Anasayfa Blog Sayfa 3

Yazılıkaya – Frigya

4

Görmek ve merak ettiğimiz çok yer var. Hani adını duyup merak edilen cinsten değil. Okursunuz ama gidip görmek, dokunmak istersiniz. Okuduklarınızı dair kanıtlar ararsınız. Yazılıkaya’da bizim için bu tür kanıt arama gezisi oldu. Tarihi topraklardaki binlerce yıl öncesine döneceğiz..

Yazılıkaya ilk önce adını duyurdu bize.. Sonra okumaya başladık.. Görünce ise  çok gerilere gittik, bulduk kanıtları, inceledik.. Dokunarak yaşadık… inandık okuduklarımıza..Zamanda yolculuk böyle başlıyor. Hani okumadan giderseniz her şey sadece bir taş parçası ve biraz da hayret uyandırıcı olurlar belki. Oradaki yaşanmışları bilirseniz farklı.. Kaparsınız gözlerinizi, biraz rüzgarın etkisi, biraz havadaki güzel kokularla zihninizde yaşamaya başlarsınız..Binlerce yıl geriye gider duyarsınız oradaki mutluluğu, savaşı, kavgayı…

Gezimizin başlığı Yazılıkaya ama gezimiz çok şeyi içeriyor. Eskişehir çevresinde yaklaşık 240 Km’lik bir yolu kapsıyor. Bu gezimizde çok geçmişe gideceğiz. Yazılıkaya ve tarihini anlatmak buraya sığmaz. Biz bu yüzden sadece gezimizden söz edeceğiz.

Anadolu topraklarının her parçası tarih içeriyor. İster kurak ister ormanlık olsun. Her köşesinde pek çok insan soyu fevkalade yaşamışlar. Eskişehir, Kütahya, Afyon üçgeninde bu önemli bölgelerden biri.

Eskişehir Nuray’ın memleketi..Konaklama yerimizde annemle babamızın evi..Konaklama fevkalade. Evde güzel yemekler ve sıcak bir ortamdayız.  Gezimiz bu şekliyle birden fazla amaç taşıyor: Anne babamızı görüyor onlarla hasret gideriyor, Yazıkaya tarihini yaşıyor, Eskişehir’i bir turist gibi gezip kareliyoruz..

Tarih gezimiz için yönümüzü Ankara yoluna oradan da Seyitgazi’ye doğru çeviyoruz. İşte Yazılıkaya gezimizin künyesi:

Gezi KM: 242 KM
Süre: 9 Saat
Yemek: Peynir Ekmek
Konu: Tarihi teneffüs etmek. Keşfedilmişi tekrar keşfetmek..
Gezi Öncesi Hazırlık: Frigler’i, Midas’ı okuyun okuyun okuyun..
Gezi Lideri: Biblo

İlk durağımız tabelalarını gördüğümüz Doğanlıkale oluyor. Bu ismin tarihi M.Ö.500’yıllara dayanıyor. Tüf’e yedi kattan oyulmuş yapı pek çok uygarlığa sahne olmuş.  Tüf Frig vadisinden bol bol bulunan kolay şekil verilen bir kaya türü. Tüf yanardağın püskürttüğü kül,kum ve lav parçalarından oluşuyor. Gözeneklerden oluşan bu çökelti taşlar hafif ve kolay şekil verilebiliniyor.

Doğanlıkale oldukça etkileyici. Doğanlıkale ile Deveboynukale yanyana yer alıyorlar.

İşte kareler:

 

 

Doğanlıkale’de giderayak Doğan kuşunu ve yuvasını fark ediyoruz. Doğanlıkale’ye adını veren doğan kuşunu görmek etkileyici. Doğan’nın yuvasına konuşunu ve sonradan ayrılışını izliyoruz yavaşça ve keyifle. Arkasından yolumuz üstünden bulunan Gerdekkaya bölgesine geçiş yapıyoruz.

Buradan hemen sonra Yazılkaya anıtlarına geliyoruz. Buranın tarihini mutlaka okumanız gerekiyor. Okumadan bu bölgeye adım bile atmayın. Keyfini sürmek imkansız olur. İşte Yazılıkaya fotoğraflarımız:

Yazılıkaya çevresinde tam bir tur atıp tepeye, oradan da tekrar aşağıya iniyoruz. Tepeden çevrenin manzarası oldukça güzel. Tüf kayalar oyulmuş pek çok oyuk hemen göze çarpıyor. Yazılıkaya’nın arka cephesinden bulunan basamakların ne kadar hızla yıpranmış olduğu gözümüzden kaçmıyor. 1950’lerdeki ilk ölçümleme çalışmalarında basamakların durumu hiç de fena değildi.

Han ilçesine doğru yol alıyoruz. Han’nın tarihi de oldukça eski. Son yıllarda Anadolu Üniversitesi tarafından kazı çalışmaları sürdürülmekte ve tarih aydınlatılmakta. Diğer kazılar gibi bu kazılarda dönemsel yapılmakta ve son derece  yavaş gitmekte. Sanırım sadece yazları 1-2 aylık bir çalışma şeklinde yapılıyor. İlçede bulunanlar yardımıyla kazı yapılan bölgeleri buluyor ve bilgi alıyoruz.

Han’nın yeraltı şehirleri son derece enterasan. Hemen kafa fenerlerimizi takıp yeraltı şehrine dalıyoruz..Hale kazıların sürmekte olduğu yer altı şehrinde eminim keşfedecek daha çok şey var. İşte kareler:

Han’dan ayrılırken yorgunuz. Çifteler yoluna çıkabilmek için iki köy ve toprak yoldan yol alıyoruz. Aracımızın arkasında bıraktığımız toz bu vadinin tozu…Aracımıza ve bize de bulaşıyor..

Akşam üstü yorgun ama büyük keyifle evimize varıyoruz. Biblo tarihin içindeki doğa’dan son derece memnun. Bizimle epey yürüdü ve keyif aldı. Şimdi ise her zamanki gibi uyuyor..

Tesadüfen Yeni Keşif

0

Dizimdeki menisküs’e rağmen çarşak’tan iniyorum. Eğim oldukça dik. Bazı yerlerde ayakta durmakta zorlanıyoruz. En önde benim. Arkamdan Ali ile Nuray geliyorlar. Bir elimde GPS önceki kayıttan işaretlediğim yeri bulmaya çalışıyorum. Buldum ama giderken solda başka bir mağara daha var. Ali sesleniyor

– Murat buldun mu?
– Ali buldum ama burada bir tane daha mağara var!!
– Nasıl yani. Üfleyen mi değil mi?
– Yok Üfleyen’nin hemen üstünde ?? (Kafamı kaşıyarak) Allah Allah bu bölgede başka kayıtlı mağara yoktu?

Ali ile Nuray yanıma gelirler.
– Bu ne?
– Mağara
– İyi de bu mu üfleyen?
– Yok bu üflemeyen
– ??????

Bir mağara bu kadar mı tesadüfen keşfedilir. Üfleyen MTA tarafından bulunup çizilmiş bir mağara. Ancak geçen keşfimizde yeni bir kol bulduk. Bu kolu ölçüp haritalandırma işini yapalım istemiştik. Üfleyen gelirken bulduğumuz mağara ise kayıtlar da yok.  Burayı da buluyor, ölçüyor ve çiziyoruz. İşte üflemeyenin macerası..

Bu gezimizde aslında olağan olmayan şekilde başladı… Cuma akşamı işten yorgun oturuyoruz. Nuray “Yarın ne yapacağız ?” diye sorunca ben hafiften sırıtarak “Üfleyen’e gidelim” dedim. Gece saat 23:00.  Olur mu olur.. Karar verdik.. Ali’yi aradık.. Yarın gel üfleyen’e gidiyoruz. Ali biraz şaşkınlık biraz da hevesle teklifimi kabul ettik. Arkasından Arda’yı arayarak sabahın köründe malzeme temini rica ettik.. Sabah erkenden Arda’dan ölçüm setlerini alarak yola koyulduk.

Olağan şekilde Soğucak yaylasını bulduktan sonra bu sefer aşağı yola araçla gitmeye kararlı ben Nuray ile Ali’yi yaya bırakarak yolu aramaya çıkıyorum.  Neyseki bu sefer Soğucak yaylasından Akçay deresine inen yolu keşfettik. Sonrasında bir önceki GPS kaydımız sayesinde yamaç üzerinde mağara’nın neredeyse tam üstüne konumlandık.  Hazırlıklarımızı yaparak aşağı doğru inişe geçtik. Bir önceki GPS kaydına güvenerek ben önden yola koyuldum. Çarşak’tan iniş o kadar kolay olmadı. Çarşak’ın soluna doğru yöneldiğimde tam üfleyen’i bulmayı umut ederken başka bir mağara gördüm. Dik bir bloktan oluşan karst yapının hemen dibinde olan mağara girişinin MTA tarafından veya daha önceden gelen bizler tarafından fark edilmemesi ilginç. Yazın bitkilerle ağzının kapanması sonucunda görmediğimizi düşünüyoruz.

Ali mağara girişinde:

Mağara girişi hazırlıklarına başlarken ölçüm setini araçta unuttuğumuzu fark ediyoruz. Ben çaşraf’ı nefes nefese tırmanıyorum. Araca ulaştıktan sonra araçla yoldan aşağıya Akçay deresine iniyor ve yamaçı aşağıdan tırmanıyorum. Bu daha kolay oluyor. Nitekim mağaranın konumu aşağıya daha yakın. Bu sayede de Nuray’la Ali ‘de tekrar o dik yamacı tırmanmak zorunda kalmayacaklar.

Mağara oldukça güzel. İçinde bulunan oluşumlar hiç de fena değil. Ölçümümüzü alıyoruz. Ölçümünü aldığımız bu haritayı Ali bir çırpıda aynı hafta sonu çiziyor ve yayınlıyor ve hikayesini o mizansel anlayışı ile anlatıyor. Hedefimiz olan Üfleyen Mağara’sını ise mağaradan su çıkışı çok fazla olduğu için ölçemiyoruz. Daha kurak bir zamana bırakıp aşağı doğru iniyoruz.

Bu geziden karelerimiz:

Sındırgı : Keşfedilmeyi bekleyen güzellikler

3

Mart-Nisan ayı mevsim geçişinin olduğu zor aylardan. Hava ne ılık ne soğuk. Bir kaç aceleci ağaç haricinde ağaç dalları henüz çıplak. Tarlalarda ekinler henüz yeni yeşermeye başlamışlardır. Doğa henüz uyanma aşamasındadır..İşte bu uyanışta nereye gidileceği konusundaki zor karar veriyoruz.

Saitabat’ta hep beraber haritayı elimize almış bakıyoruz. Biblo sadece sabırsız bizi bekliyor. Balıkkesir güneyinde yer alan Bigadiç gözümüze ilişiyor. Bilmiyor hatta fikrimiz bile yok. Bigadiç’de beğendiğimiz otel Biblo’yu kabul etmeyince Bigadiç’i eliyoruz. Sonra haritadan bakarken en yakınındaki olan Sındırgı ilgimizi çekiyor. İnternette konaklama için bulduğumuz oteli arayp hemen yerimizi ayırtıp yola çıkıyoruz. İşte yine heyecan başlıyor.. Ülkemizin güzel bir köşesini daha göreceğiz.

Gezi Künyemiz:
Tarih: 20.Mart.2o010-21.Mart.2010
İl/İlçe: Balıkesir/Sındırgı
Mesafe: Bursa’dan 2.5 saat(213 KM). İstanbul’dan Yalova Feribotundan Sonra 3.5 saat (293 KM)
Konaklama: Emendere Otel  (http://www.sindirgitermal.com/)
Yöresel Yemekler: Güveç ve Bigadiç Helvası. (Özdur Kasabı ve Baş Helvacı)
Görülmesi Gerekenler: Hisaralan Kaplıcaları, Çaygören Köyü, Doğal Güzellikler

Sındırgı’ya Bursa’dan 2.5 saat sonra varıyoruz. Otelde sıcak bir karşılama ile karşılıyoruz. Eşyalarımız yerleştirdikten sonra otel lobisine geçiyoruz. Otel ummuduğumuzdan son derece temiz. Odalar, lobisi ve personel bir harika hatta… Personel Ilıcı eski adı ile Emendere köyü’nden..Biraz onlardan, biraz çevreden, biraz da bizden söz ederek sohbete dalıyoruz. Bizim mağaracı ve yeraltı bilimi ile ilgilendiğimizi öğrenenince hemen otel yanındaki mağaralardan konu açılıyor. Öyle merak ediyoruz ki yorgun olmasak hemen gidip bakacağız.

