Ayvaini uzun bir yol başlığı boşuna değil. Her bir ölçümde gidebildiğimiz mesafe kısıtlı. Her gün 250-300 metre civarı yol alıyoruz. Bu sefer ekip kalabalık. Ankara’dan üç kişi, İstanbul’dan beş kişiyiz. Her zamanki yerimize kampımızı atıyoruz. Sabah kahvaltısı sonrası hazırlıkları yapıyoruz. Bu arada Biblo ortalıkta dolanıp arada sırada gözden kaybolup küçük gezintiler yapıyor. Hava kapalı ve yağmur olasılığı fazla. Ayvaini büyük bir mağara olduğundan sel riskini fazla taşımıyor. Geçen sene hemen kış bitiminde yapılan bir gezide böyle bir tehlike atlatılmıştı ancak yağmur süresi ve yoğunluğu oldukça fazlaydı.
İlk gün yedi kişi içeri girecek. Bugün Biblo ile ben dışarı kalacağız. Kurtarma saatine kadar da dışarıda gezinmeyi düşünüyoruz. Kurtarma saatine kadar çıkan olmazsa o zaman tasalanma başlıyor. O zaman kadar rahatız.
Hep beraber mağara girişine kadar gidiyoruz. Giyinme ve kuşanmananlara yardımcı oluyor, hazırlıkların tamamlanmasını sağlıyoruz. Dere epey çoşkulu şekilde akıyor. Dere’nin suları yaklaşık 16-17 metreden mağara içine şelale oluşturarak akıyor. Önceki gelişmizde su yoktu. Bu yüzden hemen dere yatağının bulunduğu yerden giriş yapabiliyorduk. Bu sefer sol üst taraftan şelale yanından iniş yapılacak. Herkes SRT setini kuşanıp ipe girmeye hazırlanıyor. Mağara girişinden kareler:
Biblo hazırlıkları uzaktan izliyor.
Biblo ile birlikte bizde kamp alanına dönüyoruz. Biblo Nuray’ın içeri girmesinden her zaman gibi rahatsız. Kamp alanına pek de koşarak gelmiyor bu yüzden. Gezeceğiz kelimesini duyduktan sonra da epey canlandı. Kamp alanını genel olarak toparladıktan sonra aracımıza atlayıp aşağıda Uluabat gölü kıyısında bulunan Gölyazı’ya doğru yola çıkıyoruz. Biblo yeni yerler görecek bu yüzden oldukça heyecanlı. Biblo camdan kafayı çıkartarak yol alıyoruz.
Göl suları oldukça yükselmiş. Köprü’nün ayakları görünmüyor.Kıyıdaki çay bahçeleri ise sular altında kalmış:
Aracımızı park edip kara ile tek bağlantısı köprü olan Gölyazı’ya doğru yol alıyoruz. Aslında sular yükseldiğinde ada, sular alçaldığından yarımada burası. Köy halkı gelirini balıkçılık ve tarımdan elde ediyor. Zamanında gölde oldukça fazla kerevit çıkıyormuş. Hatta Kerevitaş diye şirket dahi var. Bugün Ülker tarafından satınalınan şirket zamanında tonlarca kerevit ihracat yaparmış. Biliçsizce yapılan avlanma, göl sularının hızla kirlenmesi ve mantar hastalığı kerevitlerin sayısını da oldukça azaltmış durumda. Bundan etkilenen sadece kerevitler değiller. Balıkçılıkta oldukça azalmış durumda.
Uluabat gölü denizden çok yüksekte değil. Sadece 9 metrelik bir rakım farkı var. Göl suları oldukça sığ. Pek çok yerde 1-2 metre derinliğinde. Göl içinde çeşitli adalar bulunmakta. Gölyazı içinde dolaşırken halkın turiste alışkın olduğunu görüyoruz. Herkesle sıcak bir şekilde selamlaşıyoruz. Göl’e dik inen sokak aralarıyal gölle teması hiç kesmiyorsunuz.
Dar sokaklarında kerevit sepetlerini onaran aileleri görüyorsunuz.Burada sadece erkekler balıkçılık yapmıyorlar. Kadınlarda tekne kullanıyor, ağ atıp balık avlıyorlar.
Gölden avladığı sazanları satıyor balıkçı. Balıklar halen canlı, alıcılarını bekliyorlar. Tam fotoğraf çekerken biri çırpınıp gölün sularına ulaşmaya çalışıyor ama nafile. Balıkçı hemen yakalayıp tezgahtaki yerine koyuyor onu.
Gölyazı’da büyük bir çınar ağacı var. Ağlayan çınar ismini vermişler. Çınar’ın hazin de bir aşk öyküsü var. Ağlayan Çınar ve Gölzyazı hakkında detaylı bilgiye http://www.aglayancinar.com adresinden erişmek mümkün.
Biblo ile Çınar’ın yanında bulunan balık restaurant’ına girip, turna balığı siparişi veriyoruz. Tam masa’ya yeni oturmuştum ki telefonum çaldı. Telefon Ali’den.. Heyecanlanıyorum. Normalde mağarada olmaları gerekiyordu. Neyseki sorun yok. Sadece Güliz’le Ali kamp’a geri dönmüşler. Sipariş’i iptal ederek kampa dönerek onlarla tekrar aynı yere geliyoruz. Balığımzı yedikten sonra güneşi’de batırmadan bir an önce kampa geri dönüyoruz. Neredeyse aynı anda tüm ekip kamp alanında oluyoruz. Ölçüm faaliyeti gayet başarılı geçmiş durumda.
Ertesi gün dört kişi aşağıya iniyoruz. Bu sefer Biblo, Nuray’la birlikte dışarıda kalıyor. Mağara içinde su seviyesi de derenin akışı ile yükselmiş durumda. Zaman zaman suyun içinde vakit geçireceğimizden wet-suit’lerimizi giyerek aşağıya iniyoruz. SRT setlerimizi kuşandıktan sonra iple şelale yanından iniş yapıyoruz. İpteyken şelale manzarası o kadar büyüleyiciki anlatmak zor. Suyun gücü, ışığın karanlıktan içeri doğru süzülmesi pek de kolay unutulmayacak bir manzara oluşturuyor. Fotoğraf makinesinin yanından olmasını isterdim. Zaman zaman botla yol alıyoruz. Su son derece berrak. Öyle güzel manzaralar varki. Bir sonraki girişimde ölçüm işine dahil olmadan sadece fotoğraflama işini yapmak istiyorum. Ölçüm işini tamamladıktan sonra mağaradan son çıkıştaki güzel manzara eşliğinde çıkışımızı tamamlıyoruz.
Kampa döndüğümüzde her şey toplanmış. Yine oldukça keyifli bir hafta sonu geçiyor ve Türkiye’nin en uzun mağaralarından biri Ayvaini’nin ölçümünde biraz daha yol alıyoruz. Kamp’tan fotoğraflar:
Zaman zaman yoğun yağmur altında kaldık.
Yine yoğun bir yağışta Biblo ile çadırımıza sığınmışken.
Kamp ateşinde Ali’nin pilavını büyük keyifle yerken: