuğumuz uzun bir süre aşağıdaki gibi bir yolda sürdürdük.Yolda kelebeklerin kol gezdiği buz gibi akan bir su kaynağı ile karşılaştık. Amacımız bu suyun toplandığı yaylaya gitmek. Kelebekler üzerimize konup durdular.
Ve sonunda ilk yayla evleri ile karşılaştık. Dağların her noktası yeşil bitki örtüsü ile kaplanmış durumda. Bu görüldüğü öyle çim değil. Yaklaşık 30-40 cm yüksekliğinde ve pek çok çiçek bulunan bir bitki örtüsü. Biblo içinde neredeyse içinde kayboluyor.


Biblo bitki örtüsü içinde etrafı izliyor.
Sonra yolda iki gezginle karşılaştık. Motoru kullanana aslında artçı olanı gezdiriyor. İki hafta önce İtalya’da dağlardaymış. Şimdi Karadeniz yaylalarını geziyor.
Sonunda en zirveye çıkıyoruz. Burası Obayayla. GPS’den baktığımız zaman 2300 metre yükseklikte olduğumuzu anlıyoruz. Bu yükseklik yaklaşık olarak ağaç yetişme sınırı. Bu yüzden çevremizde ağaç artık yok. Hata umduğumuz gibi çok da serin değil. Elbette aşağıya göre ısı farkı fazla ama üşümedik.
Aşağıya Uzungöl’e doğru inerken Uzungöl’ü bentlerini fotoğrafladık.
Uzungöl’ü terk etmeden Biblo’nun son bir fotoğrafını bent kenarında çekiyorum.
Amacımız Ayder yaylasına erişmek. Bu yüzden Uzungöl’den ayrıldıktan sonra Rize Çamlıhemşin’e doğru yola çıkkıyoruz. Çamlıhemşin’i geçtikten sonra yemek için köprüyü geçip ulaşabildiğimiz bir restaurant’ta kuzu etimizi yedik. Etin o doğal baharatını halen unutamıyorum.

Bu köprünün altında akan hırçın dere ünlü Fırtına Deresi. Fırtına deresinin hızlı akışı güçlü ve dinlendirici bir ses ve görüntü oluşturuyor. Azgın sular bu mevsimde bile çok güçlü.
Akşamüstü Ayder’e çıktık. Her yer sis. Yer bulamadık. Çok kalabalık ve burasıda anladığım kadarıyla Uzungöl gibi kontrolsüz yapılaşmış. Sisli olduğu için bir şey göremedim ama görseydim de bu kalabalık ve yapılaşma ile beraber çok güzel bulmayacaktım. Bence bu tür yerler bu şekilde kirletilmemeli.
Neyse nerede kalalım diye Rize’ye doğru giderken Ayder’a çıkarken gördüğümüz bir levha aklımıza geldi. Levha’daki numarayı aradım ve yerleri olup olmadığını sordum. 1 Km yukarı tırmandıktan sonra arabayı bırakarak patika yoldan yarı karalıkta 4-5 dakika yürüyerek kalacağımız yere ulaşabildik. Evet buraya araba yolu yok..Tam aradığımız yeri tesadüfen bulduk.


7 Dönüm üzerinde 4 tane dağ evi var. Tamamen herkesden uzak. Fırtına deresine 150-200 metre yukarıdan izliyoruz. Buranın sahibi Mehmet Abi. Her şeyi yardımcısı Erhan ile beraber yapmışlar. Evler dahil…Arazi içinde çay bahçesi var. Asıl şaşırtıcı olan ılıman meyveleri olan üzüm bağları ve domatesi yetiştirmeyi başarması.


İlk başta saat 22:00 kadar Mehmet abi ile hoş bir sohbet yaptıktan sonra bir grup gezgin arkadaş bize katıldı. Gökhan önderliğinde gezen bu arkadaşlar epeyce bir macera atlatarak buraya kadar gelmişler. Akşamleyin Mehmet Abi’nin kendi elleriyle hazırladığı enfes yemekleri yedikten sonra (çorba harikaydı….) yattık. Ev 24 metrekare ama oldukça temiz ve konforlu.

Mehmet Abi en solda..


Sabah 06:30 kalktık Her yere sis çökmüştü. Toparlanıncaya kadar sis dağıldı. Bahçede çay toplayan kadınları çektik. Tabi çay bitkilerinin arasına girince pantolonum sırıl sıklam oldu.


Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra artık geri dönüş yolculuğuna başlıyoruz. Ama amacımız bulutların üstüne çıkmak ve mümkünse bir buzul gölü görmek. Bu yüzden yolumuzu tekrar Sümena tarafına çeviriyoruz.

Sümena yolunda yine Altındere Restauran’ta uğrayıp bu sefer Alabalık ziyafeti çekiyoruz. Oradan aldığımız bilgiye göre Camiova yaylasına doğru yöneliyoruz. Yol oldukça sisli ve yol bu sefer oldukça kötü. Zaman az olduğu için gazı mecburen köklüyor ve biraz off-road yapıyoruz.

Hızlı ve 2 saatlik bir yolculuk ile 2.500 metre rakımlı Camiova’ya geliyoruz. Burada bir bardak çayımızı hızlıca içtikten sonra gölü soruyoruz. Yol yok diyorlar. Sadece araç izlerini izleyerek gölü buluyoruz.

Ama bulutları görünce hemen bulutları yakalayabilmek için bir off-road daha yapıyoruz.

Giderken iki büyük kuşla karşılaşıyoruz. Fotoğraflamaya çalıştım ama olmadı. Hemen uzaklaştılar. Sonra köylülerin yanına gidip bu kuşlar neydi diye soruyoruz. Amca cevap veriyor “Onlar bizim dağların gülü. Biz onlara Kartal deriz” Heybetli bir güzel kuşları bir daha göremeden göle doğru zorlu bir yol alıyoruz. Yol yok! Dağın eteğinden gidiyoruz..

Sonunda buzula ve göle erişiyoruz. Burası 2550 metre ve serin. Araçı bıraktığımız yerde 14 derece gösteriyor. Muhtemelen göl’ün yanı 13 dereceydi.

Buradan gece inebildik. Sis içinde gece yolculuğu zor oldu. Aşağı indiğimizde ise yağmur yağıyordu. Sonra yönümüzü ilk kaldığımız Öğretmenevi’ne çevirdik. Ancak Akçabat’tab geçerken köfte yemeden edemedik. Yolunuz düşerse mutlaka sahilde bulunan Körfez Restaurant’ta köftenizi yiyin. Hem ikramları ve misafir perverlikleri iyiydi. Hele ikram ettikleri Laz Böreği muhteşemdi.

5.Gün

Önümüzde uzun bir yol ve uğranacak yerler var. İlk önce yolumuz üstünde Vakfıkebir’e uğrayıp 2 ekmek aldık. Kocaman ekmeklerin küçükleri bile kocaman.
Sonraki durağımız ise pidesi ile ünlü Bolaman. 3.800 metrelik tüneli geçtikten sonra otobanı terk edip geriye doğru 2-3 Km dönerseniz Bolaman’a girebiliyorsunuz. Pideyle birlikte kavrulmuş turşuda ikramları. Samsun’da geçipde Bandırma Vapurunu görmeden olmaz dedik. Biblo kucağımda Bandırma Vapurunu gezdik.

Bafra civarında tütün yetişiyor. Tütünü yakından görmek için mola verdik. Tütüne yetiştiren kişi ve kızı ile ufak bir sohbet yaptıktan sonra yolumuza devam ettik. Biblo bu sırada güneşten korunmak için tütünlerin altına girdi.

O gece nerede konaklarız diye düşünürsen Sinop’u geçtikten sonra Yakakent’i 6 KM geçtikten sonra (Otoban’ın bittiği noktaya çok yakın) çam ağaçları arasında bir otel gördük. Mis Otel 2 Yıldızlı ama gayet temiz ve misafirperver. O gece orada çam ağaçlarının arasında konakladık. Mis Otel’e 0-362-611 4334 nolu telefondan erişebilirsiniz. Sakin yerleşim biriminden uzakta konaklamak isteyenler için birebir.

6. GÜN

Mis Otel’den ayrıldıktan sonra amacımız Amasra’ya varmak. Tabi yolumuzun üstünde bulunan Çınar Otel’e uğrayıp yemeğimizi yiyoruz sonra yola devam..Bugün daha çok virajlı yollarda yol aldık. Bu yolculuğumuz solda orman, sağda denizle geçti. Zaman zaman harika koylar gördük. Bu arada Sarımkum’a uğrayalım dedim. Sarıkum büyük bir sahil, bu güzel sahilde in-cin top oynuyor. Sarıkum’a giderken bulunan göl ise pek çok kuş türünü barındırıyor.

Amasra’ya gelmeden Gideros koyuna uğruyoruz. Burası enfes bir koy. Koyda bulunan çay bahçesinde çayımızı yudumluyor bir yandan da denizdeki ördekleri izledik. Tuzlu suda ilk defa ördek görüyordum. Burada bir tane pansiyon var. Yapılaşmaya izin verilmeyen koy umarım bu şekilde korunmaya devam eder ve şehirli beton meraklısı insanların saldırısına uğramaz.

Buradan ayrıldıktan sonra akşamleyin Amasra’ya vardık ve eyvahhh dedim. Neden mi? O kadar kalabalık ki. Zaten hiç kalmadan devam ettim. Eğer sakinlikten hoşlanıyorsanız Amasra’ya gitmeyin. Ben hayatta bir daha gitmem. Ortaköy’e giderim daha iyi. Park sorunu, kalacak yer sorunu, tonlarca araba ve insan sesi..Feci ve yığınla yapılaşma..Neyse çok kızdım ve Zonguldak’a kadar giderek geceyi orada kaldık.

7. GÜN (Bizim Bahçe…Ereğli’deyim)

Biblo Ereğli’ye ve bahçeye bayılıyor. Bu yüzden son iki günü ve bir geceyi Ereğli’ye ayırdık. Babamın Ereğli Alaplı arasında kendisinin yaptığı bir bahçe ve içinde bahçe evi var. Ağaçların arasındaki bu yer cennetten bir parça.. Önünüzde deniz manzarasıyken, arkanız ormanlık. Bahçede ise neler yok. Domates, patlıcan, biber, envai çeşit meyve ağaçları, kavun, karpuz, üzüm, armut vs.. İşte bahçeden bir kaç fotoğraf. Bu arada Biblo’nun keyfi süper…

Terstan çektiğim manzara çok güzeldi. Epey bir süre bu manzarayı izledik.
Babam etler için ateşi hazırlıyor.

Sonra ailecek yemeğimizi yiyoruz. Solda gözlüklü ben 🙂

Bu mini domatesler çok lezzeteli.. İşte dalından toplandığı an..

Kardeşim ve babam bahçe mahsulleri ile donatılmış kahvaltı sofrasını kuruyorlar.

Erikli Şelalesi’nde serinliyoruz

2

21.Temmuz’da serinleme sevdasıyle yönümüzü yakın olan Erikli Şelalesine çeviriyor. Nuray’ın motosikletin kazasından dolayı deniz’e gitmemiz mümkün değil. Bu yüzden bu sıcak havada kendimizi diğer su kaynaklarına yöneltiyoruz. Tesadüfen kardeşim Serhat’ta Yalova’dan bize katıldı. Nuray, Serhat ve Erikli şelalesi yolunu tutduk. Biblo yine süper mutlu, geziyoruz modunda. Feribotla yolculuk başlıyor…

Erikli şelalesine vardığımızda Biblo serinlesin diye suyun ortasına aldık. Patilerini ıslatmanın keyfini çıkarıyor.

Sonra’da Biblo’dan şelale önünde poz vermesini rica ediyoruz.

Sonra Şelaleyi daha izlemek için karşı taraf geçiyoruz. Biblo meraklı bakışlarla çevreyi izliyor.

Bulutlara değdik

0

Yine sıcaklardan kaçış devam ediyor. Bu seferde yakınımızda olan Soğucak yaylasına gitmeye karar verdik. Hemen Sapanca’da olan bu yayla Sapanca merkezden 13 Km uzaklıkta ve 1200 metre yükseklikte. Yayla oldukça geniş. Yaylaya çıkan yol ise oldukça bozuk. Zaman zaman motorla çıkışta zorlandığım yerler olmadı değil.

Bu gezimizde çoçukluk arkadaşlarım Bülent ve Deniz’le birlikte beraberdik. O gün genel olarak serindi. Ama Soğucak yaylası daha bir serin….İşin sonunda üşüdük, yorulduk ama oldukça keyifliydi. Bu gezimizde Bülent’de bizlere planör nasıl uçuruluyor onu gösterdi.

Çıkış yolu: 13 Km boyunca yolun en iyi yeri bu şekilde..

Biblo yaylaya kadar Deniz’le beraber seyahat etti…

Ve Soğucak yaylasına geldik
Bülent, Deniz’e bir görev vererek 🙂 keşfe gönderiyor.. Amaç planör’ün uçabileceği düzgün bir alan bulmak.
Bulutlar zaman zaman aşağı kadar iniyor.

Ateşimizi yakıp, sucuklarımızı yiyoruz. Hepimiz çok açıkmışız.


Bir ara sürünün tam ortasında kaldık. Çoban amca ile kısa bir muhabbetten sonra uçak uçurmaya devam ediyoruz. Uzaktaki çoban köpeğine önlem olarak Biblo kucağımda duruyor.
Deniz planör’ü geriyor. Planör’ün havalanması şu şekilde. 130 metrelik bir misine ve bu misinenin toprağa sabitlendiği yerde 10 metrelik bir lastik var. Bunu iyice gerip planörü fırlatıyorsunuz ve planör havalanıyor. Planör sıcak hava akımları sayesinde yukarıda kalıyor. Tabi bu işin ustası Bülent’in kanatları kumanda etmesi sayesinde.

Sonra Deniz’le yürürken dağ çileklerini keşfediyor ve dağ çileklerinden yiyoruz. Enfes kokulu bu çilekleri de fotoğraflamadan yapamıyorum.


Uludağ Eteklerinden Abant’a

0

Son gezilerimizin tümü hep yükseklere, yaylalara, zirvelere. Amaç sıcaktan kaçarak serin havada dinlenmek. Geçen haftadan tasarladığım geziyi bu hafta biraz sapma ile yaptık. Bu sefer günü kendimize izin vererek Cuma sabahtan yola çıktık. Gezimizi şu şekilde belirlemiştik.

– Uludağ Buzul gölleri (2300 metre)
– Abant (Eskişehir Hekimdağ geçidinden- 1200 metre)

Gezi bilgilerimiz:

Rota: İstanbul, Bursa Uludağ, Eskişehir, Mudurnu, Abant, İstanbul
Gezi Tarihleri: 22-23-24 Haziran 2007
Toplam Km: 832 Km
Amaç: Yükseklerdeki gölleri ziyaret ve çadır kampı yaparak yıldızları seyretmek
Fotoğraf Sayısı : 213

1.Gün haritası


2.Gün haritası

Cuma sabahtan evden Bursa’ya doğru yola çıktık. İlk defa gideceğimiz Buzul göllerine öncelikle Uludağ çekirge’den Oteller bölgesinden madenlerden yapacaktık. Olmazsa Alaçam’dan deneme yapacaktık. Madenleren olan yol motorlar gidilmesi imkansız bir yol olduğunu anladık. Yürüyüş ise fazla olacağı için Alaçam’a yöneldik. Ama yolu kötü olduğundan cesaret edip motorla çıkamadık. Fazlaca vakit kaybettiğimizden yürümeyi de göze alamadık. Lakin bulunduğumuzdan yerden 2 saatlik yürüyüş mesafesi vardı.

İşte Uludağ fotoğraflarımız.

Oteller bölgesinden geri dönüş yolunda:
Alaçam’dan yol kötü olunca ilerleyemiyoruz ve geri döndüğümüz yer. (1202 metreye kadar çıkabildik)

1100 metrede Nazo Abla’nın diye bir yerde dinlenmeye karar verdik. Yemekler enfes ama asıl olan İrmik tatlısı. Şimdiye kadar yediğim en güzel irmik tatlısıydı. Buraya gitmek ise son derece kolay. Bursa’dan Ankara istikametine giderken Kestel kavşağından içeri girince köyler yolunu takip edin. Sonra 10 Km ilerledikten sonra Alaçam 7 KM diye levhayı göreceksiniz. Dümdüz hiç bir yere sapmadan devam ederseniz burayı bulabilirsiniz.
Biblo burada akan seri suya patilerini soktu ve suyundan kana kana içti…Sonra beraber yemeğimizi yedikten sonrada çimenlerde yattık uyuduk.

Yolcu yolunda gerek diyerek 2.5 saatlik bir dinlenmeden sonra saat 18:00 gibi İnegöl’e doğru yola koyulduk. Bursa’nın yeşil diyarından Eskişehir’e doğru ilerledik. Mezitlerden ilerlelerken yola paralel ilerleyen dere bizi serin seri yol almamızı sağladı.

Bozük’ten sonra Bursa’nın yeşilini bıraktık ve İç Anadolunun çorak topraklarına geldik. Eskişehir’e girmek üzereyken aşağıdaki kareyi fotoğrafladım. Akşam güneşi gölgeleri uzatırken Biblo ise yorgunluktan kafasını bile uzatımıyor. Bu arada yolda uyudu….

Akşamleyin Eskişehir’de konakladıktan sonra sabahleyin Biblo ile park gezimizden sonra Sarıcakaya üzerinden yola çıktık. Aşağıda Eskişehir ovası..

İlk hedefimiz sıcaktan kurtulacağımız Hekimdağı geçidine ulaşmak. İşte Hekimdağı…

Hekimdağ’ını aştıktan sonra çoraklığı bırakıp neredeyse Akdeniz iklimi ile karşılaşıyorsunuz. Bu iklime kavuşmasının sebebi ise Sakarya nehri. Sakarya nehri Eskişehir’de doğar, sonra Sarıcakaya, Pamukova, Adapazarı derken Karadeniz’e dökülür.

İşte Hekimdağ’ın arkası… Diğer yanı çorak, burası ise yeşil…
Tepeden iniş başlıyor. Mayıslar köyünün bulunduğu vadiye inmeden önce bir mola daha veriyoruz. Fotoğrafı çekebilmek için bir kayalığın üzerine tırmanmamız gerekti. Çok diken olunca biblo’yu kucakta taşıdım. Ama dikenler yinede tüyünü sarınca burada biraz oturup diken temizleme operasyonu yaptım.


Nallıhan’a giderken çok değişik yeryüzü şekilleri ile karşılaşıyorsunuz. Pek çok höyük, keskin tepeler görebilirsiniz. Yol almak için çok az fotoğraf çekebiliyorum.Çünkü vadide sıcak bastırmaya başladı. Bir an önce tepelere çıkmak istiyorum.


Yolda Altın sarısı tahıl tarlalarını geçerken dayanamadım..Bunları da fotoğrafladım..


Mudurnu’ya gideceğimiz ova’ya iniş başlıyor. Durduğumuz bu tepede hafif esinti biraz rahatlatıyor bizi (1170 metredeyiz)

Sonunda Abant görünüyor..Çadırımızı kurmadan önce Abant yaylarına giden yola sapıyoruz. Ve burada ağaçların arasında molamızı veriyoruz. Biblo bile çevreyi azıcık gezdi ve geldi oturdu..


Sonra çadırımızı kurduk.
Yerleştikten sonra göl çevresinde yürüyüşe başladık. Güneş yavaş yavaş batışa geçmeye başlamıştı.
Yürürken Abant yaylalarında yaşayan bir ailenin küçük kızı ile karşılaştık. Biblo’yu sevmek isteyince durduk. Dünya şekeri bir çocuk..

Ne yiyeceğim diye düşünürlen yandaki çadırdaki biri kız biri erkek iki genç beni hazırladıkları sofraya davet ettiler. Her şey olağandı ama kirazlar enfesti. Erken veren Isparta kirazı daha toplanalı bir gün olmuş. Karnımızı doyurduktan sonra gece fotoğrafı için ayaklıkla göl kenarına indik. Köpeklerden dolayı fotoğraf çekemedim. Ama ormancılarla ikram ettikleri enfes çayın eşliğinde hoş sohbet yaptık. İzin isteyip ayrıldıktan sonra kamp alanı sadece ay ışığı aydınlatan yerinden yıldızları seyrettik. Biblo hn karanlıktan korktuğu için o kucağımdan inmedn çevreyi seyretti.

Ertesi sabah saat 05:30 gibi uyandım ama biz kız uyuyor. Bu yüzden 06:30’da kalktık. İlk çadırdan çıkan o oldu. Ben çıkıncaya kadar da gözden kayboldu. Sabah sabah bağınarak Biblo’yu aradım ama tüm Abant’ta sanki bir benim sesim var. Ödüm koptu. Neyseki buluştuk..Hanımefendi çayırlıkta yalnız gezinmek istemiş..

Sonra göl kenarında yürüyüşü yaparak sabahın güzel ışıkları ile fotoğraflarımızı çektik.

Göl bile henüz uyanmamış..



Göl kenarında gezimizi tamamladıktan sonra 09:30 gibi çadırımızı toplatıp Bolu dağına gittik. Karnızı tıka basa doyurduktan sonra da TEM’den doğrudan eve geldik. En zorlu yol TEM’di diyebilirim. Asfalttan yükselen sıcaklık Biblo’yu ok yordu. Bu yüzden 4 kere mola vererek en az 10 dakika dinlenmek zorunda kalarak eve kadar geldik.

XT600 ile Dipsiz Göller ve Delmece Yaylası

0

Biblo ile ilk gezilerimiz arabamızla ve yürüyerek geçiyordu. Sonra motorla gezmeye başladık. Biblo motoru çok sevince de bu şekilde devam etti. 2 farklı motorumuz vardı. Biri 1200cc BMW R1200C, diğeri ise 200cc’lik enduro/cross tarzı. Skyteam’i sattım. Bunun yerine artık bizi çok daha uzaklara taşıyacak XT600’ü aldım. Yamaha XT600 geziler için son derece uygun bir makine. Pek çok kişi XT600 ile dünyayı gezmiş, çölleri aşmış.. Biz ise ülkemizi gezeceğiz.

Makinemi Cuma günü teslim aldım. Cumartesi sabahtan kontrollerini yaptıktan sonra test gezisi için yola çıktım. Bu gezimde alışma sürecinde ve fren, yatma vb. testleri yapacağım için riske atmamak amacıyla Biblo’yu evde bıraktım.

Virajlı ve toprak yolda deneme yapabileceğim Delmece yaylasını hedef seçtim. Eskihisar’dan 5 YTL vererek Yalova oradan da Çınarcık’a geçtim. Delmece yaylası Çınarcık’ın hemen çıkışında bulunan Teşvikiye Köyü’nünden gidiliyor. Yol üstünde Erikli Şelaleri ve 2 adet göl var. Yayla ise tepelerin en üstünde büyük bir alan. Delmece yaylası yaklaşık 900 metrede bulunuyor. Yol son derece virajlı. Yani tam motorlu sürüş için ideal. Yaylada ise rahatlıkla toprakta gidebileceğiniz yerler var.

İlk durağım Yalova’da motorcuların karın doyurdukları Mehmet Abi ve oğlunun İbrahim’in yeri olan Doyum Lokantasındayız. Mehmet abi aynı zamanda çok iyi ustadır. Özellikle BMW konusunda son derece deneyimli. Bizim tanışma hikayemizde BMW’lerimizden kaynaklanıyor.

Doyum’da Lokantasında İbrahim ve Mehmet abi’nin güzel sohbetleri eşliğinde karnımı doyurduktan sonra Delmece yaylasına doğru yola çıkıyorum. İlk durağım Erikli Şelalesi.. Erikli Şelalesine giderken “Şeladede Gözleme yediniz mi,Gözleme İleride, Gözleme Az kaldı, Çok az kaldı….” gibi pek çok levha görünce canım gözleme çekti. O kadar güzel sırada da yerleştirilmiş levhalarki. Bir de doğal ortama uygun ağaçtan levha üzerini ufak şekilde yapılmışlar. Şelale girişinde gözleme yapılan yeri buldum. Yemeden geçmiyorum tabi…Hakkını vermişler gözlemenin.. Onların oradan da Erikli deresini fotoğraflıyorum.

Bu arada gözlememi yerken köylü kadınlarla dere suyunun az olduğunu konuştuk. Daha önceki senelerde Mayıs sonuna kadar yaylada kar olduğunu, suların bu zamanlarda da daha çok olduğundan söz ettik. Kuraklığın her geçen sene daha fazla hissedilir olduğunu onlarda belirttiler. Artık küresel ısınma gözle görünür halde herkes tarafından hissediliyor.
>

Sonra mont ve kaskımı da bırakarak şelaleye doğru yürümeye başlıyorum. Tahmini olarak 600-700 metre mesafe var. Yolda giderken zaman zaman gördüğüm kuş yuvaları çok şekerler ama bu yuvaları mesken etmiş bir tane daha kuş görmedim.

Yalova Belediyesi iyi bir çalışma yapmış. Çevre düzenlemesi çok güzel. Ağaçlar hakkında kısa bilgiler ve faydalı bilgiler de verilmiş. Çocuk parkı, çok amaçlı salon bile var.

Küçük ama gerçek bir asma köprüden geçerek şelaleye ulaşabiliyorsunuz.

İlk şelaleye ulaşıyorum. İki balkondan Şelaleyi izleyebiliyorsunuz. Ama ben dururmuyum taa şelalenin yanına kadar gidip birde tepeden baktım…

Hatta tepeden bakmakla kalmayıp şelanin karşına sıçrayarak geçtim.Halbuki hemen yukarıda daha kolay geçiş varmış.

Biraz daha yukarı çıkınca ikinci şelaleye vardım. Hep keşke Biblo’da gelseydi diyorum. Aslında motor testi dedim ama yinede gelmeden edemedim. Biblo ile bir kez daha geliriz artık..

Şelaleden ayrılarak 2 Km ileride ki küçük dipsiz gölü ziyaret ediyorum. Küçük dipsiz göl sanırım balçık dolu. Yaklaşmak bile tehlikeli uyarı levhası aşmışlar. Çok temiz görünmüyor. Keyif vermeyen bu gölde fazla kalmıyor ve hemen ayrılıyorum. Aslında yukarıda Büyük Dipsiz Gölde var. Ama oraya uğramadan geçiyorum. Bir an önce yaylada toprak sürüş denemesi yapmak istiyorum. Yaklaşık 8 Km sonra Delmece yayla’sındayım.

Delmece yaylasındayım. Hava serin, tısıl tısıl bir rüzgar esintisi ile serinliyorum. Fotoğraf makinemin şarjı bittiği için bundan sonra fazla resim çekemiyorum.

Motovirus Biblo ile tanıştı

0

27 Mayıs Pazar günü Motovirus.com kurucusu Yasin Riva gezisi düzenledi.. Bizde Biblo ile konuşup yarın onlarla beraber gidelim dedik.. Biblo’da ok verince Pazar günü yola koyulduk..

Biblo muayen günlerinde.. Biraz hassasız yani. Çok eğlendik ama yorucu bir gün geçirdi. İşte resimler..

Baileys, Zeynep ile Yasin’in oğulları.. Burada güneş gözlüğü takıyor 🙂



Motovirus tayfası..Sevgili Ercan, biblo’yu gezdirdi… İlk defa bir köpiş gezdirmiş 🙂

Korhan (Potenza) sonunda Biblo ile tanıştı ve mıncıklayabildi..

Zeynep (Deep) biblo’yu çok sevdi.. Biblo’da onu, hemen dudaklarından öpücük kondurdu 🙂

Biblo kayık sefası yapıyor…

Eeee kurdele’de bağlandı…Biblo’nun canına minnet çok seviyor takıp takıştırmayı.. Belli olmuyor mu?

Biblo BMW F650 denemesi yapıyor.. Testten geçti..

Hafta Sonu Macerası

0
Bu hafta sonu ne yapalım diye çok düşündük. Hava durumu yağmurlu gösteriyor. Ancak ne Biblo nede ben evde kalmak istemiyoruz. Yurtiçinden ve yurtdışından hava tahminlerine bakıp iyice karar vermeye çalıştık. İlk kararımız kesinlikle Batı’ya gitmememiz gerektiğiydi. Bu durumda Yalova, Bursa, Trakya bölgeleri yağış riski yüksek yerlerdi. Cuma akşamı elimizdeki verilerle şu planı yaptık:

Elimizdeki veriler

1) Biblo su geçirmez sırt çantası içinde seyahat ediyordu. Yağmur yağsa bile en az şekilde etkilenirdi.

2) Ben ise ne kadar mont’um ve botlarım su geçirmez olsada yağmurlukla korunurdum. Su geçirmez pantolonum var ama bu sıcakda giymem söz konusu değil.
3) Sakarya Poyrazlar gölünde ise Motor Şenliklerine arkadaşlarımız gidiyordu.

Karar
Cumartesi günü sabahtan Sakarya Poyrazlara gideriz. Duruma göre akşama çadır kampı yaparız. Pazar günü orada kalmazsak hava durumuna göre bir dereyi hedefler oraya gideriz.

Cumartesi
Hüsran. Adapazarına kadar gittik. Motorumuzun aküsü bitti. Neyseki çok şanslıydı. Önce Şehir merkezinde dükkanının önünde kaldığımız Ragıp Abiyle sonra da onun haberdar ettiği 33 senelik Reşat usta’yla tanıştık ve sorunumuz giderildi. Ancak Biblo bu arada hastalandı. Bu yüzden Poyrazlar’a gidemeden İstanbul’a aynen geri döndük. Ama gerek Ragıp abi gerek Reşat Usta gibi çok değerli 2 insanla tanışmış oldum. Hiç bir yardımı esirgemeyen Ragıp Abi ve Reşat Usta’ya çok teşekkürler. Sakarya veya civarında Motorsikletiniz arızalanırsa 24 saat ulaşabileceğiniz Reşat Usta’nın telefonu: 0-532-0-532-6372626 .Reşat usta eski ve deneyimli ustalardan. 1974 yılından bu yana motorsiklet ustası. Samimiyeti ve ustalığı ile Reşat usta :

 
 
Pazar : Dere Keşfimiz
Daha önceden kararlaştırdığımız gibi sabah erkenden kalkarak Hacıllı Köyünün yakınındaki Göksu deresine gittik. İşte resimler… Bu sefer sucuk yapamadık. Gelen bir telefonla eve dönmek durumunda kaldık. Ama 1.5 saate yakın yürüdük. Dere kenarında keyifli dinlenmeler yaptık. Biblo önderliğindeki bu gezi yine deli oksijen soluduğumuz, doğayla başbaşa kaldığımız gezilerimizden oldu.

Biblo ile dereye varmadan önce vadiye iniş yolumuz üzerinde bir fotoğraf çekiyoruz. Tabi durduk yaaa, hemen biblo çantadan patilerini çıkartıp çevreyi kesiyor..

Dereye kenarına indik, motoru stop ettim ve ben daha aşağıya inmeden Biblo hemen aşağıya indi..Süper bir hızla çevre tarafmasına başladı.

Göksu deresinde yine bir çoban amca ile karşılaşıyoruz. Sağolsun güzel bir muhabbet yapıyoruz. Hep gelenekseldir, nereden geldiğimiz ve gezdiğimizi anlatıyoruz. O ise kısa hayat hikayesini ve görüşlerini dile getiriyor. Bir de iki tane köpeği var. Biblo ile anlaşıp yanyana beraber bir süre geziyorlar. Her çoban köpeği ile bunu maalesef yapamıyoruz. Ben her halükarde sürekli tetikde de kalıyor, Biblo’yu hiç yalnız bırakmadığımı diğer köpek kardeşlere gösteriyorum.


Dediğim gibi Biblo diğer gezilerde de olduğu gibi ikimiz yalnızken öncülüğü o yapıyor ve önden gidiyor.

Derenin gürül gürül aktığı yerdeyiz. Burada az yürümemize rağmen dinleniyoruz.

Biblo’da korku ne gezer.. Gidip kayanın ucundan bakıyor dereye…

Biblo’nun dere geçişleri.. Artık bu konuda kesinlikle ustalaştı. O patilerini suya daldırırken en sığ yerleri seçerken ben umarsamadan geçiyorum dereyi.


Pek çok güzel manzara ile karşılaştık. Buralarda kısa molalar verdik. Biblo neredeyse her molada dereden suyunu içti.. Buna benzer pek çok gölet gördük.


Yine önden gidiyor. Bazen yavaş diye uyararak Biblo’nun çok uzaklaşmamasını sağlamaya çalışıyorum. Tabi Biblo bildiğini okuyor yine. Telefonumuz çalıyor ve bu telefondan sonra geri dönüş yolcuğuna başlıyoruz.

Buraya hadi ama gel.. Amma yavaşssın Murat diye bakıyor..Bazen kim kimi gezdiyor belli değil.

Motorumuzu bıraktığımız köprünün yanında biraz soluklanıp suyumuzu içiyor, derenin serin suyunda elimizi yüzümüzü yıkıyoruz.



Haccılı köylüsünün önemli geçim kaynaklarından olan odun kömürünün yapılışını inceliyoruz. Tabi Biblo hemen keşfe başlıyor. Burada Haccılı Köyü Dayanışma Derneği Başkanı ile karşılaşıyoruz. Kısa ve hoş sohbetimizin ardından tekrar yola koyulup eve dönüyoruz.

Aytepe-İznik dağ yolu

0

Havalar ısınıyor, ısınma arttıkça bizimde yükseklere çıkma isteğimiz artıyor. Bu Cumartesi iki motorcu arkadaş İznik yaptık. Zorlu olabileceğini düşündüğüm için Biblo’yı evde bırakmak zorunda kaldım. Aslında akşam eve geldiğimzde çokda mutsuz görünmüyordu. Sanırım o da evde kalmaktan mutlu olmuş.

Pzar günü ise nereye gidelim diye düşündüm. Serin olmalı, dere olmalı diyince Aytepe’nin İzmit’e olan tarafına doğru gidelim dedim. Pzar günü Nuray’da bize katıldığı için gezimize arabayla gittik. Benim evime 93 Km uzaklıktaki bu güzel yer tüm stresimizi aldı. Biblo yuvarlandı, dereden geçti (bu seferki benim ısrarım ile), gezindi, dereden suyunu içti, yani çok keyif aldı..




Uzandığımda Gökyüzünü bu şekilde görüyordum.

Yan yatıp baktığımda ise bu manzarayı görüyordum.

Biblo sürekli dolandı durdu.

Biblo dereden suyunu içiyor

Su değirmenimizi yapıp derede işler hale getirdik. Güzel güzel dönüyordur şimdi 🙂


Sonra çevreyi gezmeye çıktık.

Yolun ortasında su birinkitisi içine sıkışmış pek çok kurbağa yavrusu gördük. Umarız çabuk büyürler ve buradan kurtulurlar.



Biblo ile geleneksel koşturmamızı yapıyoruz. Deliler gibi koşuyor Biblo yine..

Burada ise bana bakıyor..

Karadeniz koylarını keşfe devam

0
Evet Karadeniz’in koylarını keşfe devam.. Buralar o kadar güzelki, umarım keşfedenleri doğayı severler…Batı Karadeniz’de gördüğüm en güzel koylar diyebilirim. Biblo bu gezide sıcaktan biraz rahatsız oldu. Akşam üstü açıldı ama o zamanda biz dönmeye hazırlanıyorduk. Neyse Biblo ilginç tabi… Bu gezimize Nuray ve Serhat ile gittik. Serhat denize düştü sonra da elbiseleri ile yüzdü 🙂

Biblo çok ilginç bu arada.. Yalnız ve topluluk içinde davranışları doğrudan değişiyor. Örneğin şemsiye altında Serhat’la Nuray uyurken ben duramadım çevreyi geziye çıktım. Biblo Nuray’ı ve beni aynı anda görebileceğimiz kadar geldi sonrasına ise devam etmedi..Aklınca her iki tarafıda kolluyor. Ama Nuray’la ben yanyanayken, kendisi uzaklaşıp gözden kaybolabiliyor..Ne diyeyim 🙂

Aşağıdaki resimde Biblo nerede?





Sudüşen Şelasi’nden Bursa’ya

0

30 Nisan Pazar günü Yalova civarını gezelim ve oradan da Bursa’ya gider Teleferik’e bineriz diye plan yaptık. Her zaman ki gibi planımız değişti. Gezimiz çok güzel başladı. Hava güzel, güneş güzel ; içimiz keşke yağmur yapsa kuraklık olmasa diyor; feribot’la geçiyoruz Yalova’ya. Bu sefer Eskihisarı feribotlarını kullanıyoruz. Nedense ben teknoloji işiyle uğraşmama rağmen eskiyi daha çok seviyorum. Eski feribotlara ihanet etmek istemiyorum. Üstelik onlar daha samimi sanki…

Çınarcık’tan sonrasını iyi geçirmediğimiz bir gezi haline geldi. Bu geziye ben, Biblo ve Nuray çıktık. Saat 17:00’ye yaklaşıyordu Bursa’ya geldik. Teleferik zaten imkansız hale geldi. Daha da kötüsü sürekli motor üzerinde 280 km yol aldık. Gezmek yerine sürekli motor kullandık. Ne ben ne Biblo ne de Nuray bu geziden memnun kalmadık.

Neyse Biblo’da benim gibi eski ferinotu seviyor ve feribot’un altını üstüne getiriyor. İşte feribotta gezinti resimleri…

Diğer motorlu arkadaşlar Biblo’ya rağbet ediyorlar.

Sonra yoruluyor kucak sefası yapıyoruz.

Feribottan iner inmez Termal ilçesine oradan da Sudüşen selalesi yoluna yöneliyoruz. Tepeye çıktığımızda her yeri tellere çevrili Gökçe barajını görüyoruz.

Sudüşene geldimizde Biblo çok sevinçli.. artık dağ-taş tecrübesi ile böyle büyük taş,kayaların arasında bile rahat rahat gezinebiliyor.

Sudüşen Şelalesinden ayrılıp Çınarcık’a doğru yola çıkıyoruz. Bu arada gezimizi BMW R1200C makinemizle yapıyoruz. Bu makine 1200cc. 2003 Model inanılmaz rahat bir asfalt makinesi. Ancak Türkiye’de çok iyi tanınmıyor ve bu makineden Türkiye’de 100 Adet civarında var.

Çınarcık’tan sonra aslında hedefimiz ara yoldan Gemlik’e gitmek ama sanırım ara yolu kaçırıyor ve yarım adayı dolanıyoruz. Dağlara saptıktan sonra tekrar denizi gördüğümüze bu sefer üzülüyorum. Çünkü yanlış yoldayız. Burada durup soluklanıyoruz. Biblo dere tepe gezerken bende motorumun resimlerini çekiyorum.

Biblo’nun gezisi bitince Nuray’la yeşil ile Marmara’nın mavisi ile poz veriyor. Bu seferki pozu doğal olsun diye fotoğraf makinesine bakmıyor.

Sonunda Bursa’ya varıyoruz. Burada bizi MotoVirus (wwww.motovirus.com) ekibinden Genç Bursa’lı motorcular karşılıyor. Taylan (windrider) ile Biblo tanıştılar ama Biblo’da hal kalmadı. Karnımızı doyurduktan sonra Bursa’dan ayrılıyoruz.

Hepimiz çok yorgunuz. Sürekli motor üzerinde yaklaşık 6 saat yol yaptık. Toplam gezimiz 9 saat sürdü.

Hava ansızın bozdu (Batı Karadeniz-2)

2

Geçen sefer ilk gününü yayınladığımız gezinin 2.günü de çok keyifliydi. Ancak havanın ansızın bozması sonucunda ne doğru dürüst bir fotoğraf ne de planladığımız rotayı takip edebildik. Aslında rotamızı ne olursa olsun uyardım ama Ereğli’den ayrılmamız geç oldu. Anne yemeklerini terk etmek kolay olmuyor.

Dönüş rotamızı Ereğli-Akçakoca-Melenağzı-Karasu-Kefken-Kerpe-Ağva olarak planlamıştık. Amacımız denizden mümkün mertebe ayrılmadan kıyıdan ilermemek ve Karadeniz’in güzelliklerini paylaşmaktı. Ancak Kefken’e geldiğimizde saatimiz ve havanın durumu ilerlemeyi riskli kıldığı için Kandıra yolundan geri dönmek zorunda kaldık. Sonuçta Biblo Kefken’e geldiğimizde üşümeye başlamıştı. Bu tür durumlar için arkada bulunan çantada Biblo’yu saracak yedek bir tşört,polar vb. bir şey bulunuyor. Biblo’yu Kefken’de sarmaladıktan sonra molalı evimize döndük. Ama bu sefer Bibloda bende üşüdük..

Alaplı çıkışındayız. Karadeniz’denki kıpırdanmanın farkındayız ama şu an için önemsemiyoruz.


Akçakoca’yı geçiyor sonra Karaburun’da tekrar Karadeniz’le buluşuyoruz. Kısa bir ayrılık bile Karadeniz’i görüncü mutluk oluşturuyor. Motorumdan inmeden fotoğraf makinesinin denklaşörüne basıyorum. Biblo ben durunca o durmuyor çantadan çıkıyor….

Bu arada Biblo çevredeki ağaç, dere, çayır kokularını o kadar çok seviyorki. Sürekli burnu ıslak oluyor. Köpekler daha iyi koku alabilmek için burunlarını ıslatırlar. O kadar güçlü burunarı vardır ki bizde 200 kata varan daha fazla koku duyuları gelişmiştir. Genellersek burunları ne kadar uzunsa o kadar iyi koku aldıkları söylenir. Yani onlardan bir şey kaçmaz..

Birde Biblosuz bir fotoğraf. yolun her iki tarafı fındık bahçeleri, önümüzde ise Karadeniz. Daha ne isteyelim…

Sonra Melenağzı’na geliyoruz. Biblo ile burada 15 dakika kadar dinlenip denizi seyrettikten sonra yolumuza devam ediyoruz.


İşte Karadeniz’e dökülen güzel bir çay daha..


Karasu’ya geldiğimizde rüzgar sertleşti. Burada durup montumun kışlık içliğini takmak zorunda kaldım. Biblo ile henüz üşümüyoruz ama Karadeniz tecrübeme göre ilerisinin hiçde iyi olmayacağı yönünde..Karadeniz’in bir önceki günkü durumu yok.

Evet Sakarya nehrinin yolculuğunun son bulduğu ve denizle buluştu noktaya geldik. Burası İhsaniye.. Balıkçı kasabası. Buraya gelipde Balık lokantalarına uğramazsanız çok pişman olursunuz. Fiyatları çok uygun, her şey ise çok taze.


Sonra asfaltı bitirdik. Cami Köy’den sonrası toprak yol. Ortaköy’e kadar burası toprak yol. Aslında vaktimiz olsaydı hemen Cami Köy’ün yanında olan Acarlar Gölüne gidecektik. Artık bir dahaki sefere..Bu yolun denize olan kıyısı çok büyük bir kumluktan oluşuyor. Çöl filmi çekmek için ideal bir yer.



Toprak yolu bitiriyor Ortaköy çıkışına geldiğimizde Karadeniz’in etkileyici yeşilliği ile karşılaşıyoruz. Biblo çantada beklerken bende kareleri fotoğraflıyorum.


Kefken’e geldiğimizde hava iyice bozmuş halde. Artık rüzgar sert esiyor. Anlıyoruzki buradan Kandıra yoluna sapmalıyız.

Dönerken üzüntülü şekilde Kerpe ve Ağva yoluna bakıyoruz. Ama buralara saparsak biliyoruzki kesin Biblo hasta olacak. Biblo’yu indirmek için Kandıra yolunda mola veriyoruz.

Güneşi İzmit Derince’de batıyoruz. Artık mola yok, hava kararmadan evde olmamız gerekiyor.

Biblo eve gelince su ve mamasını yiyip deniz manzaralı sepetine uykuya daldı.. Sanırım gezdiğimiz yerlerin rüyasını görüyor..

Kar ve Deniz birarada (Batı Karadeniz-1)

0

Biblo ile uzun zamandır düşündüğümüz gezimizi yaptık. 2 gün süren gezimizi yine adım adım anlatacağız. Biblo yine süper.. Neden? Gezilerden sonra oyun oynuyor hatta biraz da ihtiyaç gezisi yapıyoruz. O kadar gezmiş olmamız rutin yürüyüşlerimizi etkilemiyor. Eeeee o kadar suyu bende içsem bende ihtiyaç duyarım. Ama gezi performansı gerçekten çok iyi.. Eee sırt çantasında otur, canın istediğinde rüzgara doğru kafayı çıkart, istediğin zaman yan gel yat..

Gezimiz hakkında kısa bilgi vereyim. Biblo ile 21 Nisan sabahı çıktığımız gezimiz’, 22 Nisan Akşamı yine evimizde noktalamak üzere planladık. Her gezimide olduğu gibi amacımız belirli bir noktaya varmak değil ama bu sefer amacımız Kdz.Ereğli’ye gidip gelmek. Kdz.Ereğli benim için özel bir yer. Benim büyüdüğüm yer. Tüm çocukluğum oralarda geçti. Annem ve babamlar halen oradalar. Doğası, kültürü ile Türkiye’min güzel yerlerinden biri. Gideceğimiz yer belli ama giderken uğrayacağımız yerler her zaman olduğu gibi bilinmez yerler 🙂

Bu başlık altında gezinin sadece ilk günü var.

İlk günkü rotamızı özetle şu şekilde tasarlamıştık: Gebze-Ağva (Pınarlı-Bağıranlı ara yollarından)-Kerpe-Kefken-Karasu-Akçakoca-Alaplı-Ereğli olacaktı. Ancak Gebze tarafına geldiğimizde devam edelim dedim. İzmit’ten Kandıra yolundan Ağva’ya gideriz diye düşündüm. Ama İzmit’e geldiğimizde uzaktan Kartepe’yi gördüm ve yılın son karını bir görelim dedim. Kar serinliğini hissetmek istedim.Biliyorsunuz Biblo’da çok seviyor ve son kez Kandıra kavşağının altında durduk ve düşündüm… Vee karar : Kartepe bekle bizi geliyoruzzz diyip bastık gaza..

Geziler hakkında bilgi. İlk gün yaklaşık geze geze olan yolculuğumuz 9 saat aldı ve 264 KM yol aldık. 2. gün ise 8 saat sürdü ve 253 Km yol aldık. Gidiş ve dönüş haritamızı aşağıda verdim.


İlk durağımız Kartepe. Kartepeye çıkışta manzara çok güzel. Bir ara baktığıda sağımda Sapanca gölünü solumda ise Marmara denizini görüyordum.