Sabah olduğunda ilk işimiz akşamleyin sözü edilen mağaraları görmek. Mağaraları görünce gözlerimize inanamıyoruz. Mağaraların hemen havuzun yanı dibinde. Mağara araştırmasını geceleyin yapmak üzere erteliyor ve gece karanlığından göremediğimiz otel ve çevresini geziyoruz. Biblo öyle mutluki zıplaya zıplaya yürüyor. Kısa bir keşif turunun ardından aşağıdaki kareleri fotoğraflıyoruz:

Kahvaltımız yaptıktan sonra otelin yukarısında bulunan termal kaynağa gidiyoruz. Dereden soğuk suyun aksamına alışkın Biblo dereden su içmeye kalkınca oldukça şaşırıyor. Verdiği tepki eğlendiriyor. Biblo ise bu sıcak akan dereleri sevmiş durumda.


Termal kaynağa ulaşmamız 10 dakikayı alıyor. 32 derece olan su ortamı ısıtmış durumda. Termal su karşısında olan manzaramız ise ayrı bir güzellik.

İlk durağımız Sındırgı. Sındırgı küçük bir kasaba ancak çehresi şimdiden turizm hazır durumda. Gördüğümüz restore edilmiş evler,tarihi eczane ve düzen bizleri etkiliyor. Henüz turizmin yoğun ilgisi olmayan kasaba turizm insan kirliliğinden etkilenmemiş durumda. Belediye’nin bacası üzerinde dikkatimizi çeken leylekde bunun kanıtı adeta..

Eczane’nin mimarisi ve üzerindeki saat ve kuş yuvası oldukça ilgimizi çekiyor. Kuş yuvasını görünce Babama bahçesi için aradığımız kuş yuvası aklıma geldi. Bu kuş yuvaları konuldukları yerle özleştikten sonra pek çok kuşa ve hayata ev sahipliği yapıyor. Bu kuş evleri merhametin simgesi olarak görüyorum. Kardan, kıştan,güneşten sığınan kuşlar buraya yuva yaparlar ve edindikleri bu yuvaya her sene yerleşirler.

Sındırgı her ne kadar betornarme yapıya sahip olsa da eski mimarisini korumaya çalışıyor. Bugünlerde Belediye başkanı olan 32 yaşındaki Özgür Ertuğrul şehre büyük katkıda bulunmuş. Meydanda bulunan kişilerin ilgisini çekiyoruz. Onlarla sohbet ediyoruz. Meydanda serilmiş yörük halıları ilgimizi çekiyor. Halıların asıl sahibi yerine bizi sahiplenen yerel halk halılar hakkında açıklama yapıyor. Bölgenin köylerde dokunan yün halılarının meşhur olduğunu öğreniyoruz. Halıları inceliyoruz. Halılar klasik yörük desenleriyle süslenmiş. Köylerde kurulabn tezgahlarda dokunuyorlar. Satınalmıyor ama ilgiyle izliyoruz. Sındırgı merkezden Çaygören Baraj gölüne doğru ilerliyoruz.

Çaygören barajı yolunda ilgimizi çeken çiçekleri karelemeden yapamıyoruz.

Kısa bir süre sonra Çaygören Baraj gölüne ulaşıyoruz. Köyde söz edilen balık restaurant’ı var. Göl’den avlanılan balığı burada yemek mümkün. Ancak biz Bigadiç’deki güveçi hedeflediğimizden burada yememeyi tercih ediyoruz.

Göl kenarı yaklaştıkça baharın geldiğini etrafdaki kaplumbağa bolluğundan anlamak mümkün. İlk başlarda Biblo’nun ilgisini çeken kaplumbağlar her yerde olmasından dolayı Biblo’nun ilgisini yitirmesine sebebiyet veriyor.

Çevrede gezerken zaman zaman “tak tuk” sesleri ilgimizi çekiyor. Sesin geldiğin noktaya gittiğimizde dişi savaşı veren kaplumbağalarla karşılaşıyoruz. Saat ilerledikçe  karnımız açıkıyor. Bigadiç’e büyük bir sabırsızlıkla yol alıyoruz. İnternette güveçin kasaplarda odun közü ateşinde yavaş yavaş yapıldığı söyleniyordu. İlk gördüğüm kasapta Güveç’in nerede yiyebileceğimizin tarifini alıyorum. Tavsiye edilen Özdur Kasabını kolaylıkla buluyoruz.

Bir yanı kasap bir yanı restaurant.. Burada kasaplar güveç’i yapıyorlar. Güveç 3-4 saatlik odun közünde yavaş yavaş toprak kaplarda fırında pişiriliyor. Fırın da sürekli duran güveçler istediğiniz anda hemen geliyor. Fast Food’dan bile hızlı. Şimdiye kadar yediğim en güzel güveç’i yiyiyoruz. Arkasından ise Bigadiç helvası ve ………… afiyetle yiyiyoruz. Bigadiç helvası enfes. Bildiğimiz tahin helvasına benzer şekilde tahin’den yapılıyor. Ağızda dağılan helvaya tadını çöven suyu veriyor. Neredeyse parmaklarımı yiyeceğim. Herkese acilen tavsiye ederim.

Yağcılar tarafına gidip o bölgeyi gezmek amacıyla yola çıkıyoruz. Yoldaki manzaralar bir harika..

Çevreyi biraz gezdikten sonra bölgede bulunan Bor Madeni’ne gidiyoruz. Maden’de yasak olabileceği düşüncesi ile fotoğraf çekmiyoruz ama bor madeni hakkında bilgi alıyoruz. Açık madeni görünce ilkönce büyüklüğü ve derinliği hakkında emin olamıyoruz ama büyük bir iş makinesi ne kadar ufak göründüğünü görünce madenin büyüklüğü hakkında fikir sahibi oluyoruz. Madende çalışan kamyonların lastikleri benim boyumda..Buradaki her şey oldukça büyük. Bor madeni görsel açıdan oldukça etkileyici. Bu devasal büyüklükteki madenler Etibank tarafında işletiliyor. Türkiye’nin en büyük rezervi burada bulunuyor. Dünya’nın da en büyük rezervleri arasında. Madencilerin ilgisine çok teşekkür ederek madenden ayrılıyoruz.

İlk durağımız merak ettiğimiz Hisaralan. Burada su 92-99 derece arasında yüzeye çıkıyormuş. Neredeyse kaynar suyu merak ediyoruz. Termal sular fay kırıklarından aşağı iniyor ve magmanın ısıtması ile tekrar yüzeye çıkıyorlar. Sındırgı ve Bigadiç aslında bu özelliğiyle aynı zamanda deprem fay hattı üzerinde bulunuyor. 1942 yılında Bigadiç’de 6.1 büyüklüğünde deprem epey bir yıkıma sebep olmuş. Bu termal sular bu fay kırığından çıkarak yüzeye erişiyorlar.

Hisaralan’a Çaygören Gölünün diğer tarafından erişiyoruz. Çaygören buradan çok daha güzel manzaralar sunuyor.

Hisaralan’a ulaştığımızda termal kaynaklara ulaşmak çok da kolay olmuyor. Bakımsız köy alanından güçlükle termal kaynaklara erişim sağlıyoruz. Kaynar şekilde yüzeye erişen sular oldukça ilgimizi çekiyor. Gezindiğimiz alan termal kaynaklardan dolayı oldukça sıcak. Buraları yazın gezmek herhalde oldukça zor olsa gerek.

İşte kareler:

Aşağıda gördüğümüz seralar sebze meyve seraları. Ancak bir tanesi epey ilgimizi çekiyor. Çünkü seralar içinde havuzlar var. Burada akvaryum balıkları yetiriliyormuş. İlgili kimse bulamıyoruz ama yukarıdan da fotoğraflamayı ihmal etmiyoruz.

Bugünlük geziyi bitirdikten sonra otelimize geri dönüyoruz. Yemeğimizi yemeden önce mağara keşiflerini yapıyoruz. Otelin hemen yanında olan mağalar normalde girdiğimiz mağaralar gibi serin değiller. İçinde bulunan termal sular yüzünden mağaralarda sıcaklar. Tulumlarımız yanımızda olmadığından kısa bir keşif yapıyoruz. Ölçüm setlerimizinde yanımızda olmamasından dolayı sadece mağaraların ön keşiflerini yapıp bırakıyoruz. En azından buraya harita ölçümü için tekrar geleceğiz.

Otel yediğimiz akşam yemeği bir harika. Ahşı Ilıca (Emendere) Köyü’nden. Ama yemekleri oldukça iddialı. Akşamleyin lobide muhabber koyulaşıyor ve çevre hakkında daha detaylı bilgi alma fırsatı buluyoruz. Anlaşılan daha bu bölgede gezecek, görecek ve keşfedilecek çok yer var. Geceyi bu keyifli sohbetlerle sona erdiyoruz.

Kahvaltı sonrası akşam sohbetler sırasında öğrendiğimiz gölü ziyaret etmek için yürüyüşe başlıyoruz. Otel’in üst tarafında yaklaşık 30 dakikalık yürüyüşle yaylaya ulaşılıyor. Burada buluna göl tam bir doğal harika. Kendinden kaynağa sahip göl gördüğüm en güzel göletlerden. İçinde su kaplumbağası, semender ve kurbağalar bulunan göl su yaşamı açısından oldukça zengin. Göl oldukça berrak ve göl içindeki bitki zengiliği akvaryumları aratmayacak nitelikte.  Göl bizlere öyle bir huzur veriyorki ayrılmak istemiyor ve bu göl başında saatlerce kalıyor ve çevreyi seyrediyoruz.

İşte gölden manzaralar:

 

Su kaplumbağaları:

Göl’den istemeyerek ayrılıyoruz. Bir bölgeyi daha keşfediyoruz. Bu bölgeye daha çok geleceğiz. Otelden tekrar görüşmek üzere diyerek ayrılıyor ve İstanbul’a dönüş yolculuğuan geçiyoruz.

Saitabat Köyü ve Şelalesi

0

Bursa’nın güzellikleri bitip tükenmek bilmiyor. Sıkıldınız dağ havası istiyorsunuz 30 dakika da ormanın içindesiniz. Yazın sıkıldınız denize girmek istiyorsunuz ister Kapıdağ’ın bakir koyları hemen yanıbaşınızda. Kışın kaynak istiyorsunuz, çıkın Uludağ’a.. Deresi, ormanı, şelalesi ve yaylasıyla doğal güzellikleri zengin olan Bursa’nın en büyük avantajı da bu güzelliklere kolaylıkla erişebiliyor olması.

İş gereği Bursa’ya sıklıkla gidiyoruz. Ancak işten fırsat bulup çevresini gezinmek için çok da fırsatımız olmadığı için şehire gelip geri dönmek zorunda kalıyoruz. Bu sefer kendimize ufakda olsa fırsat oluşturduk. İşlerimizi erken bitirecek şekilde organize ederek önce Bursa’da merak ettiğimiz bir nokta olan Saidabat Köyü’ne gitmeye karar verdik.

Gezi Künyesi:
Uzaklık:
İstanbul’dan 120 dakika (Yalova Feribot’undan sonra). Kestel’den sonra 15-20 Dakika
Ulaşım: Yol son derece düzgün
Konaklama : Pansiyonlar Var
Yapmanız Gerekenler: Şelaleleyi görün. Dere kenarında keyif yapın. Saitabat Kadınları Dayanışma Derneğin’de yöresel yemeklerin tadına bakın.

Saitabat Köyü tarihi çok eski olmasa da Bursa çevresinde yer alan Kızık köyleri Osmanlı Devlet’inin ilk yıllarına uzanmaktadır. Saitabat yolu üzerinde bulunan Derekızık köyü’de görülmeye değer köylerden biri.  Son zamanlar kurulan su şirketlerinin yoğunluğundan köy o eski sakinliği yitirdiği belli. Saitabat Uludağ eteklerinin yukarılarından bu karmaşadan uzak kalmış. Hafta sonları bu sakinliği görmek pek de mümkün değil. Bu yüzden Cuma günü giderek buranın keyfini çıkartıyoruz. Hafta sonları bu güzel yerlerin sakinlikten uzak adeta saldırıya uğraması gezinirken hoşuma gitmiyor. Ne rahat fotoğraf çekebilirseniz, ne de size yerel halkla konuşma imkanınız olur. Ses, gürültü, park sorunu vb. şehirsel kirlilikler insanlarla beraber buralara da taşınır. Bu yüzden bu tür güzelliğini kaybetmek istemediğimiz yerlere en azından yaya ulaşımı sağlamak gerekiyor. Yoksa insanı ile birlikte doğal güzellikleri de kaybedebiliyoruz.

Saitabat Köyü’nün hemen girişinde Saitabat Şelalesi de bulunuyor. Suların bol olduğu bu aylarda o da diğer şelaler gibi kükreyerek akmaya devam ediyor. Dere kenarında ve köy girişinde restaurant’lar yer alıyor. Ancak bir tanesi oldukça ilgimizi çekiyor. Köprüyü geçtikten sonra sağda yer alan Saitabat Kadınları Dayanışma Derneği’nin yeri. Aracımızı hemen önüne  park ediyor ve içeri giriyoruz. Dernek Saitabat’lı kadınlar tarafından kurulmuş.

İçeri giriyoruz ve köyün kadınları ile karşılaşıyoruz. Ortamda bir tek biz varız. Bu sayede rahatlıkla sohbet ediyoruz. 2002 yılında kurulan dernek o günden bugüne oldukça büyük yol almış. Sadece köyün kadınlarını kaldırmakla kalmamış aynı zamanda köy ortamının da toparlanmasına yardımcı olmuşlar. Yaptıkları yemekler ise enfes. Aynı zamanda yaptıkları salça, tarhana , reçel gibi doğal pek çok ürünü de satarak gelir etmeye çalışıyorlar. Amaçları kültür ve geleneklerinin devam etmesi ve köylerinin kalkınmasında yardımcı olmak.

 

Aslında öyle çok aç değiliz. Ancak öncelikle tarhana çorbası sonrasında ise yöresel yemeği olan Silor yiyoruz. Bu arada buradaki yemekler Artvin ve Gürcü usulü yemekler. Şaşırmayın çünkü 18.yy.’da bu köy Artvin bölgesinden göç ederek buraya gelmişler. Köy’ün Bursa ve ünlü Derekızık, Cumalıkızık gibi oldukça eski tarihi yok. Ama şelalesi ve doğası ile ünlenmiş durumda.

Yemeğimizi yedikten sonra Biblo ile şelaleye doğru gidiyoruz. Şelalenin bir kaç fotoğrafını çekiyoruz. Büyük köpeklerden dolayı çok da rahat olamayınca fotoğraf çekimine kısa sürede son vermek zorunda kalıyoruz. Fotoğraf çekerken kanyon duvarlarına yazılan yazılara üzülüyorum. Hayatta güzel bir iz bırakmak yerine ismini duvara iz bırakmak ve çevreyi kirletmeyi tercih etmek cehaletten başka bir şey olmasa gerek. Kanyon’nun her bir yanı bu yazılarla kaplı..Ellenmemiş temiz doğa’nın içinde hissedemiyorum kendimi.

Nuray bu arada çayını yudumlardan nereye gideceğimiz karar vermeye çalışıyor. Döndüğümüzde yer konusunda da kararımızı vererek Saitabat’tan ayrılıyoruz. Yöresel yemekler tadına baktıktan sonra mutlaka çevre bölgeyi gezin. Alaçam Köyü’de ziyaret değer köylerden biri. Özellikle Alaçam’ı geçtikten sonraki son durak olan Nazo abla’nın yerinde irmik tatlısı yemeği ihmal etmeyin.

Safranbolu’nun sırları

0

Safranbolu’nun tarihi evleri ve lokumunu herkes bilir..Görülmeye değer çok şey vardır Safranbolu’da.. Evleri, safran çiçeği, tarihi.. Defalarca gittiğimiz Safranbolu’ya her zamanki gibi farklı bir açıdan bakıyor ve yeraltı zenginliklerini araştırıyoruz.. Sonuçlar inanılmaz…Safranbolu’nun altı sanki başka bir şehir..Okuyun görün..

Söylemeye gerek yok, gezi sabahı ilk kalkan Biblo ve başımızda biz kalkalım diye bekliyor. Niye mi? Akşamdan gezi hazırlıklarını görünce sabahı zor etmişte ondan. Yatakta başımda tepinen Biblo ile ayağa kalkar kalmaz koridorda ufak bir kovalamaca yaşadık önce..Bir sonraki adım da ise doğrudan kapıya gidip beklemek ve sabırsızlık sonucunda “Hav hav”ile çağırmalarını yapıyor. Sabırlanınca yanımıza gelip hazırlanmamızı hızlandırıyor.

Dışarı çıkınca sevinçten bahçede koşuşturan Biblo’yu kim tutar. Kulaklar geride son hız tavşan şekliyle koşuşturuyor. Bu arada biz malzemeleri ve eşyalarımızı çantalarımızı araca yüklüyoruz. İşte bir macera daha böyle başlıyor. Maceranın peşinden gidiyoruz..

Küre Milli Parkı ve tampon alanı projemizi gerçekleştirirken Safranbolu daime hep geçiş noktamız oldu. Safranbolu bu sefer geçiş noktası değil, araştırma bölgemiz. Bu araştırmaları yasal izinle yapıyor zaman zaman da yerel yönetimin desteğini alarak bu çalışmaları yapıyoruz. Çoğu zamanımız köylerde ve arazide geçiyor.

Düzce kanyonuna Düzce köyüne giderek erişiyoruz. Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra köyden Hasan Şahin’nin rehberliğiyle yola çıkıyoruz. Suyun çıktığı noktaya kolayca erişiyoruz. Su içine gireceğimizden wetsuit’lerimizi giyip mağara içine giriyoruz. Önden ben ilerliyorum. Önceleri su dizime sonra boyuma kadar gelip derinleşince suyun içinde yüzmeye başlıyorum. Arkamdan Murat ve Erkin beni izliyor. Yüzmenin sonunda kayaya çıkarak mağarada ilerleyen koluna doğru ilerliyoruz. Ancak daralan kaya geçmemize izin vermiyor. Murat ve Erkin’e omuz verek üst tarafta genişleyen bölgeye geçişi sağlıyorum ama bu arada ben geri de kalıyorum. Sifonla biten mağara ilerliyor. İlerleyebilmek için gerekli malzeme yanımızda olmadığı için geri dönmek zorunda kalıyoruz. Mağara’nın serin sularında yüzerek girişe geliyoruz.

Üstümüzü değiştikten sonra kanyonu gözlemlemek için  biraz daha ilerleyip araçlarımıza geri dönüyoruz.

Kanyondan manzaralar:

Köy’de oturan  Hasan Şahin’nin evine giderek hem dinleniyor hemde Anadolu’nun misafir perverliği ile patates, yumurta, roka, marul ile birlikte enfes bir ziyafet çekiyoruz. Hasan Şahin ile konuştukça ortak yönlerimiz daha çok ortaya çıkıyor. Uzun bir süre Kdz.Ereğli’de bulunan Hasan Şahin ile Kdz.Ereğli sohbeti yapıyoruz. Bu misafirperverlik karşısında teşekkür ederek araştırmaya devam edeceğimiz Karapınar Köyüne doğru yol alıyoruz.

Aldığımız bilgilere göre vadiden akan derenin kaynağına göre ilerlememiz gerekiyor. Derekenarından ilk ilerleme sonuç vermeyince derenin diğer yamacından ilerlemeye devam ediyoruz. İlk yol ayrımında sola girdiğimizde derenin ilerlediğini görüyoruz. Ekip dinlenirken iki kişi olarak keşife çıkıyor ve vadide ilerliyoruz. Bir ara gördüğümüz bir kovuk tan fırlayan domuz heyecanlanmamıza sebep veriyorsa da yolumuza devam ediyoruz. Vadinin kapalı havza olmadığını ve olası mağaranın burada olmadığını düşünüyoruz. Grubun yanına geri dönerek iki derenin birleştiği noktaya gelip diğer dereyi izlemeye başlıyoruz. Çok kısa bir süre sonra derenin doğduğu yeri buluyoruz. Suyun kaynağına girebileceğimiz herhangibir nokta yok. Çevre araştırması da sonuç vermiyor.Bugünlük araştırmayı bırakarak otele geri dönüyoruz.

Ertesi gün Kastamonu yönünde olan bir vadide araştırmayı yapacağız. Bugün iki ayrı grup vadinin iki yamacında karşılıklı bulunan mağaralara gireceğiz. Ağzıkara mağarasına ölçüm için gidiyoruz. Ormanda bir ara yolumuzu şaşırıyoruz ve vadinin epeyce aşağısına düşüyoruz. Zorlu bir tırmanışla tekrar doğru yola geliyoruz. Tepenin en üstüne çıkınca vadiyi daha rahat görebiliyoruz. Vadi’nin her iki tarafında da bazen bazı noktalar dik yamaçlardan oluşuyor. Bir mağara bu dik yamaçların dibinde. Diğer grup  buraya 16-17 metrelik bir ip inişi ile inecekler. Bu grubu ip üstündeyken fotoğraflıyorum.

Yaklaşık 4 saat kadar bir süre mağara içinde ölçüm çalışması yapıyoruz. Mağara oldukça ilginç. 5 farklı katmandan oluşuyor. Küçük bir yarasa kolonisi bulunuyor. Mağaranın bazı bölümleri halen aktif ve oluşumlar devam etmekte.

Mağarada uzun süre kalabiliyoruz. Yanımızda mutlaka yiyecek, içecek bulunuyor. Yorulduğumuz zaman yemek ve içeceğimizi mağara içinde yiyoruz. Ölçümler son derece özenle alınırken yapılan sohbetler bir o kadar keyifli oluyor. Ölçüm üç kişi ile alınıyor. İki kişi istasyonları oluşturup klino, pusula ve metre ölçümlerini alıyor. Üçüncü kişi ölçümleri not ediyor, bir yanda da çizim çalışmasını kağıt üzerine yapıyor. Bu veriler sonucunda bilgisayar yardımı veya tamamen elle milimetrik kağıt üzerine çiziliyor.

Mağara içinde bir yandan ölçüm alırken bir yandan da oluşumları inceliyor ve biyolojik çeşitliliğe bakıyoruz. Zaman zaman böcek türlerini topluyor ve mağara içinde yaşama ait izleri bulabiliyoruz. Bu yüzden her bir mağara ilgi konusu oluyor. Kafa lambalarımızla binlerce yıldır ilk defa aydınlatılan mağaraları çoğu zaman ilk defa keşfetmenin keyfini yaşıyoruz.

Mağara ölçüm çalışması tamamlandıktan sonra mağaradan çıkarak geri dönüş yürüyüşümüz başlıyor. Bu arada mağara içinde çıkış sırasında vurduğum dizimin halen ağrıdığını fark ediyorum. Daha sonradan bu dizimde menisküs yırtığı olduğunu öğrendim. Bu yazıyı yazarken halen fizik tedavim devam ediyor.

Mağara ağzından bir kare:

Bu gezide Safranbolu’nun içinde büyük bir mağara bulunuyor. Mağara yaklaşık olarak 1 KM uzunluğunda. Safranbolu’nun altında buna benzer mağaralar olduğu ihbarlarını ve bu mağaranın ölçümlerini bir sonraki geziye bırakıyoruz.

Ekoloji-Biyoloji Eğitimi

0

ASPEG grubumuz bu hafta biyoloji ve ekoloji eğitimi aldı. Amacı mağara içindeki ekolojik sistemi daha iyi anlamak ve örnek toplarken dikkat edilecek konuları öğrenmek. Eğitimi veren Akdeniz Üniversite’sinden Sn.Mehmet Sait Taylan.

Biblo eğitimi izleyebilmek için koltukta en rahat konuma hemen tünedi.. Eğitimin ilk zamanlarında biraz dinledi sonra sanırım “Nuray ile Murat dinliyor..Onlar benim yerime bilgilensinler” diyerek yatmayı tercih etti. Zaten onun en önemsediği yemek atıştırma kısmı da geçmişti.

Eğitimin sonunda gayet faydalı bilgiler öğrendik. Eğitim başlıkları ve notlarını aşağıda özetledim. Aşağıdaki linklerden Mağara Biyolojisi hakkında bilgi alabilmek mümkün.