Kartepe’deki otel çok güzel. Kışın buraya gelip bi hafta sonunu geçirmek lazım. Daha otele gelmeden güvenlik görevlisinin kibar davranışı, çalışanların güleryüzü kalite ve iyi organizasyonu işaret ediyor. Üstelik bu mevsimde dahi telesiej’ler çalışıyordu.

Sonra karlı bölgelere gitmek için yürüyüşe başlıyoruz.

Biblo karı görüncü dururmu.. O önden ben arkadan gidiyoruz.

O gitti geldi bile karlı tepeye…Eeeee 4×4 biblo her yere kolay gidiyor tabi.



Zirve’ye telesiej ile çıkılabiliyor. Gidiş-dönüş 30 dakika alıyormuş. Fiyatı ise kişi başına 5 YTL. Kesinlikle değebilecek bir fiyat.
Kartepe inişinde Kuzuluk yaylasına uğruyoruz. Burada yol toprak ama manzara süper.. Yayla düşündüğümüzde ufak. Yaylada hiç indemeden geri dönüyoruz. Ama karlı yol çok güzel. Biblo ise resim çekilirken sabırsız şekilde bende ineyim diyerek patilerini dışarı alıyor hemen.

Sonra buradan ayrılıp tekrar yola çıkıyoruz. Adapazarında başka bir motorcu ile ışıklarda karşılaşıyoruz. Yeşi ışık yanıncaya kadar nerden nereye gittiğimizi ve adlarımızı söyleyebiliyoruz ancak. Mardin diyor amca.. Sonraki ışığa kadar yanlış anladım diyorum. Sonraki ışıkta tekrar yanına gidiyorum ve nereye gidiyorsunuz diye tekrar soruyorum. “Mardin “diyor.. Şurada tamircime uğrayacağını söylüyor ve beni çay içmeye davet ediyor. Biblo ile daveti kabul ediyoruz. Biraz sohbetten sonra motoru ile tüm Türkiye’yi gezdiğini öğreniyoruz. Adı Ümmet Abi. Çok sıcak bir sohbetimizi yapıyor ve izin isteyip Karasu’ya doğru yola çıkıyoruz.

Yaklaşık 2 saat önce karlar içinde olan Biblo şimdi ise sıcak havada deniz kenarında keyif yapıyor..Rüzgar yok, güneş iyice ısıtıyor, deniz ise berrak ve dalgasız.


Sonra Melenağzında’yız. Balıkçı kasabası olan Melenağzı’nda otel ve pansiyonlar mevcut. Mutlaka yazın kamping alanlarıda vardır. Melenağzı’nı terk edip, karadeniz’e Akçakoca’ya kadar veda edeceğimiz son nokta olan Karaburun’da duruyoruz.

Akçakoca-Düzce kavşağını geçiyoruz ve Karadeniz’le tekrar buluşuyoruz. Gölgeler uzuyor, gün batımı yaklaşıyor.

Ne kadar gün batımı yaklaşsada duramuyoruz yerimizde ve gördüğümü toprak yoldan içeri gidiyoruz. Muhteşem güzellikte bir yer. Berrak akan dereden ve bol yeşillik. Çayırlık bir alan görüyoruz ama dere önümüzde. Motorumuzla dereden geçiyoruz ve çayırlıkta duruyoruz. Dere düşündüğümden derin çıkıyor. Zincirlere kadar suya batıyoruz.


Akçakoca-Alaplı sahili arası
Güneşin batmasına yakın Ereğli’ye geldik.. Harika bir manzara keyfi yaşarak geçirdiğimiz bu yolculuğun sonunda Ana-Baba evimize geldik.

Yanımızdaki Bakir Koyları

0

Biblo ile gezimizi bu hafta Kuzey-Batı Marmaraya çevirdik. Bu gezimizde yine ara yollara girerek daha az gidilmiş, herkesden uzak köşelere baktık. Motorumuzla yaptığımız gezimiz sabah 10:00 civarında başladı, 20:20’de bitti. Yaklaşık 10.5 saatte 213 KM yol aldık.

Biblo eve gelir gelmez ayısı ile oynamaya başlasada ardında kafayı vurdu yattı. Acayip yorulmuş bu sefer. Sabaha kadar uyudu.

Bu sürenin 4-4.5 saat gibi süresini motor üzerinde geçirdik. Asfallta hep hızlı gittik. Diğer yerlerde ise gezinerek, izleyerek gittik. Zaten amacımız varmak değil, gezmek olduğu için sakin sakin yapıyoruz gezilerimizi.

Gezimize Gebze-Şekerpınar’dan Mollafenarından başladık. Aslında Ballıkaya üzerinden Demirciler köyünden gidecektik ama Ömerli barajının uzantısı olan gölete uğramak istedik.

İlk durağımız Ömerli’nin uzantısı olan gölet.

Sonra Ağva’ya doğra yola çıktık. Ağva ile Gebze arası bizim gittiğimiz yoldan 72 Km. Ama öyle doğrudan gitmedik. Bir ara gözümüze ara bir toprak yol takıldı. Hemen girdik içeri doğru. Yol çok bozuktu.. Akdeniz iklimini andıran tepelerden geçtik. Çok güzeldi. Fotoğraflayamadık.

Sonrasında bir çayırlık bulup dinlendik. Biblo ile çevrede gezindikten sonra Biblo hemen benim motorun gölgesine sığındı.

Sonra bende yorulduğumu fark ediyorum ve Biblo’nun yanına uzanıyorum. Bu arada fotoğraf makinem Nikon D70S.Ama şimdiye kadar otomatik çekim ayarını bilmiyorduk. İlk defa bu resimde otomatik ayarla çekim yaparak kendimide fotoğraflamayı başardım.

Bozuk yoldan çıkıp tekrar Ağva’ya yöneldiğimizde ilk virajı aldıktan sonra tam önümüzde yolu geçmeye çalışan Kamplumbağa kardeş çıkıyor.Genç kaplumbağa ezilmesin diye hemen duruyoruz ve yolun kenarına koyuyoruz. Biblo bir kere merak edip kokluyor ama hiç ilgisini çekmediği için hemen uzaklaşıyor. Genç kaplumbağa kafayı çıkarsın bir poz versin diye bekliyorum ama başarılı olamıyorum. Çok da bekleyemiyor ve yolumuza devam ediyoruz.

Ağva yakınına geldiğimize Göksu deresinin güzelliğini görmek için mola veriyoruz. Göksu deresi 60 Km öteden İzmit’ten geliyor. Kaynak bu kadar uzakta olunca pek çok ufak dereyide kendine katıyor. Yağmurlu havalarda bu dere yol seviyesine kadar çıkabiliyor. Durduğumuz yer güzel bir yer, sahipleri İzmit’li. Teyze ile bir amca bizi son derece sıcak karşılıyorlar. Bir çay rica ediyoruz. Yıllarca İstanbul’da yaşamış bey amca sonra rahatsızlık geçirdikten sonra 7 Sene önce buraya yerleşmiş ve kendin pişir kendin ye piknik alanını kurmuş.

Sonunda Ağva’ya varıyoruz. Aslında hiç Ağva’ya girmeyecektik ama canım sıcak bir çay istedi. Biblo ile hemen fener’in olduğu yere gidiyoruz.

Tam çayımı bitirmiş kalkıyordukki ileride Yunuslara gözüm takıldı. Bir kaç fotoğrafını çekmeye çalıştık. Nehirin başında gördüğümüz Yunuslar nehirin içine doğru girmeye başladılar. O zaman anladım bir balık sürüsü kovalıyorlardı. Balıkların üzerine atlamaları sudan çıkışları çok güzeldi. Seyretmekten fotoğrak çekemedim 🙂

Ağva’dan ayrılıp Kandıra yoluna sapıyoruz. Oradan da Pınarlı köyüne doğru gidiyoruz. Ana yoldan gitmek bizi çok cezbetmiyor Çünkü deniz kenarındaki koyları görmek ve araç trafiğinde uzak gitmeyi arzuluyoruz. Bu yol Pınarlı’ya kadar bozuk mıcır yol. Pınarlı’dan sonra ise toprak yol. Bu halde 10 Km devam ediyor.