Mağara canlılarının sınıflandırılması

Mağara canlıları üçe ayrılıyor:

 

Mağara Ziyaretçileri

  • Ayı, yarasa, kurbağalar bu sınıfdadır.
  • Trogloxen : Yaşamların aslında mağara dışında olmasına rağmen zaman zaman mağaraya giren karasal canlılardır. “Mağara Ziyaretçileri” diye de adlandırılıyor. Su da yaşanlarına Stygoxen denir.

Mağarayı Sevenler

  • Bir çok böcek türü, renkli kurbağa ve semender bu sınıfdadır.
  • Troglofil : Yaşam döngülerini mağara içinde tamamlayan karasal canlılara denir. Bu şekilde olmasına rağmen yeryüzüne türlerine rastlanır. Su da yaşayanlarına ise stygofil denir.

Mağaraya Bağlı Olanlar

  • Troglobit : Tüm yaşamlarını mağarada geçirirler. Yeraltı koşullarına uyum sağlamışlardır. Örneğin bulunan balık ve  semenderlerin gözleri yoktur ve derileri şeffadır. Su da yaşanlarına ise stygobit denir.

Mağara Kuşakları

Mağara’da ilerledikçe ilk girişten itibaren ısı, ışık, nem gibi önemli yaşamsal faktörler değişkenlik gösterir. Mağara ekolojik kuşaklara aşağıdaki şekilde ayrılır.

Giriş kuşağı: Hemen mağaranın girişidir. Dış ortamın ısı ve nem derecesinden doğrudan etkilenir.

Alacakaranlık kuşağı (Eşik kuşağı): Işık azdır. Pek çok bitkinin yetişmesi için gerekli yeterli ışık yoktur. Ancak fotosentetik canlılar burada yaşabilir. Az da olsa ısı ve nem dışarıdaki ortamdan etkilenir. Troglofil ve stgxogen türlere daha çok bu kuşakta rastlanır.

Orta kuşak : İlk mutlak karanlığın olduğu ortamdır. Ancak ısı ve nem halen dış ortamdan etkilenmektedir.

Karanlık kuşak: Bu kuşak büyük mağaralarda bulunur. Mutlak karanlık vardır. Nem sabitdir. Sıcaklığa göre değişken ve sabit olarak ikiye ayrılır. Bu bölgede troglobit ve stygobitler yaşar.

Mağara Besin Piramidi

Aşağıdaki çizim http://www.howstuffworks.com adresinden alındı.  Mağara Biyolojisi hakkında bu adresden de bilgi alınabilir. http://animals.howstuffworks.com/animal-facts/cave-biology.htm/printable 

cave biology

Şelaleden inişle Ayvaini

0

Ayvaini uzun bir yol başlığı boşuna değil. Her bir ölçümde gidebildiğimiz mesafe kısıtlı. Her gün 250-300 metre civarı yol alıyoruz.  Bu sefer ekip kalabalık. Ankara’dan üç kişi, İstanbul’dan beş kişiyiz. Her zamanki yerimize kampımızı atıyoruz. Sabah kahvaltısı sonrası hazırlıkları yapıyoruz. Bu arada Biblo ortalıkta dolanıp arada sırada gözden kaybolup küçük gezintiler yapıyor. Hava kapalı ve yağmur olasılığı fazla. Ayvaini büyük bir mağara olduğundan sel riskini fazla taşımıyor. Geçen sene hemen kış bitiminde yapılan bir gezide böyle bir tehlike atlatılmıştı ancak yağmur süresi ve yoğunluğu oldukça fazlaydı.

İlk gün yedi kişi içeri girecek. Bugün Biblo ile ben dışarı kalacağız. Kurtarma saatine kadar da dışarıda gezinmeyi düşünüyoruz. Kurtarma saatine kadar çıkan olmazsa o zaman tasalanma başlıyor. O zaman kadar rahatız.

Hep beraber mağara girişine kadar gidiyoruz. Giyinme ve kuşanmananlara yardımcı oluyor, hazırlıkların tamamlanmasını sağlıyoruz. Dere epey çoşkulu şekilde akıyor. Dere’nin suları yaklaşık 16-17 metreden mağara içine şelale oluşturarak akıyor. Önceki gelişmizde su yoktu. Bu yüzden hemen dere yatağının bulunduğu yerden giriş yapabiliyorduk. Bu sefer sol üst taraftan şelale yanından iniş yapılacak. Herkes SRT setini kuşanıp ipe girmeye hazırlanıyor. Mağara girişinden kareler:

Biblo hazırlıkları uzaktan izliyor.

Biblo ile birlikte bizde kamp alanına dönüyoruz. Biblo Nuray’ın içeri girmesinden her zaman gibi rahatsız. Kamp alanına pek de koşarak gelmiyor bu yüzden. Gezeceğiz kelimesini duyduktan sonra da epey canlandı.  Kamp alanını genel olarak toparladıktan sonra aracımıza atlayıp aşağıda Uluabat gölü kıyısında bulunan Gölyazı’ya doğru yola çıkıyoruz. Biblo yeni yerler görecek bu yüzden oldukça heyecanlı. Biblo camdan kafayı çıkartarak yol alıyoruz.

Göl suları oldukça yükselmiş. Köprü’nün ayakları görünmüyor.Kıyıdaki çay bahçeleri ise sular altında kalmış:

Aracımızı park edip kara ile tek bağlantısı köprü olan Gölyazı’ya doğru yol alıyoruz. Aslında sular yükseldiğinde ada, sular alçaldığından yarımada burası. Köy halkı gelirini balıkçılık ve tarımdan elde ediyor. Zamanında gölde oldukça fazla kerevit çıkıyormuş. Hatta Kerevitaş diye şirket dahi var. Bugün Ülker tarafından satınalınan şirket zamanında tonlarca kerevit ihracat yaparmış. Biliçsizce yapılan avlanma, göl sularının hızla kirlenmesi ve mantar hastalığı kerevitlerin sayısını da oldukça azaltmış durumda.  Bundan etkilenen sadece kerevitler değiller. Balıkçılıkta oldukça azalmış durumda.

Uluabat gölü denizden çok yüksekte değil. Sadece 9 metrelik bir rakım farkı var. Göl suları oldukça sığ. Pek çok yerde 1-2 metre derinliğinde. Göl içinde çeşitli adalar bulunmakta. Gölyazı içinde dolaşırken halkın turiste alışkın olduğunu görüyoruz. Herkesle sıcak bir şekilde selamlaşıyoruz. Göl’e dik inen sokak aralarıyal gölle teması hiç kesmiyorsunuz.

Dar sokaklarında kerevit sepetlerini onaran aileleri görüyorsunuz.Burada sadece erkekler balıkçılık yapmıyorlar. Kadınlarda tekne kullanıyor, ağ atıp balık avlıyorlar.

Gölden avladığı sazanları satıyor balıkçı. Balıklar halen canlı, alıcılarını bekliyorlar. Tam fotoğraf çekerken biri çırpınıp gölün sularına ulaşmaya çalışıyor ama nafile. Balıkçı hemen yakalayıp tezgahtaki yerine koyuyor onu.

Gölyazı’da büyük bir çınar ağacı var. Ağlayan çınar ismini vermişler. Çınar’ın hazin de bir aşk öyküsü var. Ağlayan Çınar ve Gölzyazı hakkında detaylı bilgiye http://www.aglayancinar.com adresinden erişmek mümkün.

Biblo ile Çınar’ın yanında bulunan balık restaurant’ına girip, turna balığı siparişi veriyoruz. Tam masa’ya yeni oturmuştum ki telefonum çaldı. Telefon Ali’den.. Heyecanlanıyorum. Normalde mağarada olmaları gerekiyordu. Neyseki sorun yok. Sadece Güliz’le Ali kamp’a geri dönmüşler. Sipariş’i iptal ederek kampa dönerek onlarla tekrar aynı yere geliyoruz. Balığımzı yedikten sonra güneşi’de batırmadan bir an önce kampa geri dönüyoruz. Neredeyse aynı anda tüm ekip kamp alanında oluyoruz. Ölçüm faaliyeti gayet başarılı geçmiş durumda.

Ertesi gün dört kişi aşağıya iniyoruz. Bu sefer Biblo, Nuray’la birlikte dışarıda kalıyor. Mağara içinde su seviyesi de derenin akışı ile yükselmiş durumda. Zaman zaman suyun içinde vakit geçireceğimizden wet-suit’lerimizi giyerek aşağıya iniyoruz. SRT setlerimizi kuşandıktan sonra iple şelale yanından iniş yapıyoruz. İpteyken şelale manzarası o kadar büyüleyiciki anlatmak zor. Suyun gücü, ışığın karanlıktan içeri doğru süzülmesi pek de kolay unutulmayacak bir manzara oluşturuyor. Fotoğraf makinesinin yanından olmasını isterdim. Zaman zaman botla yol alıyoruz. Su son derece berrak. Öyle güzel manzaralar varki. Bir sonraki girişimde ölçüm işine dahil olmadan sadece fotoğraflama işini yapmak istiyorum. Ölçüm işini tamamladıktan sonra mağaradan son çıkıştaki güzel manzara eşliğinde çıkışımızı tamamlıyoruz.

Kampa döndüğümüzde her şey toplanmış. Yine oldukça keyifli bir hafta sonu geçiyor ve Türkiye’nin en uzun mağaralarından biri Ayvaini’nin ölçümünde biraz daha yol alıyoruz. Kamp’tan fotoğraflar:

Zaman zaman yoğun yağmur altında kaldık.

Yine yoğun bir yağışta Biblo ile çadırımıza sığınmışken.

Kamp ateşinde Ali’nin pilavını büyük keyifle yerken:

Kar’da Kamp- Akut’a Mağara eğitimi

0

İstanbul’da uyarı üzerine uyarı.. “Kar geliyor, sokağa çıkmayın, trafiğe girmeyin” .. Kim dinler. AKUT’a mağara eğitimi vereceğiz ve kamp kuracağız. Ender, ben, Sebahat ise eğitmenler. Baş eğitmen tecrübesiyle Ender Usuloğlu. AKUT merkezden çıkarkan hava soğuk.. Bizler 3 eğitmen, 7 AKUT’lu ve bir misafir olarak Düzce’ye doğru yola çıkıyoruz.

Keyifli bir yolculuk ardından Yığılca Aksu köyü’ne varıyoruz. Henüz kar az..Ama yerler kar kaplı. Herkes kamp malzemesini sırtlanıp kamp alanına doğru hareket ediyor. Ekip hiç de fena değil…Bir yerde zorlanıyor sadece. Kamp alanına geldiğimizde herkes çadırını kuruyor. Kimi benim gibi yalnız, kimi çadır ortağıyla.. Aslında çadır ortaklığı için Ender çok ısrar etti ama ben yalnız kalmakta ısrarlıyım. Çimen üstünedeki karı temizleyip çadırımızı kuruyor ve mışıl mışıl çadırımızda uyuyoruz.

Sabahleyin ilk kalkan ben oluyorum. Sonrasında Ender.. Herkesi uyandırıyoruz. Hava soğuk ama enfes..Minibüs’e varıp şoförümüz Şahin abi’yi uyandırıyoruz. Mağara malzemeleriyle birlikte Sarıkaya mağarasının yolunu tutuyoruz. Kar tipi şeklinde başlıyor. Kuvvetli rüzgar altında kahvaltımızı yapıyor, zar zor sıcak kahvemizi yudumluyoruz. Sonrasında Sarıkaya mağarası yolunu tutuyoruz.

Sarıkaya mağarası vadinin bitiminde batan su ve geniş ağzı ile bağlıyor. Görkemli ağzını oldukça büyüleyici..Ender başı çekerken ben kuyruk oluyorum. Sebahat ise ortada..Herkes çok hevesli. İlk galeri oldukça büyük..Galeriden ip ve merdivenle iniş sağlıyoruz. Sarıkaya mağarasından -151 metrelik iniş ile 717 metre yol alıyoruz. Suyun battığı son nokta olan sifona kadar ilerleyip geri dönüyoruz. 4.5 saatte mağara tamamlanarak kampa geri dönüş sağladık.

Kamp sonrasında ekipden sağlam kalan bizler yani Ender, ben, Ebru, Alper, Ahmet Aksu mağarasına doğru ilerledik. Sulu mağara olan Aksu mağarasında tamamen ıslanarak 4 saat geçirdik. Mağara’da zaman zaman Alper, Ebru ve Ahmet su da yüzdüler. Ancak iyi performans gösteren ekip başarıyla gece saat 02:00 civarında kampa dönmeye başardı. Kampa geri geldiğimizde çadırlarımızın karlarla kaplı bulduk. Benim çadırım kısmen çökmüştü.. Sırılsıklam halimizi görülmeye değerdi.  Herkes yatmış horultuları duyuyorken ben soyunup çadırıma girdik.  Hava tahmini olarak sıfırın altında bir derece.. Beş yıldızlı çadırımda uyku tulumuma sarılıp yatıyorum. Sabah oluyor..Bu sefer ilk kalkan ben değilim..Ender’in sesi ile uyanıyorum. Uyku tulumum öyle sıcak geliyorki.. İlk önce kalkmamak için direniyorum kendi kendime.. Sorna temiz hava ve kar beni çağrıyor. Kar çadırın kapısını kapatmış. İçeriden biraz silkeyince ancak çıkabiliyorum.

Çadırları toplayı minibüse doğru yol alıyoruz. Ender çoktan varmış bile. Ben hemen arkasından yol alıyorum. Ancak kar o kadar yolu kapatmış ki sırt çantamda tüm kampın yükü ile çok da kolay yol almıyorum. Minibüs’e vardığımda ise rahat bir nefes alıyorum. Sonrasında kahvaltı hazırlıklarını yaparken kampın diğer sakinleri yavaş yavaş geliyorlar.

İşte çok az kareleyebildiğim fotoğraflar:

Ortadaki ben:

Gece Aksu mağarası dönüşü:

Çadırımı temizlerken ben:

Pazar kahvaltısında:

Bir enfes macerayı daha bitiriyoruz. Pazartesi günü en dinç olan benim. İstanbul’un kar altında esir düşmesine sadece gülüyorum..

Yılbaşı Macerası

0

Her yıl eskileri götürür, yenileri getirir. Aslında rakamsal yaşarız yılbaşını. Zamanın geçtiğini belirtir yılbaşı…Biz ise her yılbaşına ayrı bir macera ile giriyoruz..İşte yine unutulmayacak bir yılbaşı daha.. ASPEG ile geberinceye kadar eğleniyor.. Ertesi gün ise hızla araştırmaya devam ediyoruz.. Yeni keşiflere devam…

İp : Hayata İnce bağlanış

0

Bir ipe hayatımızı emanet ediyoruz. İpin eğitimi için bu hafta sonu bizdeyiz. Biblo ev sahibi.. Murat Eğrikavuk ise ip hakkında hepimizi bilgilendiriyor..Ayrıntılar yakında…

Azdavay-Çatak Kanyonu : Yine Macera

2

Azdavay’a uzanıyoruz.. Yine bir bayram tatili. Çoğu zaman güzel halkımın bayram misafirperverliği ile karşılanıyoruz. Yine tulumlarlayız. Yine ne yaptığımızı anlatıyoruz ve yine çok eğleniyoruz.. Yine keşifler var bu gezide..

Ayrıntılar yakında….

Ayvaini : Uzun bir yol

0

Bu hafta Bursa ile Mustafa Kemal Paşa yakınlarındayız..Kızılelma dağlarının yakınlarında.. Türkiye’nin en uzun mağaralarından birindeyiz… Ayvaini Mağarası 40 yıldan beri ölçülemedi.. Şimdi biz ölçüp haritasını çıkartıyoruz.. Ayrıntılar çok yakında..

Karadeniz’de Sonbahar : Arıt Ormanları

3

ann_0327

Batı Karadeniz ağırlıklı olarak Amasra ile ünlendi. Akçakoca son yıllarda İstanbul’a yakınlığından dolayı epey bir turist aldı. Kdz.Ereğli ise adını Çilek şenliği ile duyurdu. Batı Karadeniz son yıllarda turizm anlamında yükselişte diyebiliriz. Ancak Batı Karadeniz’in güzellikleri bunlarla sınırlı değil. Bugün henüz çok da keşfedilmemiş pek çok güzelliği içeriyor .

Biz ise her zamanki gibi daha sakin ve farklı bir noktadayız. Bu sefer Bartın-Arıt bölgesindeyiz. 29 Ekim Cumhuriyet Bayram’ını firsat bilip İnkumu’na yol alıyoruz. Konaklama için İnkumu tercih etmemimizin sebebi Arıt ve çevresinde konaklama için uygun bir yer bulamamız. Bu yüzden de gideceğimiz noktaya en yakın ve keyifli noktayı buluyoruz.

Gezi Künyemiz
Uzaklık:
İstanbul 460 KM
Seyahat : Safranbolu’da keyifli bir yemekle birlikte 6 saat
Konaklama Yeri: Sunset Otel/İnkum
Keşif Bölgesi : Çöpbey – Arıt

Yol oldukça rahat geçiyor. İstanbul’a yaklaşık 460 KM uzaklıkta. Yaklaşık Altı saatte hız yapmadan, yolda yemeğimizi yiyerek geldik. İnkumu geniş sahili olan Batı Karadeniz’in popüler sahillerindendir. Özellikle yaz aylarında Bartın halkının adeta buraya taşındığı söylenir.

Geceleyin vardığımız otele Murat,Emine ve Çağan çoktan yerleşmişler. Biblo ise geç ve karanlık olmasına rağmen çevreyi kolaçan etmekle meşgul. Ertesi gün, planlayıp herkes yatıyor. Yarın güzel keşifler bizi bekliyor..

Yine hepimizden önce Biblo kalkıyor.. Biblo’nun sayesinde Saat 08:00’de kahvaltıya hazır duruma geliyoruz.  Hava yağışlı. Bu havada keşif çok kolay olmayacak. Kahvaltı sonrasında Arıt’a doğru yol alıyoruz. Arıt’ı geçip Gürdek Kayasının hemen yanında bulunan Ören Köyü’ne gidiyoruz.

Gürdek Kayalıkları:

Gürdek Kayalıkları-1

Yağışlı hava nedeniyle köyden bize rehberlik yapacak birisini bulamıyoruz. Aslında çok da haksız değiller hani.. Bu yağmurda ormana girildiğinde sırılsıklam çıkmamak mümkün değil. Bu yüzden Çöpbey’deki diğer ihbara doğru gidiyoruz. Yolda muhtarla karşılaşıyoruz. Bize oldukça yardımcı olup Adem Abi’yi ayarlıyorlar.  Çöpbey’de araçlarımızı park edip yolu yaya olarak ilerleyeceğiz.  Araç yanında hazırlıklarımızı yapıyoruz. Hazırlık derken şunları yapıyoruz: Öncelikle sarı çizmelermizi ve kasklarımızı ayarlıyoruz. Yürüyüşün süresi ve zorluğuna göre yanımıza alacağımız eşyaları belirliyor ve mümkün mertebe az eşya yanımıza almaya çalışıyoruz. Kafa lambaları, yedek piller, su, yiyecek, ilk yardım çantası gibi olmazsa olmazları alıyoruz. Bunların pek çok is çantalarımızda daima hazırda bulunan malzemeler. Yürüyeceğimiz mesafe ise 8.5 KM gidiş. Gidiş dönüşle 17 KM. Normalde 17 KM zorlayıcı bir mesafe değil ancak yol oldukça çamur ve yağmur yağmakta. Karda yürüyüşten daha zor. Çünkü her adımımızda adımı atmak değil, çamura saplanan ayağımızı çekerek kurtarmak için güç harcıyoruz.

Sarı çizmelerimiz yürüdüğümüz yolda büyük yardımcı ama tamamen çamur olmamızı yine de engellemiyor. Yol aslında daha önceden su hattı ve orman için açılmış durumda. Ancak arazi araçlarıyla bile kısa bir mesafesi alınabilecek durumda.

Yürüyüşte sohbette keyifli. Adem abi Zonguldak’da yıllar boyu madencilik yapmış. Sonra emekli olup memlekti olan Arıt-Çöpbey’e geri dönmüş. Madenci olduğundan kullandığımız araç gereçleri tanıyor. Ne kafa feneri ne de kask onun için yabancıydı. Mağara ise ilgisini çekiyor. Madende çalışmanın tecrübesiyle konuşuyoruz. Yol boyunca devam eden sohbetimize sonbahar eşlik ediyor… Sonbahar’ın tüm renklerinin görmekten öte içinde yürüyoruz. Kimi zaman durup kısa da olsa seyretmeye fırsat buluyorum. İşte o anlarda da bu güzel manzaraları karelemeye çalışıyorum. Ancak yolumuz uzun ve hava kararmadan mağarayı bulmak istiyoruz. Gürgen ve kayın ormanı içinde ilerlerken tarihi bir yapı gözümüze çarpıyor. Ormanın ortasında Roma veya Bizans yapısına benzeyen kalıntı öylece duruyor. Duvarın üzerindeki motiflerden sadece Roma veya Bizans yorumunu yapıyoruz. Hiristiyanlığın yasak olduğu zamanlarda yapılmış gizli tapınaklardan olabilir yorumu yaparak yolumuza devam ediyoruz.

Yürüyüş yolumuzdan manzaralar:

ann_0307

ann_0330

ann_0331

Yaklaşık 3 saatlik yürüyüş sonrasında mağaraya ulaşıyoruz. Mağara girişindeki sular yağmurdan dolayı yükselmişi durumda. Murat Eğrikavuk bir deneme yaparak suda ilerlemeye çalışıyor ancak suyun derinleşmesi yüzünden geri dönmek zorunda kalıyor. En azında mağara yolu GPS kaydı ve konumu belirleniyor ve yazın girilmek üzere geri dönüyoruz. Mağara girişi ve kayalar üzerindeki yosunlaşma ise gözümüzü okşuyor. Geri dönüşümüzü karanlıkta gerçekleştiriyoruz. 6 saat 5 dakika sonra araçlarımızın yanına geliyoruz. Döndüğümüzde muhtar, Orman memuru Mehmet bizleri bekliyorlardı. Gecenin karanlığı çökünce endişe etmişler. Hatta arazi araçıyla bizi aramaya kalkışmışlar ancak yol buna izin vermemiş. Hatta aracı traktörle kurtarmışlar. Onları bu endişeye sürükleyen geçen hafta bir ayının bir kadına saldırıp öldürmesi olmuş. Biz bırakın ayıyı görmeyi uzaktan bile yabani herhangibir görmemekten yakınıyoruz. Yabani hayvanların bize yaklaşmamaları için orman içinde yürürken olabildiğince yüksek sesle konuşarak yürümeye bakıyoruz.

ann_0366

Çamur içinde elbiselerimizi değiştirip otelimize geldiğimizde talihsiz bir haber alarak ertesi sabah İstanbul’a dönme kararı aldık. Kısa sürede dönmek zorunda kalsakda sonbaharın renklerini doyduğumuz bu gezi de oldukça keyifli geçti.

Kahvaltı Sonrası Harita Ölçümü

0

Yarım kalan bir işimiz var.. Hava güzel. Gideceğimiz bölge ise oldukça güzel. Pazar sabahı keyifle yola çıkıyoruz. Murat, Emine ve Lumi ile buluşma yerimiz Maşukiye’de kahvaltı yapılacak bir nokta. ASPEG olarak son ölçümlerimizi tamamlayıp haritamızı çizeceğiz.

Biblo Pazar sabahı yine ilk kalkan oluyor.  Her zaman ki gibi akşamdan yaptığımız hazırlık neticesinde Pazar günü geziye gideceğimizi anlamış durumda. Saat çalmadan Biblo’nun sesi ile uyanıyorum. Her ne kadar yatağa alıp yanıma uzansın desemde o benden daha inatçı çıkıyor ve kalkmak zorunda kalıyorum. Bu başarısından sonra gidip Nuray’la yatakta yatıyor o ayrı mesele..

Maşukiye’de ilk durak kahvaltı noktası. Bu geç sonhabar’da pek de bu vakitte müşteri beklemeyen adını hatırlamadığım kahvaltı yerimiz bize enfes bir kahvaltıyı çok da uzun olmayan bir sürede hazırlıyor. Börek, yumurta, sucuk, bal, peynir ne ararsak var..