Pınarlı’yı geçtikten sonra deniz’e yaklaştığımız hissediyoruz ve ilk gördüğümüz toprak ara yoldan giriyoruz. Yol çok bozuk araba gidebileceği bir yol değil. Ya motorlar yada yürüyerek gitmek gerekir. Sonunda istediğimiz gibi bir koya varıyoruz. Biblo hemen keşfe başlayıp işaretleme çalışmalarına başlıyor. Artık burası da Biblo’nun…

Biblo’nunda çok hoşuna gidiyor. Hemen bir yuvarlanarak keyif yapıyor. Bu da çok keyifli olduğunu gösteriyor. Zaten yüzünden anlamak her şekilde mümkün ama içi içine sığmıyor bizimkinin.



Sonra karnımızın açıkdığını hissediyor ve geleneksel sucuğumuzu yapıyoruz. Bu arada ateş yakıyoruz ama mutlaka su ile söndürüyoruz. Diğer bir yandan daha önceden yakılmış bir ateş yeri varsa orayı tercih ediyoruz. Mümkün mertebe çimen olmamasına ve çimenler üzerindeki taşları kullanmıyoruz. Amacımız doğaya zarar vermeden ateşimizi yakmak. Burada daha önceden yakılan ateş yerini kullanıyoruz.

Biblo karnını doyuruyor ve dinlenmek için motorun gölgesine geçiyor.

Biraz dinlendikten sonra çevreyi gezmeye çıkıyoruz. Sanki burası Karadeniz değil. Beyaz çakıllar akvaryum berraklığında deniz. Çok beğeniyoruz.

Biblo’nun arkasında olan manazara baktığımda sadece gördüğüm bu iki koy değil, pek çok koy var olduğunu görüyorum.


Çevre gezimiz bitince Biblo ile yatıyoruz. Gözlerimizi kapayıp martıların ve denizin sesini dinliyoruz. Ben yatınca Biblo’da genelde yanıma gelip uzanır. Göbeciğinin okşanmasını ister.

Dönüş yoluna geçiyoruz. Bulunduğumuz koya girdiğimiz yoldan zar zor çıkıyoruz. Pınarlı ile Bağıranlı arasındaki yol hep toprak.

Bağıranlı’yı geçip İzmit’e Kandıra yolundan uzatmak yerine Hacılar köyü arayolunu kullanıyoruz. Böylelikle 10 Km yolu daha kısaltıyoruz. Yol bozuk asfalt ve bazı yerler patlamış. Neyse bu yolu bitirip Kandıra-Ağva-Şile ana yoluna çıkıyoruz. Bu yol oldukça düzgün.

İzmit göründü..


Gebze’ye vardığımız güneş batmak üzere ve karınlık bastı. Biblo Gebze ile İzmit arası kafayı hiç çıkarmadı ve dinlendi. Gebze’de yorgunluğu ise son safhada..

Güney-Doğu Marmara turu (İzmit-İznik-Yalova)

0

Bugün yaklaşık olarak 12 saat süren ve 197 KM yol aldığımız turumuzdan söz edeceğiz. Daha önceden bugün için Yuvacık barajı ve Aytepe vardı. Amacımız hem baraj gölünü görmek hemde Aytepe’de karla buluşmaktı. Amacımızdan saparak kilometrelerce zorlu dağ yollarında gittik. Ama çok iyi bir geziydi.

Gezimiz neden güzeldi. Tamamen yalnızdık, maceralıydı, sincap, vahşi kuş, kaplumbağa gibi vahşi hayvanlarla karşılaştık. Karda yürüdük, yaylada koştuk. Göl kenarlarında dinlendik, derelerden suyumuzu içtik. (Suyumuz bitti de…)

Önce gezi yolumuzun haritası. Normalde gittiğimiz yerlerde yol yok. Toprak ve patika yol var. Bu yollar normal arabayla gidilmez. Bazı yerleri arabayla geçmek için 4×4 veya bizim yaptığımız gibi motor olması şart. Tam tedarikli gitmek şart. Çünkü yakınlarda yerleşim birimi yok ve cep telefonu hiç çekmiyor.

Özetlersek İzmit’den İznik’e olan yolculuğumuzun bir kısmı dağlardan ve ara yollardan gerçekleşti.

İlk durağımız Yuvacık barajı.


Sonra Aytepe’ye doğru yola çıkıyoruz. Pek çok güzel manzara geçiyoruz ama çok azını fotoğraflıyabiliyoruz.

Servetiye Köyü’ne varınca kahvaltımızı yapıyoruz. 5 YTL’ye kahvaltımızı yapıyoruz ama kahvaltıyı çok beğenmiyoruz. Kahvaltı eleştiri ve önerimizi yaptıktan sonra ayrılıyoruz.

Sonra Aytepe’nin Karlı yollarına varıyoruz.

Bir ara motorumuz elektrik arızası meydana geldi. Neyseki tedarikliydik ve yedek sigorta ile sorunu çözdük.

Sonra Menekşe yaylasını olduğunu sandığımız yaylaya vardık. Ama yaylanın ilk etabında önce karnımızı doyurduk.

Aslında Aytepe ile bu arası son derece maceralı geçti. Önce farklı bir yola saptık. Orada düştük. Biblo’yu refleksle yol kenarına fırlattıktan sonra kendimi motordan aşağıya attım. Motor’un gidonu yamuldu. Zor bela düzelttikten sonra yolumuza devam ettik. Bu arada dalların arasında geçtik, sulara girdik, ıslandık. Çok ama çok keyifliydi..

Biblo burada yuvarlandı. Defalarca nasıl yuvarlandığını görmek lazım. Vee ot yedi.. Ot yemesine ikinci kez sahit oluyorum. Valla her şey öyle güzeldiydiki ben bile yiyecektim az kalsın.

Sol aşağıdaki ufak nokta biblo 🙂 Bende çayırlara yattım biraz dinlendim. Biblocuk baktı ben yatıyorum o da geldi hemen yanıma uzandı. Sessizlik içinde serin havada güneş içimizi ısıtırken rüzgarın sesini ve onlarca kuşun ötüşünü dinledik.

Koşturup yuvarlandıktan sonra geldi biraz dinlendi. Bende bu arada ateşi ve sucukları hazır ettim.

Sucukları biblo ekmekleri ben yedim. Şaka bir yana tam tamına kardeş payı yaptık.

Sonra asıl büyük yaylaya gittik. Burası da çok güzeldi.

Bir ara vahşi bir kuş bağıra bağıra (sesi çok güzeldi…Aynen filmlerdeki kartal sesleri gibi..) üstümüzde uçtu. Biblo’yu tavşan sandı sanırım. Ama ben kocaman bir “yerim seniiiii” dedim o zaman kaçtı 🙂

Yine deliler gibi koşuyoruz.. Birde zemin sulu olunca kim tutar Biblo’yu?

Yayladan ayrılıyoruz ve bir kaç köy geçtiten sonra Elmalı köyü sapağında İznik’e doğru yola çıkıyoruz. Yol o kadar güzelki, ara bir duruyoruz. Biblo’yu her yerde indiremiyorum maalesef. Çünkü güneş batmadan Yalova’da olmamız lazım…Hemen fotoğrafımız çekip yola devam ediyoruz.

Sonunda ufukta İznik gölünü görüyoruz. Muhteşem manzara fotoğrafımıza yansımıyor.

Çoban amca’dan yol tarifimizi alıyoruz. Bu arada kısa ama keyifli de bir sohbet yapıyoruz.

Sonunda İznik’e geldik.

İznik’ten ayrılıyoruz.

Sonunda Yalova feribotu’a 19:45 gibi varıyoruz. 20:15 Feribotu ile İstanbul’a dönüş yapıyoruz.

Popüler İçerikler

Rastgele Yazılar