Maşukiye

Bahçede pek çok çeşitte ağaç bulunuyor. Nar ağacına dayalı merdivene tırmanıp bir kaç nar fotoğralıyorum.  Nar iyice olmuşlar. Bazıları dalında ikiye ayrılmışlar bile…

dsc_2970

Kahvaltı sonrasında üstümüze çöken rehavet’i üzerimizde zar zor atarak kalkıp Soğucak Yaylası yolunu tutuyoruz. Soğucak Yaylası yolu bu sefer oldukça kalabalık. Bir anda şaşırıyoruz. Sağlı sollu park etmiş araçlar görüyoruz. Sonra anlıyoruz ki civar ormanda kestane topluyor. Kimi kendine torba torba kimi pazarda satmak üzere çuval çuval topluyor kestaneyi. Ormanda Kestane toplamak  çok da zahmetli bir iş değil. Yapmanız gereken Kestane ağaçının altına geçip dikenli kestaneleri toplamak. Gerekli olursa ağaca birisi çıkıp dalları da silkeleyebilir.  İşin en zahmetli yanı dikenli kabuğundan sıyrılmasıdır.

Bu sene Soğucak Mağarasına pek çok kez geldik. Bu gelişimizle mağaranın haritalamasını tamamlayıp bu mağarada işimizi bitereceğiz. Biblo mağara girişinde araç içinde bizi bekleyecek.Eğer işimiz uzun sürerse Biblo’y kontrol için ve yalnız bırakmamak için Nuray veya ben araça döneceğiz. Ekim ayına göre sıcak fazla olduğundan aracı gölgeye çekmek zorunda kalıyorum. Ancak geceleri oldukça serin. Bu yüzden de Biblo’nun üşümemesi için benim veya Nuray’ın en geç saat 17:30’da mağaradan çıkması gerekiyor.

Artık iyi bildiğimiz mağara’ya hepimiz giriş yapıyoruz. İlk girişde çöken kayanın etrafının daha fazla genişlediğini görüyoruz. Ölçüm için iki ayrı ekip çalışacağız. Toplamda üç tane ölçülmeyen kol var. İlk yol ayrımını buluşma noktası olarak belirliyoruz. Ancak Murat’ların gideceği kola önden giderek bakmak istiyorum ancak kol ortada yok.  Murat’a sesleniyorum ve kolun çökmüş olduğunu söylüyorum. Murat’la yaptığımız incelemede bir-iki tonluk bir kayanın tavandan zemine çöktüğünü fark ediyoruz. Fay hattında bulunan mağarada bu kadar hareketlilik aslında endişelendiriyor ama yine de kolları ölçmeye karar veriyoruz. Emine ile Murat çöken kayanın kenarından kola girip diğer ölçülmeyen noktaya ölçüme gidiyorlar. Nuray, Lumi ve ben ise daha önceden ilerlenen ancak ölçülmeyen diğer kola giriyoruz. Lumi ile Nuray, bu kolun yaklaşık 60 metre ilerlediğinden söz ediyorlar. Önden ben gidiyorum. Ölçüm ala ala gidiyoruz. Ancak henüz 20 metre gitmeden kol bitiyor. İncelememizde bu kolunda kaya çökmesi sonucunda kapandığını fark ediyoruz vebu sefer olasılıklar artınca riski anlıyoruz. Ölçümlerimizi alıp buluşma noktasına gidiyoruz ancak gelmemiz gereken süreden çok daha önce buradayız. Bu yüzden sağ duvarda yer alan diğer kolu ölçmeye gidiyoruz. Bu kolu ölçüm çıkıyoruz. Defteri Nuray tutarken, Klino ve pusulayı Lumi, İstasyonda durmayı ve metre ölçümünü de ben yapıyorum. Kolay gibi görünse de uzun ve zahmetli bir iş. Nuray burada ölçüm liderimiz konumunda ve onun dediğini yapıp ölçüm sonuçlarını ona bildiriyoruz. Bundan sonra Nuray çizim için eskiz çizim yapıyor ve çeşitli noktaların ölçümleri için beni yönlendiriyor.

Bu kolun ölçümü tamamlandıktan sonra dinlenmek için mola verirken bende fotoğraf çekiyorum. Lumi ile Nuray’da kımıldamadan bana poz veriyorlar.

dsc_2978

Mağara fotoğrafı oldukça karanlık ortamda çekildiğinden tripod kullanmak şart. Işıklandırma için ise güçlü flashlar veya projektör taşımak gerekiyor. Yukarıdaki kareyi yaklaşık 15 sn pozlayarak projektör ile boyama yaparak çekim yaptım. Bu sırada poz verenlerin nefes bile almamaları gerekiyor.

dsc_2980

Girişe yakın diğer küçük kolunda ölçümünü aldıktan sonra diğer grupla bizim girdiğimiz kol başında karşılaşıyoruz. Sonra buluşma noktasına gidip toparlanıp çıkışa doğru yürüyoruz. Tam girişe yakınken Nuray ile Murat yeni bir kol daha keşfediyorlar. Emine ile Lumi çıkıyorlar. Murat’da su içinde ölçüm alıp ıslandığı onun yerine ben geçiyorum ve o da çıkıyor. Nuray’la ikimiz son bu kolunda ölçümünü alıp çıkışa doğru gidiyoruz. Son çıkış noktasında Nuray’dan son bir poz daha alıyorum.

dsc_2988

Mağara çıkışında ilk işimiz Biblo’yu arabadan çıkartmak oluyor. Bizi her gördüğünde ağlayan Biblo’yu yatıştırmak bu sefer kolay olmuyor. Bugün tüm gün gezi bekleyen Biblo’nun hayalleri kül olmuş durumda. Neyseki etraf güzel..Çevremizde sesler çıkartarak ve dönerek yaptığı kızılderili dansını sona erdirip etrafla ilgilenmeye başlıyor.

Bir yandan kahvemizi içerken bir yanda da daha önceki ölçümler sonucunda Nuray ile Murat Eğrikavuk’un çizdiği mağarayı inceliyoruz.

dsc_2994

Mağaradan çıkış sonucunda bir de malzemelerin temizlenmesi var. Burası yatay bir mağara olduğundan ip ve alet temizliği yok. Zor olan tulumlarımızın temizlenmesi. Onları da derede güzelce çamurlarından arındıyoruz.

Dönüş yolunda Muradiye Köyün’de bir köy evinin bahçesinde gözleme ve sucuk ekmek yiyoruz. Kendi fırınlarında yaptıkları ekmek öyle güzelki gözlemeleri beklemeden hemen bir sucuk yapıp ekmekle beraber tüketiyoruz. Sonra da İstanbul’a dönerek bir macerayı daha mutluluk ile tamamlıyoruz.

Fakıllı Mağarası

0

Bayram’da Ereğli’den Eskişehir’e giderken hemen yolumuz üzerindeki fakat fazla bilinmeyen Fakıllı Mağarasını ziyaret ediyoruz. Fakıllı köyü’nde bulunan mağara’nın turizme açılmasını sağlayanda yüne köylüler. Ancak tanıtım eksikliğinden dolayı bugün pek de ziyaret olmadığı gibi ziyaretçileri bilgilendiren de bakkal’ın önünde bulunan köylüler.

Fakıllı Mağarası bu bölgede bulunan pek çok mağaradan biri. Ancak köyün içinde olmasından dolayı ulaşımı son derece kolay. Akçakoca-Düzce yolu üzerinde Çiçekpınar Köyü levhasından içeri girildiğinde kolaylıkla Fakıllı Köyü’ne  erişim sağlanıyor. Fakıllı Köy’üne girince kahvenin karşısındaki büfeden içeri giriliyor. Ancak öncelikle köylüyü haberdar etmek ve şalterlerin açılıp ışıklandırmanın çalışmasını sağlamak gerekiyor.

Biz kahvenin önüne park edip, mağara için kask ve fener kuşanınca köylü bizim mağaracı olduğumuzu anladı.Bizi ilgi ile karşıladılar. Ön bilgi aldık ancak çok da detaya inmeden mağara hakkında bilgileri mağara girişindeki levhadan aldık.

dsc_2940

Açıklamanın tarzından MTA tarafından ölçüldüğünü anladıktan sonra mağaracı değil turist olarak mağarayı ziyaret ediyoruz. Mağara beyaz dikit ve sarkıtları ile harkülade. Eleştirilemizi ise şu şekilde sıralayabilriz.Mağara girişinde betondan yapılmış su havuzları mağaranın doğallığı ile bütünleşmiyor. Tavanlarda olan sarkıtların tümü neredeyse kırılmış. Tadilat sırasında olduğunu düşündüğümüz bu kırıklar üzücü..Köylüye bunları sorduğumuzda başkalarını tarafından yapıldığı söylense de buna inanmak zor. Işıklandırma sistemi ile doğal görüntüyü bozacak nitelikte hiç bir mağaracı veya benzer danışmanlık alınmadan yapılmış durumda. Diğer bir yandan herhangibir bekçi bulunmuyor, bilet kesimi yok. Bu şekilde mağaranın turizm’e devam etmesi çok kolay değil. Yine de ülkemizin bu doğal güzelliğini görülmesi gerektiğine inanıyorum. Geçip gittiğimiz bu topraklar çok zengin çok..

Mağara haritasına TAY’ın sitesinden ulaşmak mümkün.

Biblo mağara yolunu çok seviyor ama her zaman olduğu gibi mağara içinden çok da hoşlanmıyor. Ancak bizimle birlikte o da mecburen giriyor. Nuray’la mağara içini iyice inceliyoruz. Bem Beyaz oluşumlar yanlış ışıklandırma sebebiyle sarımtrak görünüyorlar. Halen aktif olan mağara da su akışı da devam ediyor.

Mağara içinde karelediğimiz fotoğraflar:

dsc_2906dsc_2922

dsc_2915

 

dsc_2912

Ölüce Burnu ve Feneri

5

Karadeniz’in hırcın dalgalarını herkes bilir. Karadeniz’in hırcınlığından kaçılabilecek batıdaki ilk doğal liman Kdz.Ereğli olarak bilinir. Bu yüzden Kdz.Ereğli  Batı’dan Karadeniz’e açılan gemiciler için önemli bir ilk doğal limandır. Batı’dan doğru gelen gemiciler burada dinlenir sonra Karadeniz’de yollarına devam ederler. Ölüce Bu yüzden de Ölüce burnu denizciler için önem taşır. M.Ö.2500 yılına dayanan Ereğli tarihçesi bu doğal liman oluşu ile önem kazanmıştır. Bugün bu burunun varlığını Ölüce Feneri işaret ederek gemicilere halen yol göstermektedir. Ölüce Burnu’nu Ölüce Feneri sayesinde aşan gemiciler Karadeniz’in engin dalgaları ile karşılaşırlar. Bu yüzden de Ölüce Feneri bugün bile önem kazanmaktadır.

Kdz.Ereğli, doğal limanda olmasından dolayı tarihte önemli yeri bulunmaktadır. Zaman zaman korsanların mekanı, Bizans kaleleri ve son olarak da Osmanlı Donanması için Kadırga tersanesi ile tarihte yerini alır. Şimdi gezimizi oluşuran Ölüce Fenerine dönelim ancak Kdz.Ereğli’yi eğlenceli görmek isterseniz mutlaka Haziran ayında yapılan Çilek Festivaline denk gelin.

Gerek ışığı ile gerek sisli günlerde sireni ile yol gösteren Ölüce Feneri halen denizciler için önemi oldukça büyük.  Aktif olarak ışıldıyan fener denizden yüksekliği 78 metre. Fenerin kule yükseliği ise 9 metre. 10 sn içinde 2 kere çakarak denizcilere kendini tanıtıyor.  Fener memuru ise köyde kalıyor. Belirli sürelerde bir fenere gelip mesaisini yapıyor. Fener’in köye uzaklığı ise 20 dakikalık yürüyüş mesafesinde.

Köyden fenere giden yol peri masallarında olduğu gibi. Yeşillikler içinde, zaman zaman elma ağaçları,kestane ağaçları yolu süslüyor. Bir bölümünde ise ağaçlardan doğal  tünel oluşmuş durumda. Biblo bu yola bayılıyor. Nede olsa hava güzel, yürüyüş parkuru güzel..

 

dsc_2815

dsc_2862

Bölge’nin florası oldukça etkileyici:

dsc_2847

dsc_2873

dsc_2852

dsc_2884

Bu güzel yolda 20 dakika yürüdüğümüzü anlamadan Fenere varıyoruz. Fener memuru olmadığı için kapılarda kapalı. Saygısızlık etmemek için kapıdan fotoğraflıyoruz Ölüce Fenerini:

dsc_2822

dsc_2830

Üç tarafı denizlerce çevrili nice fenerler ve hikayeler var. Bitmeyecek ülkemizin hikayeleri sanırım…

Biblo gezintiden son derece memnun araçımızı park ettiğimiz yere geri dönüyoruz.

Cehennem Ağzı

0

Şeker bayramında anne ve babalarımız ziyaret için yola çıkıyoruz. Normalde bayramlar keşif ve geziler için oldukça iyi bir zaman. Ancak bu bayramı anne ve babalarımızın ellerini öpmek ve gönüllerini almak üzere yola çıkıyoruz.

İlk durağımız Kdz.Ereğli. Sonraki durağımız iseEskişehir olacak. Her ne kadar bayram ziyareti için gidiyorda olsak klasik olarak gezi hazırlığımızı yapıyor ve gerekli bir ekipmanları yanımıza alıyoruz.

Ereğli yolculuğumuz kısa ve rahat geçiyor. Anne ve babam gelişmizden son derece hoşnutlar. Onların mutlu olması bizleri de mutlu ediyor. Bayram kutlamalarımızı yaptıktan sonra biraz da sabırsızlıkla çevreyi gezmek için sabırlanıyoruz. İki yaşımdan Üniversiteye kazanıncaya kadar tüm hayatım Ereğli’de geçti. Buna rağmen pek çok yeri halen iyi bilmiyorum. Ancak bugün merak ettiğim ve özlediğim yerlere tekrar uğrayabilirim.

İlk durağımız Cehennem Ağzı mağaraları. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı mağaraya kendimizi tanıtarak içeri giriyoruz. Rehber ve orada tanıştığımız üç kişi bizimle epey ilgileniyor. Bizleri yanlız bırakmayıp bize hem bilgiverip hem de mağaraları geziyoruz.

Bu mağaraların Mitolojide önemli yeri var. Çoçukluğumuzda dinlediklerimizin yanında az kalacak ama hikaye kısaca şu şekilde:

Heracles’in ölüler ülkesi’ne indiği zaman karşısına çıkan Kerberos ise ölüler ülkesi’nin bekçisidir. Yaşayanların içeri girmesini engeller, ölü ruhların da dışarı çıkmasına izin vermez. Herkül, Kerberos’u yeryüzüne çıkardığında salyasının toprağa düştüğü yerlerde zehirli bir bitki olan Akonit (haşhaş) yetişmeye başladığı söylenir. Kimileri bu otu Kaplanboğan olarak isimlendirir. Ancak Olimpos tanrıları Athena ve Hermeias, Hades’ten çaldıkları görünmezlik maskını Herakles’e vererek ölüler ülkesi’ne görünmeden girmesini sağlarlar.

Burada üç mağara bulunmaktadır. Kilise Mağarası, Cehennem Ağzı Mağarası, Ayazma mağarası.  İlk durağımız Kilise mağarası. Roma ve Bizans döneminde kilise olarak kullanılan mağara doğal mağara olmasına rağmen kayaların yontulması ile düzleştirilmiştir. Mağara aslında olması gereken Lahit bugün bulunmamaktadır. Mağara tavanının nasıl düzleştirildiği aşağıda görülmektedir.

Kilise Mağarası

Bizim ilgilendiğimiz asıl mağara Cehennem Ağzı mağarası. Mağara’da açık bir şekilde Kerberos’un kaya’daki resmini görmek mümkün. Biz halka açık kısmı dışındaki yere giriş için hazırlığımızı yaparken içerisi hakkında bilgi alıyoruz. Nuray’la birlikte ilk yarıktan içeri giriyoruz.İlk girişimiz dar bir koridor. İkinci giriş ise daha zor. Dar alandan geçerek üste doğru yol alıyoruz. Tavanın üstünde pişmiş toprakdan kap kalıntıları var. Ancak mağaradaki bu kol çöktüğü için devam etmediğini görüyoruz. Yüzeye yakın olmamız zaten çok da devam etmeyeceğini gösteriyor.

Cehennem Ağzı :

dsc_27782

Son olarakda Ayazma Mağarasını ziyaret ediyoruz. Bu mağaranın bir kıyısında su göleti bulunmakta. Bu mağarada duvar ve tavanların düzeltilmiş olduğu gözlenmektedir.

Cehemmen Ağzı mağaralarında karşılaştığımız ve çevre hakkında bilgi veren memura teşekkürlerimizi ileterek orayı terk ediyoruz.

Kdz.Ereğli pek çok yönü ile bilinmekte ancak mitolojideki yeri, Roma ve Bizans’ın ve ondan öncesindeki tarihi görmek için mutlaka müzeyi ziyaret etmek şart. Türkiye’nin pek çok bölgesinde olduğu gibi maalesef arkeolojik kazılardan önce yöreye kaçak kazı yapan define avcıları erişip geri dönülmeyecek tahribata yol açıyorlar.

Zamanında ve bugün arkeolojik kazıların yetersizliği ve yerel yönetimlerin ilgisizliği yüzünden bugün Kral Yolu diye bildiğimiz ve çoçukluğumuzda üzerinde gezindiğimiz mozaik yol üzerinde bugün siteler bulunmakta. Ancak yine de şunu eklemekde fayda var,Ereğli bu konuda çok kayıp almasına rağmen şanşlı ilçelerimizden.

Biblo’nun Ameliyatı Başarılı Geçti

0

Biblo 2 Ağustos’da 8 yaşını doldurdu. Bu yaşa kadar iki koca adayımız çıktı ancak koca adaylarını ya beğenemedik ya da başarılı olamadı. Aslında bizler de bu konuda biraz tutucu olduk. Biblo’nun kendi cinsi olan Bichon Frise cinsinden bir koca olmasını istedik. Bu yüzden de bu yaşa kadar bekar kaldık. Çünkü Bichone Frise cinsi Türkiye’de çok da sık olan bir cins değil. Biblo çoğunlukla Terrier cinsi ile karıştırılıyor. Terrier cinsinin tam tersi Biblo oldukça sakin. Herkese kendini sevdirir. Hatta pek çok kişi “Bu küçükler daha kötü oluyor. Hemen ısırıyorlar” diyorlar. Terrier ırkı için koruma iç güdüsü doğru. Ancak Bicho Frise cinsi için bu söz konusu değil. Bicho Frise cinsi ağırlıklı oyuncu zekası gelişmiş bir cins. Kendini sevdirir, ısırma falan bilmez.

Hal böyle olunca ve riskimiz artınca kısırlaştırma operasyonuna karar verdik. Biblo’nun küçüklüğünden bu yana Veterinerimiz Feridun Kalyoncu Biblo’ya bakıyor. Operasyonu da Feridun Kalyoncu başarıyla gerçekleştirdi.

Biblo ameliyat öncesinde Nuray’la birlikte :

ss854776

Biblo’nun ameliyatı başarıyla geçti. Ameliyat sonrasında Biblo ayılıncaya kadar oksijen çadırında kaldı.

ss854787

Yaklaşık 1 hafta kadar sonra Biblo tamamen iyileşti.

Bakir Koylarıyla Kapıdağ

0

Ege’nin ve Akdeniz’in berrak mavi suları hepimizi cezbeder.  Yaz gelse gitsek Ege’ye Akdeniz’e deriz. Popüler yerler turizm acentaları tarafından doldurulur. Bu şekilde bazı yerler ise gözden kaçar. İşte Kapıdağ Yarımadası’da bu yerlerden. Hem de nufüs yoğunluğu olan İstanbul, Bursa, İzmit, Adapazarı’na çok yakın. Üstelik tenha ve büyüleyici güzel koyları ile ziyaret edilmeye değer.

Pek çoğumuz Erdek’i bilir. 1980’li yıllarda popüler tatil beldesi olan Erdek halen bu popülerliğini koruyor. Erdek Kapıdağ yarımadasının en çok bilinen yerleşim ve tatil yöresidir. Ancak Erdek’in bulunduğu Kapıdağ yarımadasında gizli pek çok güzellik bakir olarak kalmaya devam etmiş.  Kapıdağ’ın hemen yanı başında Marmara, Avşa ve Ekinlik adaları bulunuyor. Çok yakında olan bu adalar Kapıdağ’ın ufkunu süslüyorlar.

Kapıdağ Yarımadası:

harita_kapidag2

Biblo bu geziye Perşembe akşamından bu yana hazırlanıyor. Cuma günü Bandırma’da olan toplantımızdan sonra buraya devam edeceğiz. Bu yüzden de çantaları Perşembe akşamından hazırlıyoruz. Aslında topu topu iki sırt çantası..Cuma sabahtan yola çıktığımızda ise mutluluktan uçuyor. Tüm gün boyunca yolu merakla izliyor. Toplantımızın bitmesini de usluca bekliyor. Sonrasında yine “Yuppiii.Geziyoruz” çığlıkları atarcasına seviniyor.

Hemen yönümüzü Erdek’e doğru çeviyoruz. Bandırma’dan Erdek sadece 18 KM. Çok kısa bir sürede Erdek’e varıyoruz. Sakin deniz kenarında bir yer bulabilmek için Ocaklar yönüne devam ediyoruz. Hemen Askeriye yanında denize kıyısı olan bir yer buluyoruz. Öncelikle iş kıyafetlerimizden hızla kurtuluyoruz. Sonra hepimiz deniz’in kenarındayız. Deniz bir harika.. Bu arada yemeklerimizi söylüyoruz. Restaurant öyle salaş bir yer. Tam hani şu Ege köy restaurantlarından. Kocaman bir alan, eski kahvehane tarzında tahta masa ve sandalyeler, televizyon ve önüne kanepe..Karı koca işletiyorlar. İki sarışın kız çoçukları da etrafta oynuyorlar. Salaş ama huzur verici bir yer. Belliki her şeyi kendi kendilerine yapmış..Kendilerinden bir şeyler katmışlar ortama. Tek konukları da bizleriz.  İşte oturduğumuz yerden deniz manzarası:

dsc_2610

Saatler akşam üstüne yaklaşıyor. Erdek’e doğru yol alıp otel bulmamız lazım. Otellerin çoğu sezon bittiği için kapatmışlar. Eski tatil yöresi olduğundan oteller eski tarzda apartman gibi binalar. Bu bizi çok rahatsız etmiyor. Aradığımız lüksden öte temiz bir yer.  Otel ararken birisi bize Belediye’nin hizmetinden söz ediyor. Ücretsiz otel danışmanlığı. Hemen telefon açtık. Nerede olduğumuzu sordular. Yaklaşık 5 dakika sonra 25 yaşlarında genç güleryüzlü iki kişi yanımıza geldi. Nasıl bir otel aradığımızı öğrendiler. Biblo’nunda kalabileceği, temiz, uygun fiyatlı bir otel bulup bizi yerleştirdiler. Bu hizmet hepimizin hoşuna gidiyor. Kapı kapı dolaşmayarak zamandan kazanıyoruz.

Erdek’in yönü doğrudan Batı’ya bakıyor. Güneş tam karşınızdan ufukda batıyor bu şekilde.. Yemeklerimiz gelmesine rağman sahile gidip manzarayı seyrediyoruz. Güneş yavaş yavaş batarken etrafa saçtığı ışık hüzmesi hepimize çok rahatlatıcı geliyor. Biblo ise bu manzara’da poz veriyor.

dsc_2620

Yemek yediğimiz yerden karelemeye devam ediyorum.

dsc_2634

Sabah erkenden üstümde tepinen Biblo beni uyandırıyor. Sabah’ın erken vakitleri hava henüz sıcaklamamış. Yıllanmış palmiye ve çam ağaçları yürüyüş yolunda doğal bir tünel oluşturmuş durumda. Orta yaş ve üzeri pek çok kişi bu parkurda yürüyüş yapıyor. Kumsal’daki kafe sahibi ise yoğun geçirmeyi ümit ettiği güne hazırlık yapıyor. Kumları taramış dümdüz bile yapmış..

dsc_26401

Kahvaltımızı yaptıktan sonra yarımadayı gezmek ve denize girecek bir yer bulmak için yola koyuluyoruz. Ocaklar’ın epeyce büyük bir sahili bulunuyor. Erdek’e yakın olması sebebiyle burası da kalabalık. Konaklama için sorun yok görünüyor. Narlı’ya giderken gördüğümüz deniz manzaraları etkileyici. Narlı’yı geçip İlhanlar’a doğru ilerliyoruz.

dsc_2649

İlhanlar’a geldiğimizde buranın balıkçı kasabası olduğu hemen belli ediyor. Ortam son derece sakin.. Ağları ile uğraşan bir balıkçı görüp buranın İlhanlar olduğunu bu şekilde öğrenebiliyoruz.  Ocaklar’la arası 9 Km. Ancak virajlı yol zamanı uzatıyor.

dsc_2654

İlhanlar’la Doğanlar arasındaki temiz ve bakir bir koy daha:

dsc_2664

Koylar genelde açık renkli kuma sahip ve çok derin değiller. Su altından yansınya ışıkda bu koyların bu şekilde Ege ve Akdeniz’deki koylara yakın görünmesini sağlıyor.

Kısa bir süre sonra Doğanlar köyü’ne geliyoruz. Doğanlar Köy’ü de diğer köylerden kadar sakin. Sahil girişinde karşılaştığımız eski bir balıkçı ile sohbet ediyoruz. Balıkçı Mehmet efendi bir yandan ağını tamir ediyor, bir yandan sorularımızı yanıtlıyor. Turanlar’a doğru yolumuza devam ediyoruz. Tam Turanlar’ı geçiyorduk ki, yukarıdan gördüğümüz manzaraya dayanamadık ve burada denize girmeye karar verdik.

dsc_2677

dsc_2676

dsc_2684

Biblo bizi kıyıda beklerken bizde Maske ve Şnoker’imizi takıp Turanlar koyunda yüzmeye başlıyoruz. Deniz içinde çok az balık görebiliyoruz. Biraz daha açıldıkça deniz analarını ile karşılaşıyoruz. Gazetelerde söz edilen deniz anaları bu olsa gerek diyip mümkün mertebe uzakta kalmaya çalışıyoruz. Deniz oldukça berrak ve sıcaklığı oldukça güzel. Kumsal’da hafiften esen rüzgarla kitaplarımızı okurken Biblo’da gölgede uzanmış keyif çatıyor.

Yemeğimizi yedikten sonra Kapıdağ yarımadasına devam etmek için yola koyuluyoruz. Heme Turanlar’dan sonraki güzel bir koy daha:

dsc_2688

Bundan sonraki durağımız Ormanlı köyü: Bu köyde diğerleri gibi son derece sakin:

dsc_2690

Ormanlı, Ballıpınar arasından:

dsc_2692

BallıPınar’ı geçerken köprüden aşağı baktığımızda dere içindeki kaplumbağalar kısa bir sürede olsa görebildik. Ballıpınar’ı geçince gördüğümüz derenin kenarına iniyoruz. Derenin suyu azalmasına rağmen nispeten daha az sığ olan yerlerde balık bulunuyor.

dsc_2700

Aşağıda da son gördüğümüz koyda balıkçılar ağlarını atmış bekliyorlar.

dsc_2702

Kapıdağ yarımadası oldukça keyifli. Ancak sorunları yok değil. Turanlar Köyü girişinde karşılaştığımız çöp manzarası oldukça kötüydü. Çöpler denize değil ama denize bakan yamaçtan aşağı dökülüyordu. Elbette ilk yağmurda bu çöpler denize kadar ulaşacaktır. Köy muhtarına erişemedik ama bunu bilinçli yaptığı söyleniyor. Bu konuda acil önlemlerin alınması gerekiyor. Yoksa yakında buraları hızla kaybederiz.

Kağıdağ yarımadasında dere, şelale ve bunu yanırsa tarihi olarak Manastır ve Kyzikos bulunuyor. Kyzikos halen kazı alanı. 11 Yıldan beri Erzurum Atatürk Üniversitesinden gelip yılda bir ay kazı yapıp gidiyorlarmış. Biz gittiğimizde herhanbir kazı çalışması yok ve başı boş vaziyette her şey duruyordu. Kazı çalışmalarında anladığımız kadarıyla inşaat makinaları ile yapılıyor! Bu konuda çok yorum yapamadan oradan üzülerek ayrılırak İstanbul’a dönüş yolculuğumuza başlıyoruz.

Anadolu’da 10 Bin yıl öncesine tanıklık

7

Ağustos sıcağından uzakta ilkbahar havasında yol alıyoruz.  Yamaçta ilerlerken aşağıya baktığımızda pırıl pırıl havada kilometrelerce öteyi görebiliyoruz. Uzaktan parlak kayaları görünce ilk heyecan başlıyor. Parlak kayaya yaklaşıkça resimler belirginleşiyor. Resimleri ilk gördüğümde binlerce yıldan bu yana burada durduklarına inanmak çok kolay olmuyor. Onlara dokunmaya bile korkuyorum ilk önce.. Hani narin kırılacak bir şeymiş gibi.. Bu resimler Kars, Camuşlu köyünden bulunan tahmini 10 bin yıllık kaya resimleri.  Sadece dokumaya değil yaklaşmaya bile kormuyorum. Kılıçkökten tarafından 1960’lı yıllarda ilk keşfedilen bu resimler halen doğaya emanet halde..

Bölge ‘de çok pek tarihsel kalıntı bulunuyor. Ancak biz en zorlusundayız. 2100 metrede bulunan kaya resimlerine doğru yol alıyoruz. Kürt köylerine doğru yol alıyoruz. Köye vardığımızda yabancıları ağırlamaya alışık olmaan köyü beni görünce şaşırıyor. Kendimizi tanıttıktan sonra rehber eşliğinde sözü edilen kayaya erişiyoruz. Kaya resimlerinin hangi tarihini işaret ettiğini tespit o kadar kolay değil. Ancak aldığımız bilgiler bu kayanın bu bölgede tek başına olmadığı yönünde.

Borluk vadisi..

Öyle bir tarih varki etrafta günümüzden 10 binyıl öncesi kadar pek çok evredeki medeniyete ait izleri görmek mümkün. Öyle bir plato ki kilometrelerce öteden platodan aşağı inerken  platoda olduğunuzu fark ediyorsunuz. Öyle yüksek ki doğa Ağustos ayında ilkbaharı yaşıyor burada..Burası doğasıyla ve zengin tarihiyle Kars.

Kars ve çevresi bildiğiniz Anadolu farklı. Kars’ı ilk farklı yapan havası. Rakım 1750 metre. Ağustos ayında ilkbaharın ilk günlerini andıran o temiz havası var. Anadolu’nun pek çok yeri kavuru güneş altında çoraklaşmış ve sararmış haldeyken burası halen yemyeşil. Medeniyet çeşitliliği ise diğer bir farklılık. Rus, Türkmen, Kürt burada bir arada yaşıyor. Kent öyle ilginç ki her bir yanı heykel dolu. Aslan heykelleri, devasal büyüklükte metal heykeller Rus’lardan etkilenmişse benziyor. Zaten Kars’ın etkileyici taş binalarının tamamı neredeyse Rus mimarisini taşıyor. Sapasağlam kalmış pek çok bina aktif olarak kullanılmakta. Sokak yapısı ise sanki Avrupa kentlerini andırıyor. Düz şeklinde birbirini kesen sokaklarda gezinmek son derece kolay.. Hani öyle kolay kolay kaybolmazsınız.

İlk durağımız Azat Köyü. Volkanik bölgede bulunan kayalara oyulmuş Kilise’yi bulmak istiyoruz. Kızılkilise çok da bilindik bir yer değil. Ataköy’ü geçtikten sonra 3 kilometreyi aşkın yürümek gerekiyor. Vadide yürümeden önce Azat Köyü’nden bir rehber alıyoruz. Rehber eşliğinde harika bir çoğrafyada yürüyüyoruz. Pek çok akarsu bize eşlik ediyor. Çok ileri de gördüğümüz sarı tilki hızla uzaklaşırken ıssıze bu çoğrafya da ne aradığımızı merak eder gözlerle arada sıra arkasına bakarken merakını gidermeye çalışıyor. Kızılkilise’ye giderken rehberimizi tarafından sözü geçen küçük volkanik mağaraları da ziyaret ediyoruz. Bu arada Türkiye’de volkanik olarak gördüğüm ilk mağara bunlar. Bu yüzden oldukça ilginç geliyor. Kızılkilise hakkında herhangibir bir bilgi veya araştırma bilgimiz halinde değil. Yakınlarında bilinen herhangibir yerleşim birimi de mevcut değil.

Bölgenin önemli tarihsel zenginleklerinde biri de Ani harabeleri. Ani Harabeleri M.Ö.8 yy’ uzanan tarihinde pek çok eser bırakmıştır. Ermenistan’la sınırımızı oluşturan Aras Nehri kenarında bulunan Ani haraberileri içinde kiliseler, camiler, hamamlar, külliyeler bulunmaktadır. Ani pek çok medeniyete  sahipliği yapmıştır. Urartular, İskitler, Pers, Bizans ve Türkler Kars’ın yönetiminde bulunmuşlardır. Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan bu bölgede son olarak Ermeni ve Rus etkisi büyük ölçüde görülmektedir. Seluçuklu mimarisine sahip Anadolu topraklarındaki ilk cami ‘de burada inşa edilmiştir. 1064 yılında ilk dfa Türk egemenliğine geçtiğinde inşa edilen caminin minaresini bugün ziyaret etmek mümkün. Ani’yi çevreleyen Aras nehri ve yıkık köprülerinin hemen karşısından bugün Ermenistan toprakları bulunmaktadır. Ani’nin diğer yakasında vokanik tüflerden oyulmuş pek çok mağara yerleşkesi kolaylıkla görülebilmekte. Ani’yi tek başına burada anlatmak maalesef mümkün değil. Ani için öncesinde okumak ve tam gün ayırmak gerekiyor.

Ertesi gün erkenden yola çıkıyoruz. Camuşlu köyü’ne doğru yol alırken Kars’ın plato yapısından aşağı doğru iniyoruz. İlk defa bu koca plato üzerinde olduğumuzu algılıyoruz. Platodan inerken hissettiklerimizi tarif imkansız.. Anadolu’nun çatısından aşağı iniyoruz…Camuşlu köyüne varıp küçük rehberimizle beraber yola koyulmamız çok uzun zaman almıyor. Uzaktan parlak kayayı ilk gördüğümzde heyecan başladı. Bu parlek kaya üzerindeki ilk resimleri görmeye başladığımda ise heyecanımı anlatmak mümkün değil. Tahmini olarak 10 bin yıl öncesinde çizilmiş kaya resimlerini canlı olarak gördüğümde tarifi zor bir his kapladı içimi. Bu his dünya tarihinin ne kadar uzun olduğunu ve yaşamımın bu süreç içinde ne kadarda kısa olduğunu hayal etmemi sağlıyordu. Bu resimler o zamanlarda bugünkü halinde olmayan topraklarda yaşamakta olan insanların avcılık büyülerini ifade ediyordu. Avcılığın iyi geçmesi için avlanmadan önce yapılan bu resimlerde kurt, domuz ve ayıyı seçmek mümkün.

Pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Kars halen bu izleri taşıyor. Çevrede Rus kökenli Türkler, çeşitli Türkmen boyları ve Kürtlere rastlamak mümkün. Bu karmaşık kökenlilik Kars’a hoşnutluğu da beraberinden getirmiş. Ramazanda kapalı restaurant görmek mümkün değil. Hani pek çok ilimizde gördüğümüz ramazan ayının restaurant perdeleri burada yok. Bu arada Kars’ın rakımı 1750 metre. Ağustos ayında bile havası ilkbaharın ilk günlerinde olduğu gibi temiz.

Şehirde yeralan pek çok sayıda özgün heykeller hemen ilgi çekiyor. Rus mimarisiyle yapılmış taş evler halen yep yeni duruyorlar.

Kaya resimlerini merak ettik. Bu hafta da Kars’tayız. Neler mi oldu? Kaya resimlerini bulduk ve gördük. Pek çoğunu bulamadık bile. Bir gün sadece üç kaya resmi için dağlarda gezindik. Çok eskilere 3,000 ile 12,000 yıl öncesine kadar gittik. Kars’ın çoğrafyasında yürüdük, gezindik, bilgilendik. Kars’ın heykeller şehri olduğunu öğrendik. Ani’ye gidip tarihe göz attık. Yakında hepsini anlatacağız.

Şimdilik bazı fotoğraflar:

Popüler İçerikler

Rastgele Yazılar